Aklın Geleceği: Dünyamız için Nasıl Daha Akılcı Oluruz?
|Marmara Denizi’ni saran deniz salyasına ve kısa vadeli ekonomik çıkarları için denizi kirletenlere bakınca kendime soruyorum: İnsan zihni rasyonel mi, yoksa akıl dışı mı ve felsefedeki “saçma” kavramının kökeni nedir? Kısacası neden akılcı olmak yerine aptallık ederiz? Biz insanlar doğası gereği mantıksız canlılarsak nasıl oluyor da bilim ve felsefe yapabiliyoruz?
Dahası bilim yapacak kadar mantıklıysak neden bilgisizlik, şiddet ve yoksulluk içinde yaşıyoruz? Peki insan aklı nasıl evrim geçirecek? İnsanlık olgunlaşabilir mi, yoksa Terminator’ın dediği gibi türümüzü yok etmek kaderimizde mi var? Öyleyse dünyamızı insanların yol açtığı çevre kirliliğiyle küresel ısınmadan kurtarmak için nasıl daha akılcı oluruz? Mantıklı olmayla saçmalama özgürlüğümüzü sosyal psikoloji ve zihin felsefesiyle görelim. Düzgün düşünmeyi öğrenelim.
İlgili yazı: Kodlama İçin En Gerekli 16 Programlama Dili
Zihniniz nerede? Kafatasınızın içinde mi?
Beyniniz kafatasının içinde ama bu organ aynı zamanda anımsar, planlar, yargılar ve problem çözer. Öte yandan planlamayla karar verme işini akıllı telefonlar, laptoplar, not kağıtları ve türlü araçla da yaparsınız. Zihnimiz bedenimizden taşar gider. Konuştukça, sohbet ettikçe, kitap okudukça, internette gezinip video izledikçe engin bir umman gibi topluma ve dünyaya yayılır. Aldığımız politik ve ekonomik, çoğu zaman da keyfi kararlar doğayı, iç dünyamızı derinden etkiler.
Akılcı beynimiz soya fasulyesinden üretilen Uzakdoğu peyniri tofu kadar yumuşak bir organdır ve kafatasımızda durur. Oysa zihnimiz bendini çiğner aşar. İnternet, kitaplar ve bloglar zihinleri birbirine bağlar. Bilgisayarların yardımıyla hiç anımsayamayacağız kadar çok şeyi SSD’ye kaydeder ve ömür boyu arasak bulamayacağımız kadar çok bilgiye ulaşırız. İnternet ve sosyal ağlar bizi birbirimize bağlayarak bir tür ortak bilinç geliştirir. Buna karşın aklımızı kullanmazsak internet salt gözetim ve beyin yıkama organına dönüşecektir ve biz de katılımcı demokrasi yerine süpermerkezi yapılara teslim olacağız.
Peki nasıl özgürleşebiliriz?
İletişim özgürlüğü bizi diğer insanlara bağlar. Bir ben vardır benden içeri diyoruz ya, sosyal psikoloji sayesinde bir ben de var sizden dışarı… İnsanların aklından geçenlere, anılara ve algılarına sadece okuyarak, dinleyerek, izleyerek erişmiyoruz. Aynı zamanda doğaya ve insanlara sorular soruyoruz. Yine de her şeyi bilemeyiz ve bilmek zorunda değiliz. Gerçi hayat pahalılığı ve çevre kirliliğin arttığı şu yıllarda herkesin en azından ekmek yapmayı ve bahçede meyve–sebze yetiştirmeyi öğrenmesi gerektiğini düşünüyorum. 😊 Tabii ki herkes hem savaş pilotu hem ressam hem de inşaat işçisi olamaz ki çeşitlilik adına hepimizin farklı şeyler bilmesi iyidir… Peki ya uzlaşı sanatı? Çatışmak yerine anlaşmak?
İlgili yazı: Gerçek Adem: ilk insan ne zaman yaşadı?
Akılcı ortak paydada buluşmak
Herkes her şeyi bilmez ve yapmaz ama herkes bir şeyler yaparak biriyle paylaşır. Hediye ederek, satarak veya yardım ederek… Üstelik dünyadaki 7,8 milyar insanı teknoloji ve bayındırlık olmadan beslemek de mümkün değil. Dünyada sadece 1,2 milyar insan olsa belki organik tarım yeterdi ama açık konuşalım, bu gezegende herkesi besleyecek kadar organik yumurta yoktur. Herkesi doyurmak için en azından şimdilik sağlıksız hazır gıdalar tüketmek şarttır.
İşte uzlaşı sanatı burada devreye giriyor. Sağlıklı yaşam için kaynakları sömürmek yerine paylaşmamız gerekiyor. Çoğulculuk diktasının getirdiği proletarya diktatörlüğü yerine çoksesli bir uzlaşı dünyası kurmak gerekiyor. Evet, biz insanlar son 100 yılda teknobilinçli varlıklar olduk (Technosapien). Teknolojiyi de aklımızla geliştirdik ki doğru kullanmayı bilmezsek teknoloji pek yakında insan türünü tehlikeye atacak. Ne de olsa zeka kısa vadeli problem çözme yeteneğidir; ama en basit taş baltayı bile yontmak geleceği düşünmeyi gerektirir. Bu bağlamda uzun vadeli problem çözme yetisine de akıl deriz.
Peki ne kadar uzun vadeli düşünebiliyoruz? Akılcı olmak insanı hakikate ulaştırır derler ki en azından daha iyi kararlar alırsınız. Acı gerçek de şu ki modern hayat birçok insanı merdiven altında yoksullaştırmış olsa dahi teknoloji ortalama insan ömrünü uzatmıştır. Bugün savaşın ortasında kalan en yoksul insanlar bile 12 bin yıl önceki göçebe atalarımızdan daha iyi şartlarda yaşıyor.
Peki bu marifet mi?
Devletlerin minimum ihtiyaçlarımızı karşılaması özgür ve onurlu insanlar olmaya yetmez diyorsanız haklısınız. Bu yazıda akılcı insan doğasını tanıyarak çevre kirliliğini önleyip dünyamızı kurtarmak için nasıl daha akılcı olacağımızı göreceğiz. Ben de akılcı olmanın faydalarını saydım da saydım. Descartes olsa tebrik ederdi. 😀 Peki akılcılık bizi kurtaracak mı? Salt felsefe, bilim ve mantık insanlığın küresel ısınmayla yok olmasını önleyecek mi? Bunun için insan aklının milyonlarca yıllık kökenini görelim:
İlgili yazı: 100 Milyar Kat Zum Yapan Yerçekimi Teleskopu
Akılcı dünya düzeni var mı?
Bu bölümde aklımızın evrim sürecinde ne işe yaradığını göreceğiz. Sonra insan aklının geleceği kurtarmaya yetip yetmeyeceğini inceleyeceğiz. Umalım da insanlar kendi zihninin tutsağı olarak kalmasın. Nitekim beynimiz milyonlarca yılda evrim geçirmiştir. Oysa insan beyninin amacı ahlaklı ve olgun nesiller yetiştirmek değil, bireylerin çocuk sahibi olacak kadar uzun yaşamasını sağlamaktır.
Atalarımız da genlerini 13 yaşından itibaren çocuklarına aktarabiliyordu. Açıkçası ortalama insan ömrünün 18 yıl olduğu 5000 yıl öncesine dek uzun vadeli düşünmeleri de gerekmiyordu. Hatta avcı toplayıcılıktan geldiğimiz için çekirge mantığıyla kaynakları yağmalamak sürdürülebilir tarım ekonomisine baskın çıkıyordu. Örneğin bugün Batman’daki tarım arazilerine inşaat yapılıyor. Bu zihniyet İstanbul bostanlarını ise daha 1980’lerde yok etti. İnşaat sektörü için sürdürülebilir köy–kentlerden uzaklaştık.
Şimdi içinde bulunduğumuz duruma daha yakından bakalım: Güya 1884-1914 arasında hüküm süren ama hâlâ etkili olan modernizm akımı uyarınca insan aklının doğaya boyun eğdirmesi gerektiğini düşünüyoruz. Doğayla uyumlu yaşamaktansa doğayı sömürüyoruz. Oysa uygarlık kontrolden çıkmıştır. Artık uygarlık insana değil, egemenlere bile değil, sadece kârlılığı artırmaya hizmet ediyor. Birazdan göreceğimiz gibi egemenlerin kârlılık tutkusu kendi torunlarının yaşayacağı dünyayı da yok ediyor.
İlgili yazı: Düz Dünya Teorisini Çürüten 12 Kanıt
Akıl dışı bir uygarlığımız var
En popüler örnek inşaat sektörü: Her yıl dünyada New York kadar büyük yeni bir şehir kurmaya eşdeğer inşaat yapılıyor. Son 20 yılda dökülen beton ABD’nin 20 yüzyılda döktüğü betona eşit! Evet, bayındırlık açısından bakarsak ortalama yaşam kalitesi sürekli artıyor. Yemeksepeti ve Trendyol her şeyi ayağımıza getiriyor ve kışın daha iyi ısınan klimalı dairelerde yaşıyoruz. Köylere elektrik ve su gidiyor…
Diğer yandan kendi bahçesi olan müstakil bir evde yaşamak artık İzmir’de bile lüks oldu. İstanbul’a 80’lerde hakim olan balkonlar yeni inşaatlarla ortadan kayboldu. Balkon isteyen Ege’ye ve adaya kaçıyor. Kısacası toplumsal refah sadece Ortaçağa göre artmıştır. Bunun için Güney Koreli yönetmen Bong Joon-ho’un Parazit filmini izleyebilirsiniz. 2019 Cannes Film Festivali’nde altın palmiye alan bu yapıt zenginlerle yoksullar arasında yoz ortaklığı ve çekişmeyi tiksindirircesine anlatıyor.
Hegel’in köle–efendi diyalektiği
Nitekim 19. yy’ın ünlü Alman filozofu Hegel’e göre efendilerin kölelere ve kölelerin de efendilere gereksinimi vardır. Şimdi diyeceksiniz ki “Ama hocam, dünyayı halk yok etmiyor. Bir avuç egemen bizi ele geçirmiş ve sömürüyor. Çevreyi de onlar kirletiyor.” Öyle mi? Egemenleri kim seçiyor peki? Hayvanlara koyduğumuz su kaplarını devirir ya da ağaç fidanlarını sökerken sokak kameralarına yakalanan insanların Facebook’a düşen videolarını gördünüz mü?
Hayır. Biz insanlar 2021’de etik değerlere çok daha saygılı olan, çok daha refah bir dünyada yaşıyor olmalıydık. Peki neden öyle olmadı? Çünkü seçmenler de kısa vadeli düşünüyor. Mesela enflasyon çıkınca hükümeti değiştiriyor ama yeni hükümet enflasyonu daha çok yükseltirse ona ses etmiyor. Bu dünyanın her yerinde böyle. Özetle seçimden seçime oy kullanan; ama iktidarın icraatlarını denetleyip demokratik haklarına sahip çıkmayan dünya yurttaşları egemenler kadar suçlu sayılır. Ne de olsa politikacılar uzaydan gelmiyor ve onları da halk seçiyor. Öyleyse akılcı olma politikasını konuşalım:
İlgili yazı: Dünyadaki En Ölümcül 5 Toksin Nedir?
Küresel ısınma ve akılcı olma
Topu egemenlere atamayacağımızı gördüğümüze göre ne tür varoluş riskleriyle karşılaştığımıza da göz atmalıyız: İleri teknoloji ürünü bir uygarlık kurduk fakat şimdi kendi medeniyetimiz altında eziliyoruz. Eziliyoruz derken yoksulluktan veresiye bakkal alışverişine boş verin. Geleceğimizi belirleyecek çok daha kritik ekonomik kaygılar var. Örneğin küresel ısınmanın en büyük sebebi endüstriyel üretim ve motorlu araç trafiğidir. Bu grup içinde ikinci büyük sebep inşaat sektörüdür. Küresel ısınmanın genel olarak ikinci büyük sebebi ise hayvancılıktır (metan gazı).
Kısacası uygarlığımız için fosil yakıt yakıp üretim yaparken havaya asimetrik elektrik yükü olan bir takım moleküller salıyoruz. Bunlar da güneş ısısını sürekli emip yeniden yayıyor ve dünyayı bir yorgan gibi ısıtıyor. Bunlara sera gazları diyoruz ki üç ana sera gazı karbondioksit, metan ve su buharıdır. Politik nedenlerle metanı pek hesaba katmayız. Oysa ben Neil deGrasse Tyson’ın sunduğu 2014 tarihli Kozmos belgeselini anımsıyorum. Tyson atmosfere yılda 40 milyar ton karbondioksit salıyoruz demişti. 2021’de bu 51 milyar ton oldu; yani karbon salımını hemen durdurmak gerekirken her yıl artırıyoruz.
Peki neden?
Marmara’ya Ergene Irmağı’nın arıtılmamış kanalizasyon ve endüstriyel atıklarını boşaltmakla aynı sebepten… Su arıtma tesisleri pahalıdır. Fabrika sahipleri baca filtresi takmak ve su arıtma sistemi kurmak istemez. Politikacıların seçim kampanyaları için de para gerekir ve parayı iş insanları verir. Parayı veren düdüğü çalar diyeceğim ama dünyadaki birçok politikacı zaten iş insanıdır. İşte bakın Trump’a! Peki bir insan kendi yaşadığı denizi öldürüp Bodrum’da haftalığı 25–50 bin TL’ye tatile gider mi? Kendi çocuklarının geleceğini riske atar mı? Yok olan dünyada para neyi çözecek? Günlük dilde buna aptallık, felsefe dilinde ise akıl dışılık (irrasyonellik) diyoruz. Maalesef her yerde aynıdır:
İlgili yazı: 5 Soruda Paralel Evrenler
Akılcı yaşam ve iklim mültecileri
Çevre kirliliği hem nüfusu besleyecek olan tarımı hem de doğal yaşamı öldürüyor. Oysa asıl tehlike küresel ısınma; çünkü deniz seviyesinde yükselmeye ve yıkıcı iklim değişikliğine yol açıyor. 2100’e dek 2 milyar insan yaşadıkları yerleşimleri su bastığı için yurdundan olacak. İklim mültecileri dünyayı saracak. Küresel ısınma tarlaları kurutarak sıcak çarpmasına neden olacak. Gerçi ısınma her yerde sıcaklığı artırmaz… Örneğin küresel ısınmanın kuzey kutbuna kaymasına bakalım:
Kuzey kutbu sonbaharları geç soğuyor ve dolayısıyla kış havasını da İstanbul’a artık mart ve nisanda değil, haziranda gönderiyor. İskandinavya’daki yüksek basınç yüzünden mayısta mart ayını yaşadık ve haziranda nisanı yaşıyoruz. İstanbul 80’lerin Londrası oldu ki yine 5 gün yağışlı olacak. Sıcaklıklar gündüz 21 dereceye düşecek. Sanki ekimi yaşayacağız İstanbul’da… Sonuç olarak küresel ısınma her yerde sıcaklığı artırmaz ve her zaman tehlikeli fırtınalarla doluya yol açmaz. Bazen de havayı soğutur, tehlikeli fırtınalar ve doluların daha sık görülmesine neden olur. Haziran sonunda İstanbul’da dolu yağabilir.
Özetle bütün bu yaşadıklarımız gezegenin geleceği için kısa vadeli kârlılığın çok ötesinde planlar yapmamız gerektiğini gösteriyor. Peki dünyayı kurtarmak için gereken adımları kim atacak? Hangi politikaları nasıl uygulayacak? Öyle karmaşık bir uygarlık kurduk ki devrimsel yaklaşımla tek bir taşı yerinden çekseniz medeniyet kağıttan şato gibi tepemize çöker. Her şeyi yeniden düşünmek mümkün mü ve uygarlık sil baştan olur mu?
İlgili yazı: Zamanda Yolculuk Etmenin 9 Sıra Dışı Yolu
Asgari ücret ve geleceği düşünmek
En basitinden yarar–zarar hesabını nasıl yapacak ve maliyetleri nasıl karşılayacağız? Gerçi ABD’nin askeri bütçesi 1 trilyon dolar. Oysa ülkedeki boş araziyi 150 yıl önceki doğal hayata geri döndürmek sadece 90 milyar dolara mal olacak. Madem öyle ABD neden bütçesinin daha büyük bir kısmını çevre korumaya ayırmıyor? İş insanları para ödemek istemiyor da ondan… Mesela Amerika’da yıllardır saat başı asgari ücreti 15 dolara çıkarma tartışması sürer gider. Hatta Amazon gibi çok sayıda robot kullanan şirketler daha az insana maaş verdiği için asgari ücrete zammı savunur. Nitekim zam yaptılar.
Öte yandan Walmart ve McDonald’s CEO’ları buna yıllarca direndikten sonra, ancak Biden yönetiminin iktidara gelmesiyle pes etti. O da seçmenlere söz veren Biden’ın baskısıyla oldu. Demek ki ABD’nin gücü Suriye’ye yetiyor ama kendi iş insanlarına söz geçirmesi daha zor oluyor. Biz de CEO’ların 5 yıl, bilemedin 10 yıl sonrasını planlayabildiğini görüyoruz. Kâr odaklı olduklarından daha ilerisini net olarak planlamayacaklardır. ABD ulusal güvenlik danışmanları da genel hatlarıyla 30–50 yıl sonrasını planlayabilir. Peki insanlık 100 yıl sonrasını düşünebilir mi? Ne de olsa bize o lazım:
Doğrusu insan bunları gördükçe bir ülkenin uzun vadeli düşünme yetisinin asgari ücretle doğru orantılı olduğunu düşünüyor. Oysa bizde kısa çalışma ödeneği derken asgari ücret yerine, ondan çok daha düşük olan evrensel gelir geldi (işsizlik maaşının bir türü). Birçok ülke yakında evrensel gelire geçecek. Böylece toplumsal muhalefeti evrensel gelir baskısıyla etkisiz hale getirecek veya satın alacaklar. Zaten dünyada partizanca istihdama arpalık derdik. Bunu artık daha sistematik ve profesyonelce yapacaklar.
Şaka gibi gelecek kaygımız
Şaka (?) bir yana; uzlaşmaya niyetli olmakla geleceğe yönelik küresel çevrecilik politikalarında uzlaşmak iki farklı şeydir. Örneğin bir çözüm Türkiye’de işe yarar ama Sudan’da işe yaramazken, dünyadaki bütün belediyeler ve ülkeler birbirinin ayağına basmadan nasıl işbirliği yapacak? Hiç öteye gitmeyin: Türkiye 80’lerin tarımı öne çıkaran politikalarına geri dönse çokuluslu şirketlerin Türkiye’deki iş ortakları, tarımsal ürünlerde ithalata devam etmemiz için baskı yapmayacak mı?
İlgili yazı: Okyanuslar Hakkında Yanıtını Bilmediğimiz 7 Soru
Akılcı seçmen ve akıl dışı seçmen
Türkiye’nin kendine yeterli olması ABD ve AB’nin gelir kaybına uğraması anlamına geliyor. Demek ki daha iyi bir gelecek kurmak için her şeyi yeniden düşünmemiz gerekiyor. Sadece ekonomik sistemi değil; tüm alışkanlıklarımız, geleneklerimiz ve değerlerimizi yeniden düşünmeliyiz. Değerleri yeniden düşünmek derken manevi ve dinsel değerlerden söz etmiyorum. Kâr odaklılığın merkezde olmadığı bir düzen gerekiyor. Neden derseniz: İkinci Dünya Savaşı’ndaki karneli ekmek kuyruklarının Türk politika hayatını 70 yıldır nasıl etkilediğini bilirsiniz. Milletimiz ekmek kuyruklarını unutamamıştır.
Oysa karneli günlere geri döneceğiz. İşte Ankara’da kademeli su faturasına geçiyoruz ama önümüzdeki yıllarda İstanbul şehrinde de su karnesine geçeceğiz. Yeraltı su kaynakları kurudukça yurttaşlara su kotası getirmek şart olacak. Nasıl ki mobil internet kotasını aşınca hizmet çok pahalı oluyor, aynı şekilde banyo ahizesinden istediğimiz gibi su akıtmak da lüks olacak. Otellerde yıkanmak için otomata her 5 dakikada bozuk para atacak veya yıkanma süresini ayrıca satın alacaksınız.
Kâr odaklı politikalar ilk başta egemenlerin ekonomik çıkarları açısından akılcı gelebilir. Oysa bunlar sürdürülebilir olmayan politikalardır. Evet, Netflix’teki Altered Carbon dizinde olduğu gibi, iş insanları yeryüzü yoksul ve mahvolmuşken 2 km yüksekliğindeki sera kent gökdelenlerin terasında kurdukları evcil bahçelerde yaşamayı hayal edebilirler. Maya kralları da 1100 yıl önce öyle düşünmüştü. Her zaman kapıma bir tas çorba bırakan rahip bulunur demişlerdi. Toplumu kontrol etmek için Roma’nın gladyatör arenalarının da ötesine geçerek din uğruna insan kurban etmeye başlamışlardı.
Peki ne oldu?
Ağaç kes ve orman yak tarımı yüzünden geniş alanlar toz ovası oldu. Komşu krallıklarla yapılan savaşlardaki can kaybı salgın hastalıklar ve açlığı tetikledi. Mayalar Fransız Devrimine benzeyen olaylar yaşadılar. Böylece anlı şanlı Maya uygarlığı çöktü. Birazdan göreceğimiz üzere krallar bütün bu gelişmeleri pencereden izledi ama durdurmak için hiçbir şey yap(a)madılar.
Öyle ki küresel egemenlerin vizyonu yoktur. Salt kâr odaklı olduklarından kendi çıkarlarını bile ömürlerinin ötesinde korumaları mümkün değildir. Güçlü bir istihbarata ve süper bilgisayar analiz gücüne sahip olsalar da böyledir. İnanılmaz servetleri oyun teorisiyle birleşerek onların elini ayağını bağlayan bir kelepçeye dönüşür. Demek ki halkın ipi eline alması gerekiyor. Oysa anarşist Bakunin’i ne kadar sevsem de bu iş salt devrimle çözemeyiz. Neden mi? Pandemi yüzünden:
İlgili yazı: 18 Ayda Nasıl 24 Kilo Verdim?
Akılcı pandemi olur mu?
Sürdürülebilir olmayan politikalar küresel ekonomiyi Altered Carbon teknolojisi gelişmeden çökertecektir. Böyle giderse dünyaya varsılları da yoksulları da kapsayan kaos egemen olacaktır. Biz de bunu küresel pandemi politikasını analiz ederek görebiliriz ama önce ABD’nin durumuna göz atalım. Trump sonrasında ABD’ye yeniden egemen olan küreselleşmeciler, geleceği düşünmek yerine son 40 yılda işledikleri suçlardan yargılanmamak için çırpınıyorlar. Eski kirli ilişkiler ağını aynen sürdürüyorlar.
2016’daki Panama Belgeleri hareketi gibi bir temizlik yapmaya hiç niyetli olmadıklarını fark ediyoruz. Panama Belgelerini temiz toplum için değil de küresel rakiplerini elimine etmek amacıyla kullandıklarını anlıyoruz. Eski İsrail başbakanı Netanyahu buna en iyi örnektir. Hakkında o kadar yolsuzluk suçlaması varken iktidarı kaybedince şok geçirdi.
Meclisteki bir görevli uyarana dek başbakanlık koltuğundan kalkamadı. Bu da egemenlerin kendi kârlılıklarını yönetme yeteneğini bile kaybetmeye başladıklarını gösteriyor. Sanırım çalıyor ama çalışıyor mantığı artık halk arasında pek geçerli olmuyor. Peki bu sürdürülebilir politikaların ve temiz toplumun dünyada yaygınlaşmakta olduğunu mu gösteriyor?
İlgili yazı: Hayat Oyunu: Gödel Eksiklik Teoremi Nedir?
Trump’ın akıl dışı davranışları
Pek değil ve bunu da Trump örneğinde görelim. Trump bir yandan Amerika’da istihdamı artırmak için Çin’le çalışan küreselleşmecilerle mücadele etti. Öte yandan türlü politik kancayla küreselleşmeciler tarafından esir edildi. Bu şartlarda sadece ABD’yi öne çıkaran ve paylaşımcı olmayan bir politika izledi. Tüm diğer ülkelere karşı saldırgan bir tutum takındı. Dahası onun yerine gelen Biden, Çin politikasını aynen sürdürüyor. Peki biz ne yaptık? Trump’ın seçilmesini ezilen sağcı Amerikan yurttaşlarının sistemden intikam alması olarak gördük. Oysa eğitimsiz seçmen doğru seçim yapamaz.
Eğitimsiz seçmen kısa vadeli düşünür ki çoğu zaman günlük emek kaygısına sıkışmıştır. Egemenler halkın gözünü açmaması için bunu bilerek yapar. Nitekim Trump politikaları ırkçı, cinsiyetçi ve ayrımcıydı. Yargılanmaktan korkan Trump hızla bir diktatöre dönüşüyordu. Zaten akıl dışı politikalarıyla ABD’yi kurtarmak gibi bir amacı olmadığını da gösterdi. Amerika’yı kurtarır gibi yaparken kendini zengin etmeye çalıştı. Örneğin devlete kendi adamlarını doldurarak partizanlık yapmaya başladı.
Onu en çok sevenler de dünyadaki diğer partizan iktidarlar oldu. Oysa bu politikalar geri tepti ve Trump kutuplaşmaya gittikçe daha fazla bağımlı oldu. Bu da istihdam yoluyla yeni seçmenler kazanmasını zorlaştırdı. En basitinden, pandemide maske takmadığından Covid 19’a yakalandı. Aşılamaya önem vermediği için on binlerce Amerikalı yaşamını yitirdi. Peki bunun sürdürülebilirlikle ne ilgisi var?
Yakından ilgisi var
Komplo teorilerine boş verin. Tabii ki Sars-Cov-2 virüsü laboratuarda yaratılmadı. Bu iddialar ABD’nin pandemi suçunu Çin’e atıp ona ambargo koyması için bir bahanedir. ABD’nin amacı Çin’e karşı Birleşmiş Milletleri kendi yanına çekmektir. Biden ve Trump politikalarının bu açıdan hiçbir farkı yoktur. Öte yandan pandemiyi ABD yaratmıştır:
İlgili yazı: Nemesis: Dünya’ya Göktaşı Savuran Ölüm Yıldızı
Peki bu nasıl oldu?
Bunu kanıtlamak için Trump’ın sağlık politikalarını inceleyelim. Örneğin Trump, ABD’nin 30 milyon dolarlık acil müdahale fonunu iptal etti. Milli güvenlik kurulundaki pandemi birimini dağıttı. Bizdeki grip.gov.tr’nin eşdeğeri olup ABD ve dünyada salgın hastalıkları önlemek için çalışan CDC bütçesini kesti. Hatta Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) bütçesini de “pandemi sebebi Çin’dir” demedi diye kesti. Trump bu kararların büyük kısmını pandemiden önce, 2017 ve 2018’de aldı. Bunun da iki sebebi var:
Vizyonsuz bir lider olarak sağlık bütçesinden kısmayı marifet sandı ve küreselleşmeciler tarafından maniple edildi. Diğer yandan Corona virüsü yarasalardan nasıl bulaştı yazısında, Alman parlamentosunun 2012’den beri pandemi riskinden haberdar olduğunu göreceksiniz. Yakındoğu’daki Corona virüsü kaynaklı MERS salgınının ardından, Alman meclisine Çin’den SARS türevi yeni bir pandemi çıkacağı uyarısı yapılmıştır. Bu raporun linkini blogda vermiştim ama Almanlar raporu siteden kaldırmışlar. Yine de rapora blogdan ulaşabilirsiniz. Peki bu nasıl bir komplo teorisidir?
Öncelikle bazı komplolar gerçektir: Birincisi, Almanya sağlık bakanlığı önlem aldı ve ülkedeki entübe hasta kapasitesini artırdı. Bu sebeple Almanya pandemiden en az etkilenen ülkelerden biri oldu. Tabii dünyayı kurtarmak Almanya’nın işi değildi ve her ülke kendinden sorumluydu (!).
İkincisi 2014’te yayınlanan Rockefeller Vakfı raporundaki bir senaryoda pandemi olacağını öngörüyor. Peki egemenler neden önlem almadılar? Bunun bir nedeni pandemi sayesinde esnek çalışma saatlerini, proje bazlı işleri, evrensel gelir ve uzaktan çalışmayı yaygınlaştırmak istemeleriydi. Böylece küreselleşme ve ABD merkezli süpermerkezi yapı yaygınlaşacaktı. Ekonomik katma değerin büyük kısmı, dijital işler formatında, internet altyapısı güçlü olan ABD’ye akacaktı. Pandemiyi dünyada zorla dijital dönüşüm yapmak için sopa olarak kullandılar. İkinci neden başlılıktı.
Oysa Trump küreselleşmeci değil
Şimdi diyeceksiniz ki “Ama hocam. Trump küreselleşmecilere karşıydı. Neden pandemiye karşı önlem almadı?” Bunun nedeni dar görüşlü olmasıdır. Trump, küreselleşmecilerin pandemideki can kaybını abartarak suçu ona attıklarını gördü. Vizyoner bir lider buna karşı durmak için aşılamaya önem verirdi. Trump ise CDC ve WHO örgütleriyle kavga etmeyi seçti. Pandemi yok, beni devirmek için ölü sayısını abartıyorlar diye düşündü. Tabii pandeminin etkisiyle de seçimleri kaybetti. Peki seçmenleri ne yaptı?
İlgili yazı: İnsanlar Ne Zaman Tüy Dökmeye Başladı?
Akıl dışılığın yükselişi
Yarım yamalak da olsa ulusal istihdamı artırarak biraz olsun onlara yardım edecek başkanı desteklemek için aşı insan sağlığına zararlıdır yalanını yaydılar. Ne yazık ki Türkiye’deki bazı köşe yazarları da bu saçmalığa alet oldular. Trump seçmeni aşı çocukları otizm ve kanser yapar dedi. Aşı yaparken deri altına kontrol çipi yerleştirip bizi gözetliyorlar dedi. Oysa bu tavır yalnızca pandeminin yaygınlaşması ve Trump’ın çöküşünü hızlandırdı. Trump seçimleri kaybedince seçmenleri kışkırtarak kongreyi basmalarını sağladı. Böylece seçmenler en kötü şekilde kullanılarak bir köşeye atıldılar.
Bilgisiz seçmenler kendi çıkarlarını korumayı başaramadılar. Hani şu saatlik asgari ücretin 15 dolar olması var ya? Trump’ın en büyük muhaliflerinden Jeff Bezos bu zammı Trump gittikten sonra yaptı. O varken değil! Özetle seçmene istediği zammı Trump değil, rakibi küreselleşmeciler verdi. Böylece yerli ve milli Trump’ın ömrü çok kısa oldu. Bu sırada Pentagon da Covid 19’u vücutta tespit eden bir deri altı çip yaptıklarını duyurdu ama korkmayın dedi. Konumunuzu devletle paylaşmıyor…
Düşünün: Hem derinizin altında hasta olduğunuzu saptayacak bir çip var hem de yerinizi devlete bildirmiyor. Hayat Eve Sığar uygulamasında Covid’li olduğunuzu kayda geçirdiklerini ama İstanbulkartınızın toplu taşımada geçerli olmaya devam ettiğini düşünün. Onun gibi bir çelişki. Buna karşın Bill Gates’in pandemi riskine ta 2015’te dikkat çektiğini biliyoruz. Peki dünya yurttaşları ne yaptı? Gates’i pandemiye yol açmakla suçladı! Oysa onu dinleyip önlem alsaydık pandemiyi belki de önleyebilirdik. Peki insanlar neden akıl dışı davrandılar?
İlgili yazı: Gökten Sıvı Cam Yağan Hipersonik Gezegenler
Komplo teorilerinin kökeni nedir?
Gelecekte deri altı çipler kalp krizi geçiren bir insan için ambulans çağırıp ailesine haber verecek. Bunun için akıllı telefonla çalışan mobil cihazlar geliştiriliyor. Erken teşhis ve acil müdahale için kontrol çipleri şarttır. Bill Gates de vizyoner bir iş insanı olarak bu sektörde çalışmak istiyor. Oysa sözüm meclisten dışarı, teknolojinin amacı insana hizmet etmek değil, para kazanmaktır. Toplumsal refah ve işe yarar bir sağlık sistemi sadece yan etkidir.
Buna karşın ABD internetten dünyayı gözetliyor. Dijital teknolojilerle, örneğin Facebook ve Google üzerinden herkesin işine ortak oluyor. İnsanlar bunu yarı bilinçli olarak fark ediyor. Kendi işinin sahibi olmak istiyor ve özel hayatının gizliliğini korumaya çalışıyor. İnsanları sağlığı ve özel hayatı arasında gereksiz bir seçim yapmaya zorlayan küreselleşmecilere karşı çıkıyor. Oysa bunu durdurmak zor. Hayal kırıklığı eğitimsizlikle birleşince halk çaresizce gerçek sonrası komplo teorilerine yöneliyor.
Tabii aşı zararlıdır gibi komplo teorilerinin bir kısmını da Rusya ve Çin yayıyor. Bu ülkelerin amacı ABD’nin deri altı çip sektörüne egemen olmasını önlemektir. Ne de olsa bilgi güçtür ve bu güç büyük veriyle elde edilir. Kısacası komplo teorileri algı yönetimi ve siber savaşların önemli bir parçası olmuştur. Böylece yerli ve milli Trump’ın neden kısa ömürlü olduğunu gördük. Chomsky’nin söylediği gibi küreselleşmeciler demokrasiden değil, ABD kuklası devletlerden yanadır. Tam bağımsızlık isteyen devletler de yurt dışı müdahaleye karşı ancak diktatörlükler olarak var olabiliyor.
Akılcı olmanın önündeki engel
Açıkçası bugünkü Rusya ve Kuzey Kore’yi ABD yarattı. Yoksa Yeltsin yolsuzluğa bulaşmış ayyaş bir politikacı olmasaydı bugün Rusya çok daha demokratik bir yönetime sahip olabilirdi. Ondan önce ABD, Rusya’yı ekonomik olarak yıkmasaydı Sovyetler Birliği’nin sosyal devleti sürebilirdi. Ondan önce de Sovyetler Birliği demokratik olsaydı esnek ekonomisiyle ABD’ye direnebilir ve bu kısır döngüyü kırabilirdi. Bütün bunlar dünyanın geleceği için sürdürülebilir işbirliği çerçevesinde kafa yapımızı neden kökten değiştirmek gerektiğini gösteriyor. Kâr odaklı ekonomi ve teknoloji insana zarar veriyor. Pandemiye de bu gözle bakabiliriz:
Sağlık sistemi sosyal devlet ilkelerine uygun tasarlansa hastanelerde entübe hasta kapasitesi 10 kat yüksek olurdu. Pandemi olmayan zamanlarda ise atıl kapasite yurttaşlara ücretsiz sağlık hizmeti sağlardı. Oysa küresel şirketlerin birçok ülkeye dayattığı bireysel emeklilik sistemi buna izin vermedi. Örneğin İtalya’da hastaların büyük kısmının kapasite eksikliği yüzünden yoğun bakıma alınmadığı ve ölüme terk edildiğini gördük. Pandemiden en az etkilenen ülkeler eğitim ve refah seviyesinin yüksek olduğu sosyal devletler oldu. Sosyal hizmetlerin yetersiz olduğu ABD ise onca servetine rağmen pandemiden en çok etkilenen ülke oldu. ABD başkanı pandemi yüzünden değişti! Böylece dünya düzenini değiştirmenin politik zorluklarını gördük. Şimdi konuya insan psikolojisi açısından bakalım:
İlgili yazı: Samanyolu Galaksisinde Antimadde Yıldızları Var mı?
Küresel ısınma ve deniz salyası
Dünyanın ısınması kimin umurunda? Küresel ısınma ve çevre kirliliğini yarın ödeyeceğimiz fatura kadar umursuyor muyuz? Peki bu problem elimize batan iğnenin acısı kadar acil değilken ve henüz kendini tam olarak hissettirmemişken önlem almakta nasıl uzlaşacağız? Buna da İstanbul’dan örnek verebiliriz. Marmaray, Galataport ve Yenikapı sahil alanı inşaatları İstanbul için önemli projelerdir. Buna karşın inşaat çalışmalarında deniz tabanından çıkan çamur Büyükada açıklarına gömüldü.
Halkın bir kısmı buna karşı çıkarken diğerleri bunu yapmak gerekli ve zararı olmaz dedi. Çamurun Büyükada açıklarına gömülmesine karşı çıkanlar Marmaray’a da karşı çıkmakla suçlandı. Oysa insan hem Marmaray’dan yana olabilir hem de bu projenin daha çevreci olmasını isteyebilir. Ayrıca yurttaşların Marmaray’a karşı çıkma hakkı da vardır. Bu akıl dışılığın sonuçlarına gelince…
Büyükada açıklarındaki çukur kapandıktan sonra Ergene Irmağı’ndan dökülen kirli su ve Kadıköy’deki Kurbağalı Dere ıslah çalışmalarından çıkan pis çamur Marmara’da birikmeye başladı. Büyükada çukuru pis suyun dip akıntısıyla Karadeniz’e boşalmasına izin veriyordu. Soğuk Karedeniz suyunun kimyasal özellikleri de atıkları doğal yolla arıtıyordu. Çukur kapanınca pis su yüzeye yükseldi. Burada Akdeniz’in tuzlu ve sıcak suyundan etkilendi. Küresel ısınmanın etkisiyle iyice ısınan Akdeniz suyu Marmara’da tümüyle yüzeye çıktı. Yüzeye çıkarken de pis suyu beraberinde getirdi.
Neden eğitim şart?
Kısacası hem küreselleşmecilerin vizyon eksikliğinden kaynaklanan uzun vadeli küresel ısınma hem de Türkiye’deki kısa vadeli ekonomik çıkarlar bir araya geldi. Böylece Marmara’dan Karadeniz’e boşalamayan atık su bölgenin tamamında deniz salyasına yol açtı. Özetle son 5 yılda alınan kararlar İstanbul, Marmara, Ege ve Karadeniz’in 50 yıllık geleceğini belirledi. Biz İstanbullular ise bu kritik kararların hiçbirinde uzlaşamadık. Karar bize kalsa bile sonuç değişmeyecekti. Peki bunu nasıl çözeriz?
İlgili yazı: Jüpiter Fırtınası Büyük Kırmızı Leke Yok Olacak mı?
Caddebostan’da akılcı olmak
Bugün insan hayatını tehlikeye atan öyle varoluş problemleri var ki bunlar bizden uzay ve zamanda çok uzaktır ve ancak torunlarımız 40 yaşına gelince kendini gösterecektir. Üstelik bu sorunlar sadece kuşaklararası işbirliğiyle çözülebilir. “Ben dede olarak yaptım yapacağımı, artık kızım ve torunlarım baksın” diyemezsiniz. Hele yarının dedelerinin hiç böyle bir şansı olmayacak:
İşte, 30 yıl çalışıp emekli olarak yazlık aldılar fakat pandemi yüzünden sokağa çıkma yasağı geldi ve kendi yazlıklarında denize giremediler. Biz Caddebostanlılar ise “Her ay tatile gidemeyiz ama yazın Caddebostan sahilden denize girebiliriz” dedik. Peki ne oldu? Deniz salyası o lüksü de elimizden aldı. Burada deniz manzaralı süper lüks daire satın alsanız ne yazar? Semtin niteliği azaldı. Henüz deniz pis kokmuyor ama önlem alınmazsa yakında eski Haliç olacak. Sistemi suçlayabilirsiniz fakat bu tembellik olur. Bu süreç Cadıbostanı’nın 70 yıl önce Caddebostan’a dönüşmesiyle başladı.
İstanbul’da sistem 1950’de Adnan Menderes, Doğu Roma surlarını yıkıp otoyol yaptığından beri değişiyor. Gerçi yolları 1000 yıllık surları yıkmak yerine surların içinden geçirebilirdi ama yaptığı işin sahilden görünmesini istedi. Bunun oylarını artıracağını düşündü. 2012’de ise eski Caddebostanlılar yaşlandılar ve evlerini yıktırıp tek daireden iki daire türeterek birini çocuklarının üzerine yaptılar. Üstüne onlara otomobil aldılar. Tabii sistem tarafından teşvik edildiler. Hem kâr odaklı bir model hem de semtin oy potansiyelini dönüştürmeye yönelik toplum mühendisliği uygulandı.
Kendini gerçekleştiren kehanet
Böylece Caddebostan’ın birçok yeri bahçesi veya ağacı olmayan beton yığını apartmanlara dönüştü. Caddebostan halkı kendi yaşam alanlarını yok etti. Çoğu apartmanda daire sahiplerinin yarısı yıkımda anlaştı ve inşaata karşı çıkanlar da buna boyun eğmek zorunda kaldı. 80 ihtilalinden sonra bostanları ve köşkleri yok etmişlerdi. Bu da üstüne kapak oldu. Artık Caddebostan’da semtin eski halini bilmeyen duyarsız bir kesim de yaşıyor (yeni taşınanlar). Felsefede buna hiper nesne problemi diyoruz:
İlgili yazı: Mars Kuzey Okyanusu Nasıl Oluştu?
Akılcılık ve hiper nesneler
Filozof Timothy Morton diyor ki insanlığın problemleri son derece ağdalı olarak uzay ve zamanda enginlere yayılmıştır. Kısa sürede hayatta kalmak için evrim geçirmiş türümüzün, bu problemleri ne kadar ciddi olursa olsun algılaması ve öngörmesi mümkün değildir. Dünyanın egemenleri gelecek 50 yılı şimdiden planlayabilir ama sadece ekonomik üstünlüklerini gözeterek… Oysa bu planlar kendi varoluşlarını bile garanti edemez. Yarattıkları sorunlar sahip oldukları muazzam güce rağmen insan türünün soyunun tükenmesine ve herkesin yaşam kalitesinin düşmesine neden olabilir.
Bu bağlamda Aldous Huxley’in 1932’de yayınlanan aynı adlı romanından uyarlanan 2020 yapımı Cesur Yeni Dünya dizisini anımsıyorum. Dizide egemenler yüksek gökdelenleri ve sera kentlerinde mutlu mesut yaşıyorlar. Kendi çıkarları için yok ettikleri doğadan uzakta, yapay dünyalarında yaşamayı tercih ediyorlar. Bahçesinde veya saksıda çiçek yetiştirmek yerine sevgilisinin aldığı ve iki günde kuruyacak olan çiçekleri su dolu vazoya koyan biri kadar mesutlar. Peki biz doğayı yok ettikten sonra dünyadaki süper lüks sera kentlerde yaşamak istiyor muyuz?
Herkes nerede yazısında uzaylılar varsa neden Taksim meydanına inip “Maraba Televole!” demediler diye soruyorum. Gelişmiş uygarlıkların uzaya yayılmasını önleyen bir büyük filtre mi var? Mesela küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği büyük filtre olabilir. Belki de küresel ısınma yüzünden önümüzdeki 1000 yılda insanların soyu tükenecek ya da uygarlık çökecek. İşte bugün aldırmadığınız bu tür büyük filtreler birer hiper nesnedir. Bunlar kısa vadeli aklımızın almadığı risklerdir.
Peki sizce büyük filtre nedir?
Küresel ısınma, çevre kirliliği, yıkıcı iklim değişikliği, deniz seviyesinde yükselme, nükleer savaş, pandemi ve açlık gibi filtreler var. Belki de en büyük filtre kısa vadeli ve bencil insan aklıdır. Kendi zihninizden dışarı çıkarak bakış açınızı genişletebilir misiniz? Sahi insan zihni rasyonel midir? Neden mantık, felsefe ve bilim yaptığımız halde hep akıl dışı kararlar alıyoruz? Bu, türümüzün bir zaafı ve tedavi edilmesi gereken bir hastalık mı? Her şeyi akıl ve mantıkla çözebilir miyiz? Mesela aşk ve sevgi gibi güzel duygular da var. Aşkın gözü kördür misali duygularımız akıl dışıdır. Peki yok mu bunun ortası? Akıl ve duygular bağdaşırsa bizi kurtarır mı? Akılcılık konusunda insan psikolojisini görelim:
İlgili yazı: Evren neden hem sonlu hem sonsuzdur?
Akılcı düşünür ve duygusal karar alırız
İnsanların savaş, açlık ve çevre kirliliği kapıya dayanana dek önlem almadığını biliyoruz. Dünyanın diğer bölgeleri yangın yeriyken biz “Benden uzak olsun da ne olursa olsun” diyerek evimizde hiçbir şey olmamış gibi yaşıyoruz. Ateş düştüğü yeri yakar diyerek kendimizi kandırıyoruz. İşte buna sosyal psikolojide davranışsal eylemsizlik diyoruz ki bu da her gün aynı şekilde yaşamaktır. Hayatımız veya çevremizde sorunlar varsa, bunları çözmek yerine aynı davranışlarda ısrar etmektir.
Davranışsal eylemsizlik aynı şeyi yaparak farklı sonuçlar bekleme ve hep dışarıdan gelecek mucize çözümler umma çılgınlığıdır. Faturaları ödemek için iş bulmak yerine piyangodan büyük ikramiye çıkmasını beklemek buna bir örnektir. Bu tutuma mantıkta statükoyu koruma taraflılığı deriz. Peki neden böyleyiz? Doğrusu akıl dışılık evrim sürecinde kayrılan bir özelliktir. Bir organizma aynı ortamda aynı şekilde uzun süre yaşamış, yavrulamış ve onlara başarıyla bakmışsa mevcut durum genlerini soyuna aktarmasına yeterli demektir. O zaman organizma durumunu değiştirmek istemez.
Demek ki biz insanlar olgun insan olmak için aslında doğamıza, genlerimize karşı mücadele ediyoruz. Evrim de özünde oyun teorisidir… Bir sistemi değiştirmek isteyenler yüksek risk alacak ama çevreden yeterli destek ve kaynak bulamayacaktır. Tersine sisteme uygun politika yürütenler onları ekarte edecektir. Bu da doğal seçilimle toplumsal seçilim arasındaki çekişmeye dayanır. Örneğin kadınlar çocuk doğurduğu için kalçaları geniştir. Güçlü ve hızlı koşmak açısından da erkeklerin kalçaları nispeten dardır. Bu durumda toplumsal seçilim aşırı dar kalçalı erkekler ve aşırı geniş kalçalı kadınları kayırır.
Evrim akılcı değil, kördür
Oysa bu durum hareket kabiliyetini sınırlayarak doğada yaşamayı zorlaştırır. Mesela kalçaları aşırı büyük olan atalarımız yırtıcılardan kaçamamıştır. Böylece ortalama kalçalara sahip bireylerin soyu devam etmiştir. Sonuç olarak dâhiler, peygamber gibi insanlar ve Atatürk gibi liderler nadir olacaktır. Küçük çıkarlar peşinde koşan ortalama zekaya sahip insanlar da pek yaygın olacaktır. Bunlar küresel egemenler kadar bencil olmayacak ama büyük kaynaklara sahip olan az sayıdaki egemenin emellerine alet olabilecektir. Bunu önlemek için empati yeteneğimizi güçlendirmemiz gerekiyor:
İlgili yazı: Dünya Dışı Yaşam Olduğunu Nasıl Anlarız?
Dünyayı karşılıklı anlayış kurtaracak
Biz insanların en büyük eksikliği empati yoksunu olmaktır. Teknolojiyi dünyanın dört bir tarafına satıyoruz. Kitap yazarak ve ders vererek aklımızdan geçenleri herkesle paylaşıyoruz. Bilim, teknoloji ve dar anlamda akılcı düşünme konusunda sorunumuz yok. Buna karşın empati yeteneğimiz genellikle ailemiz, yakın akrabalarımız, sevgilimiz ve can dostlarımızla sınırlı. Herkese yardım edecek zamanımız ve kaynaklarımız olmadığı için bu da normaldir. Oysa aynı zamanda önümüzdeki en büyük filtredir.
Sadece akıl ve teknoloji küreselleştiği zaman bu imkanlardan yararlanan az sayıdaki egemen bütün insanlığı sömürüyor. Yine de kibre karşı empati yazısında anlattığım gibi iki tür empati vardır. Duygusal ve bilişsel empati… Etik değerler için ikisini de sahip olmamız lazım. Buna karşın duygu sömürüsünden uzak ve adil olmak için akılcı bilişsel empati yeteneğimizi de geliştirmemiz gerekiyor. Mesela seçmenin neden kısa vadeli düşünüp yanlışta ısrar ettiğini onlara kızarak anlayamayız. Diğer yandan seçmenlerin motivasyonunu anlarsak onları yönlendirmek yerine özgürleştirecek adımlar atabiliriz.
Kısacası bilişsel empati için aklımızı kullanmamız gerekir ki en iyi politikayı da bilimle yaparız. Buna karşın politikacılar genellikle bilimsel gerçeklere aykırı davranır. Örneğin Amerika’da politikacılar fabrikatörlerin küresel ısınmaya yol açtığını kabul etmek yerine onları korumaya çalışır. Bu yüzden halka küresel ısınmanın insan eseri olmadığı yalanını söylerler. Bilim insanları gerçeği belirtir ama onların sayısı azdır. Oysa kitleler politikacılara inanırsa onları çevreci yasalar çıkarmaya zorlamazlar. Böylece politikacılar halkın gözüne baka baka yalan söyler ve oyun sürer. Peki neden aklımızı kullanmıyoruz? Bunun için akıl nedir diye soralım:
İlgili yazı: Kuantum Parçacıklar Nedir ve Nasıl Çalışır?
Akıl ve akılcı olmak nedir?
Akıl çıkarımlar yapar. Çıkarım yapmak da eldeki enformasyondan yeni bilgiler türetmek demektir. Örneğin iki boyutlu bir fotoğrafa baktığımızda o kişinin aslında üç boyutlu olduğunu biliriz. Buna karşın beynimizin üç boyutu algılamasını sağlayan fiziksel süreçleri de bilmeyiz. Öyleyse sonuç çıkarmak aslında çıkarım yapmaktır. Öte yandan bir sonuca NASIL vardığımızı bilinçli olarak düşünürsek buna AKIL YÜRÜTME denir. Akıl yürütürken sezgisel veya dürtüsel olarak sonuca varmayız. Bunun yerine olgulara bakıp bunların ne tür sonuçları desteklediğini görürüz.
Birisi ani bir hareket yaparak bizi korkutursa “Ay!” diye bağırmakla bunun bir şaka olduğunu fark etmek arasındaki fark, dürtülerle akıl yürütmek arasındaki farktır. Buna felsefeden örnek vermek istiyorum; çünkü akıl yürütmek ile matematik denklemlerini çözmek arasındaki farkı bazen karıştırıyoruz. Özellikle de felsefe ile matematik ve bilim arasındaki farkı çocuklara öğretmiyoruz. Matematik ve felsefenin tanımını yapmak bunun için yeterli olmuyor. İkisi arasında düşünme farkı var.
Örneğin akılcı Eratosthenes yaklaşık 2200 yıl önce Dünya’nın çevresini bugün kabul edilen değere göre en çok yüzde 2’lik hata payıyla hesaplarken bunu Dünya’nın çevresinde tur atarak yapmadı. Eline bir cetvel alıp her adımını ölçerek başladığı noktaya geri dönene kadar yürümedi. Doğrudan deneysel yöntemlere başvurmadı. Dünya’nın çevresini ölçerek değil, çıkarım yaparak hesapladı. Bunu nasıl yaptığını öğrenmek ev ödeviniz olsun ama bir ipucu vereyim: Eratosthenes deve kervanlarının bir günde ortalama ne kadar yol alacağı ve gölgelerin Güneş’in yüksekliğine göre nasıl uzayacağını biliyordu. 😉
Akılcı köpek yoktur
Kısacası insanı hayvanlardan ayıran şey akıl yürütmesidir; çünkü hayvanlar çıkarım yapamaz. Bu yüzden balkondaki köpeğiniz her gün yoldan geçen köpeklere havlar ama asla onların transit geçtiğini anlamaz. Her seferinde evini işgal etmeye gelen rakipler olduğunu sanır. Köpeğiniz çıkarım yapamadığı için bir şehirde yaşadığını öğrenemez. Dün, bugün ve zaman kavramı yoktur. Köpeğinize tuvalet terbiyesi verebilirsiniz ama ona yarını öğretemezsiniz. Oh ne ala! Biz hayvanlardan üstünüz. Öyleyse neden her konuda anlaşamıyoruz? Neden uzlaşıp doğru ve barışçıl sonuçlara varamıyoruz?
İlgili yazı: Sanal Parçacıklar Gerçek mi Yoksa Matematiksel mi?
Akılcı olmamak sinir bozar
Mesela insanlarla anlaşamayınca ne dersiniz? İnsanlar bunu neden anlamıyor? Ne kadar akılcı olduğumu görmüyorlar mı? Herkes mantıklı olsa dünya sorunlardan kurtulurdu! Hugo Mercier ve Dan Sperber bunu Akıl Muamması (Enigma of Reason) kitabında anlatıyor. Nitekim anlaşmazlık halinde sizin akılcı olduğunuzu ama diğerlerinin akıl dışı davrandığını, sizden başka herkesin saçmaladığını düşünmek kolaydır. Mantık bulmacaları çözerken bunda haklı olabilirsiniz ama hayat mantıklı değildir. Bu bir metafor da değil. Hayat gerçekten mantıksızdır ve bunu bir mantık bulmacasıyla görelim. 😊
Toygar, Yazgülü’ne bakıyor.
Yazgülü, Alperen’e bakıyor.
Toygar evlidir.
Alperen evli değildir.
Öyleyse evli biri evli olmayan birine mi bakıyor? Evet, hayır, yoksa karar vermek için yeterli veri yok mu? Var aslında. Sorunun yanıtı EVET. Yazgülü’nün evli olup olmadığını bilmediğiniz için sorunun yanıtsız olduğunu düşünebilirsiniz. Oysa ya evlidir ya da evli değildir. Evliyse, evli biri evli olmayan birine bakıyordur. Evli değilse bu kez de evli olan Toygar, evli olmayan Yazgülü’ne bakıyordur. Sorunun yanıtı Yazgülü’ne bağlı değildir. O evli olsa da olmasa da evli biri, evli olmayan birine bakıyor olacaktır. Bunu herkes kabul etmelidir değil mi? Ne yazık ki hayatta 2 kere 2 her zaman 4 etmez.
Akıl dışılığın tanımı
Bunu da mantıksal bir kıyasla görelim: Bütün filler harikadır. Koca Kulak bir fildir. Öyleyse Koca Kulak harikadır. Bu mantıklı bir çıkarımdır ama makul değildir. Harika olmak ne demek? Filler neden harikadır? Sonuçta neyin harika olduğu kişiye göre değişir. Bu nedenle nesnel bir kıyasa konu olamaz. Örneğin siz bir fil değilsiniz. Peki fil değilsiniz diye harika bir insan da olamaz mısınız? Bu sorunu nasıl çözeriz? Nesnel ve tarafsız olmak işimizi çözer mi?
İlgili yazı: Einstein’ın Tuhaf Uzaktan Etki Kavramı Nedir?
Nesnel olmak akılcı olmak mı?
Son 100 yılda yapılan araştırmalar insanların akılcı olmakta başarısız olduğunu göstermekle kalmıyor. Aynı zamanda düşünce tembeli ve taraflı olduğumuzu gösteriyor. En eğitimli ve zeki insanlar bile eşi ve çocuklarıyla ilgili olaylarda duygusal davrandığı için saçmalayabiliyor. Sanki insan beyni akıl dışı olmak için evrim geçirmiş gibi… Bunun temel nedeni beynimizin nasıl çalıştığını bilmiyor ve algılamıyor olmamızdır ama bunu özgür irade var mı yazısında anlattım. Konuyu toparlarken odaklanacağımız nokta ise başka:
Biz insanlar akılcı sosyal hayvanlarız. Neandertal insanının soyu tükenirken atalarımız 100 km uzaktaki ailelerle ticaret yaparak hayatta kaldılar. Sosyal yanımız o kadar kuvvetli ki sonuçları nedenlere uydurmak yerine, nedenleri sonuçlara uyduruyoruz. Örneğin bir müşteri bir şeyi satın almaya yatkınsa ürünü onun satın alacağı şekilde tanıtıyoruz. Bu konuda objektif de olmuyoruz. Karşı tarafı ikna edecek nedenler uyduruyoruz. Bir kızı/oğlanı “tavlamak” için onun hoşuna gider şeyler yapıyoruz. Bunların bir kısmı normalde yapmayacağımız şeyler olabilir ama onu kazanmak için kendimizi ikna ediyoruz. 😉
Mesela hayat problemlerini çözmek zor mu geliyor? Başkalarını suçluyoruz. En basitinden, diyetteyiz diyelim ama çok acıktık… Bunun nedeni de aç kalmaktan çok, vücudumuzun yüksek kan şekerine alışmış olmasıdır. Acıkmadığımız halde kan şekerimiz düşüyor ve beyinde açlık hissi uyanıyor. Biz de “Çok acıktım. Hem ne zamandır pizza yememiştim, diyete yarın devam ederim” diyoruz. Neyi neden yaptığımızın gerçek sebeplerini düşünmek yerine mantıklı bahaneler üretiyoruz.
Kendimizi kandırıyoruz
Bakın, yukarıdaki açıklamalar mantıklı ama bunlar gerçeklerle örtüşmüyor. İnsanların politikacıları takım tutar gibi sevmesinin sebebi de budur. İnsanların genellikle maddi kazancı olan insanları sevmesi ve öküz ölünce ortaklığın bozulmasının sebebi budur. İşte bu yüzden bilim ve felsefe çok önemlidir; çünkü bu disiplinler olayların ve davranışların gerçek nedenlerini araştırır. Sanat bireysel psikolojinin dolaysız dışa vurumu olduğu için insanı bilim ve felsefe kadar özgürleştirmez. Yalnızca bilim ve felsefe insanı kendi zihninin tutsağı olmaktan kurtarma potansiyeline sahiptir:
İlgili yazı: Canlılık nedir? Virüsler ve Viroitler Canlı mı?
En akılcı dal bilimdir
Bilim akılcı felsefeden bile önemlidir; çünkü olayların gerçek nedenini her zaman bilemeyiz. Deney ve gözlemler gözümüzden kaçan gerçekleri ve olguları bize gösterir. Bilim tutarlılıkla değil geçerlilikle ilgilenir; çünkü bütün geçerli önermeler tutarlıdır ama bütün tutarlı önermeler geçerli değildir. Dahası deney yapmadan geçerli bir şeyin neden tutarlı olduğunu da bilemeyiz. Mesela yıldızların yeşil renkli olmadığını eskiden beri biliyoruz. Oysa ancak son 50 yılda neden yeşil yıldız olmadığını öğrendik.
Gödel teoreminde anlattığım gibi biz sadece aklımızın erdiği matematiği bilebiliriz. Bilim ise aklımıza gelmeyen kapıları açabilir. Sözün özü eğitim şart. 😊 Peki bunun empati büyük filtresiyle ne ilgisi var? Vicdanlı olmanın yolu karşımızdakinin acısına duyarlı olmaktan geçmez. Aynı zamanda bizim neden öyle davrandığımızı bilmeyi de gerektirir.
Yoksa profesyonel dilenci çocuklara para verip durursunuz. Bir yandan vicdanınızı rahatlatır, diğer yandan da küçük çocukları dilenerek para kazanmaya teşvik edersiniz. Sadece yakınlarımızı değil, herkesi sevmeyi öğrenmezsek insan türü önümüzdeki 1000 yılda yok olabilir; çünkü teknolojik tahribat bu boyutlara ulaştı. Empati yeteneğimizin yakın çevremizle sınırlı kalması bir varoluş riski olarak türümüzün uzaya yayılmasının önündeki en büyük filtredir.
Oysa fazlası var
Richard Dawkins’in aynı adlı kitabında yazdığı gibi Gen Bencildir. İnsanların evrimsel açıdan öncelikle kendi çıkarlarını korumak için başkalarına yardın eder. Gerçekten de karşılıksız sevgi ve yardımseverlik az insanda bulunur. Onların da her zaman bu kadar diğerkâm davrandığını söyleyemeyiz. Siz de Uzayzaman Nedir & Uzay Gerçek Midir? diye sorabilir ve kuantum ölçümlerin enformasyonu yok edip etmediğini merak edebilirsiniz. Hızınızı alamayarak Planck kalıntısı kara delikleri ve evrenin en verimli makinelerini de inceleyebilirsiniz. Bilimle ve sağlıcakla kalın. 😊