İnsanlığın Sonunu Getirecek En Tehlikeli 5 Teknoloji
|Bilim insanları 2100 yılında insanlığın soyunu tüketebilecek olan en tehlikeli 5 teknolojiyi açıkladı ve varoluş risklerini hesapladı: Süper zeka ve robotlar, nanoteknoloji ve gri bulamaç, gen mühendisliği ve biyolojik silahlar, yağmur bulutlarının yok olması ve küresel ısınmaya bağlı karbondioksit zehirlenmesi. Peki hangisi daha tehlikeli ve felaketi nasıl önleyebiliriz?
İnsan türü 100 yılda yok olabilir
Şu gerçeği kabul edelim: Bir gün insan türünün soyu tükenecek. Ya biyoteknolojiyi kullanarak ve yapay zekanın etkisiyle insan olmayı aşıp farklı bir canlı türüne dönüşeceğiz ya da küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği ile çevre kirliliği yüzünden soyumuz tükenecek.
Nitekim hayatımıza ne kadar önem ve akıllıysak ne kadar değer verirsek verelim bu gerçekten kaçamayız. Dünya’nın yaşam barındırdığı son 4,2 milyar yılda ortaya çıkan canlıların yüzde 99,9’unun soyu tükendi. Bunlar evrim sürecinde ya yeni canlılara dönüştüler veya yok oldular.
Bizim için farklı olacağını düşünmek abes olur. Ayrıca neredeyse ölümsüz bir köpekbalığı türünde olduğu gibi, geleceğe hiç değişmeden kalmak isteyeceğimizi de sanmıyorum. Teknolojik ilerlemeler, global seçkinler zümresindeki statükoculara rağmen, yerinde saymamıza izin vermeyecektir.
İlgili yazı: Gerçek Adem: ilk insan ne zaman yaşadı?
Öyleyse insanlığın sonunu ne getirecek?
Buna iyimser açıdan bakarsak insanların daha gelişmiş bir canlı türüne dönüşmesini hangi teknolojiler destekleyecek ve tetikleyecek de diyebiliriz; çünkü klasik yokoluş süreci çok trajik ve çok da sıkıcı: Küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği ile bundan kaynaklanan deniz seviyesindeki yükselmenin yol açacağı açlık, hastalık ve nükleer savaş… Bunlar en klasik varoluş riskleridir.
Buna ek olarak Evren bir simülasyon mu ve Bilimkurgudaki en şeytani 20 yapay zeka yazılarında, robotların insan türünü nasıl yok edebileceğini de yazdım. Zaten bilim insanlarının dediği kadar bela arayan ve bela çıkaran bir tür isek kendi sonumuzu getireceğimiz kesin: Bizler çok zekiyiz, ne yazık ki zeki olduğumuz kadar ahlaklı değiliz; ama her durumda katıksız merak kediyi öldürür.
Bu tür sorular ilk bakışta komplo teorisi veya bilimkurgu senaryosu gibi gelse de Oxford Üniversitesi gibi saygın öğretim kurumlarında çalışan çok sayıda bilim insanı, insanlık için riskli olabilecek teknolojileri araştırıyor. Böylece varoluş riskimizi hesaplamaya çalışıyor: Hangi yeni teknoloji, bizi ne zaman ve ne olasılıkla yok edebilir?
İlgili yazı: Kodlama İçin En Gerekli 16 Programlama Dili
En yeni 5 varoluş riski
Nitekim bilim insanları 2008 yılında bu konuyu araştıran meslektaşları arasında bir anket yaptılar ve insanlığın ölümü “Ne”den olacak sorusunu sordular. Bu araştırmanın sonuçları da Küresel Felaket Riskleri Anketi başlığıyla yayınlandı. Öyle ki insanlığın 2100 yılına kadar kendini bir şekilde yok etme olasılığı yüzde 19 çıkıyor.1
Ancak, araştırma sonuçları ve güncellemelerine geçmeden önce, bu tür yokoluş araştırmalarının neden gerekli olduğunu söyleyelim: Biz bu araştırmalarda bizi gerçekten yok edebilecek teknolojilerin risk düzeyini hesaplamıyoruz. Aslında bu sayede, hangi teknolojinin bizi nasıl yok edeceğinin ne kadar farkında olduğumuzu görüyoruz. Kendimiz ve geleceğe ilişkin farkındalığımızı geliştiriyoruz.
İlgili yazı: İnternetinizi Uçuracak En İyi 10 Modem
İnsanlığın bekası için farkındalık önemli
Geçen hafta sonu, 6 Mayıs Hıdrellez gününde Rize’deki Ayder yaylasına gittim. O güneşli günde, insanın kendinin farkında olması ve kendini analiz edebilme yeteneğine sahip olması gerektiğinin önemini bir kez daha kavradım.
Nasıl derseniz: Tur minibüsünde fazla kilolu bir hanımefendi vardı ve araca binerken bu tür yokuşlu-yamaçlı gezilerde midesinin sarsıntıdan bulanabileceğine dikkat etmemişti. Dahası, Ayder yaylasına sadece baraka kılıklı restoranlarda yemek yemek için çıkmıştı. Yaylada gezmek, yürüyüş yapmak ve hava almak gibi bir amacı yoktu. Olsun. İnsanlar özgürdür.
Ancak, dönüş yolunda kendi sözleriyle tıka basa yemekten midesi bulandı. Aracı durdurdu, indi, yediklerini çıkardı ve tekrar araca bindi. Buraya dek sorun yok, ama 10 dakika sonra ne dedi biliyor musunuz? “Karnım acıktı. Trabzon’da yemek yiyelim!” İnsanlığın asıl sorunu bu işte: Ne kendimizin farkındayız, ne de kendimizi ve çevremizi analiz etmeyi biliyoruz.
Şimdi 10 dakika öncesini hatırlamayan insanlardan bu dünyada milyarlarca olduğunu düşünün ve biz onlarla birlikte veya onlara rağmen Dünya gezegeninde insanlığın geleceğini kurtarmaya çalışıyoruz. O yüzden icat ettiğimiz teknolojilerin gerçek varoluş riskini hesaplamak çok önemli. Öyleyse 2100’e kadar insanlığın sonunu getirebilecek olan en tehlikeli 5 yeni teknolojiyi görelim:
İlgili yazı: Düz Dünya Teorisini Çürüten 12 Kanıt
1. Süper zeka ve robotlaşma
Terminator filmlerindeki gibi robotlar insanlığı yok eder mi veya Matrix filmlerindeki gibi köleleştirir mi? Her iki senaryonun da açılımlarını önceki yazılarda detaylarıyla yazdım. Ancak, bilim insanları süper zeka riskinin güncel bir değerlendirmesini yaptılar ve 2100 yılına kadar robotların nükleer savaş veya başka bir şekilde insanlığı yok etme riskini yüzde 5 olarak hesapladılar.
2015’te düzenlenen Uluslararası Makine Öğrenmesi ve Sinir Bilgileri İşleme konferanslarına katılan yapay zeka uzmanları, yapay zekanın en geç 2100 yılında insan zekasını aşacağını söylediler. Yapay zekanın insanlığın ekonomik problemlerini çözeceğini, çevre kirliliği ile sağlık sorunlarına çare olacağını ve insani robotların yaşlılara bakıcılık yapacağını düşünürsek bu harika bir şey!
Öte yandan robotların hem kol gücüne, hem de akıl gücüne dayanan işlerde işsizliğe yol açacağını düşünürsek; dahası kısa vadede işsizliğe yol açmaktan ziyade iyi para getirip ruhsal, bedensel ve zihinsel tatmin sağlayan nitelikli işlerin sayısını azaltacağına dikkat edersek bu kötü bir şey.
İlgili yazı: Çinliler Maymuna İnsan Beyni Geni Yerleştirdi
İnsanlığın işsiz kalması muhtemel
Bizler de işsiz kalan insanlara devletten işsizlik maaşı bağlayarak (evrensel gelir) bu sorunu çözmeye çalışabiliriz; ama bu kolay değil. Örneğin, devletler evrensel gelir için gereken parayı nereden bulacaklar?
Hükümetler daha doğru dürüst vergi toplamasını bilmiyor ve topladıkları vergiyi halka harcamayı beceremiyor. Ayrıca evrensel gelir insanları işsiz kalmaya teşvik edebilir. Örneğin, Hollanda’da işsizlik maaşı babalar için daha yüksek. Bu yüzden erkekler evde kalıp çocuk bakıyor ve kadınlar çalışıyor.
Öte yandan, robot ekonomisinin maliyetleri düşürmekle birlikte insanlar için yeterince ek gelir ve katma değer sağlamadığını; daha çok şirketlerin gelirlerini artırdığını biliyoruz (mevcut seçkinler iktidarı sistemi, yani oligarşi düzeni nedeniyle).
İlgili yazı: Evrenin En Büyük Yıldızı UY Scuti mi?
İşsizlik riskini inceleyelim
1820 yılında insanlar dokuma tezgahlarında elle üretimden buharlı makinelere geçtiğinde birçok iş kolu yok oldu. Ancak, buharlı makinelerle birlikte sanayi devrimi birçok yeni iş kolları doğurdu. Keza 1970’lerde fabrikalardaki üretim hatlarında bilgisayar kullanmaya başladığımız zaman da çok sayıda iş kolu yok oldu; ama üçüncü sanayi devrimi yeni istihdam alanları doğurdu.
Öte yandan, 2004 yılında kurulan Facebook, 2018 yılı sonunda kârını geçen yıla göre yüzde 38,89 artırarak 22,211 milyar dolar kâr elde etti. Ancak, Aralık 2018’de 6,881 milyar dolar olan kârı, geçen yılın Aralık ayına göre yüzde 61,26 arttı! Facebook’un 2018 geliri ise 55,838 milyar dolar oldu.
Peki Facebook, Türkiye’nin 65 milyar dolarlık 2018 dış borç faizinin yüzde 85’ine eşit olan bu parayı nasıl kazanıyor? Online reklamlar, video reklamlar, sponsorlu içerik ve Facebook kullanıcılarının kişisel verilerini diğer şirketlere satarak kazanıyor (hangi web sayfalarını ziyaret ettikleri vb.).
Öyleyse en büyük katma değer internettir. Peki sizce Facebook kendi geliriyle karşılaştırılabilecek kadar istihdam yaratıyor mu? Örneğin, 2018’de ABD için yılda 5 milyar dolar eşdeğerinde ek istihdam yarattı mı? Kesinlikle hayır. Peki Google, Apple ve hatta Amazon yarattı mı? Yine hayır.
İlgili yazı: Mobil İnternette Video İzleme Rehberi
İnsanlığın sıkıştığı nokta
İnternet ekonomisi çok büyük ve çok da para kazandırıyor; ama aynı zamanda, yazılım otomasyonu sebebiyle büyük oranda işsizliğe yol açıyor ki az sonra bunu sayılarla göstereceğim. Yine de şunu aklımızda tutabiliriz: Facebook insanların özel hayatını gözetleyerek para kazanıyor.
Değerli hocamız Zeynep Tüfekçi’nin 2017 tarihli TED konuşmasında dediği gibi Facebook, sırf insanları gözetleyerek onlara özelleştirilmiş hizmetler sunmak ve aynı zamanda alakalı reklamlar göstermek için tehlikeli bir yapay zeka geliştiriyor. Bu kendi başına bir gözetim devleti riski yaratıyor.
Kuzey Karolina Üniversitesi, Chapel Hill’in Enformasyon ve Kütüphane Bilimi Bölümü öğretim üyesi Dr. Tüfekçi’ye göre, bunun da Youtube kullanıcılarında şiddete eğilimin artması ve ABD başkanlık seçimlerinde Facebook üzerinden manipülasyon yapılması gibi ağır sonuçları oluyor.
Ben de demokraside insanların seçme ve iktidarı değiştirme özgürlüğünü elinden alan bu tür yapay zeka risklerini Cambridge Analytica Skandalı yazısında anlattım; çünkü demokrasi seçme özgürlüğü değil, iktidarı seçimle değiştirebilme özgürlüğüdür.
Demokrasinin sonu
Öyleyse yapay zeka insan zekasını aşar ve ortaya çıkan süper zeka da insanlığa, “Gezegeni bundan sonra ben yöneteceğim. Siz de bana kul olacaksınız” derse bu bir varoluş riskidir. Süper zekanın insanlığın kazanımlarını yok etmesi için kimseyi öldürmesine gerek yok. Robot diktatörler buna yeter.
İlgili yazı: Biyonik Böbrek ile Diyaliz Derdine Son
İnsanlığın karşısında süper zeka
Nitekim süper zekayı sanattan edebiyat ve felsefeye kadar her alanda insanları aşan zeka olarak tanımlıyoruz. Buna soyut düşünme ve genel zeka da dahil. Ancak, süper zekanın aynı zamanda süper ahlaklı olup olmayacağını zamanla göreceğiz. Yine de tanım gereği süper etik olmasını bekleriz. Peki süper zekanın süper etik olmasını nasıl sağlarız? Tabii ki eğitimle ve bunu aşağıda anlatacağım.
Asıl sürpriz ise ilk süper zekanın robotlardan değil, beden hackleme yoluyla beynini teknolojiyle geliştiren insanlardan çıkacak olmasıdır. Gerçi ilk süper zeka geleceğin süper zeki insanları olsa da yapay zekadan; yani robotlardan türeyen süper zeka, gelecekte süper zeki insanları mutlaka aşacaktır.
Sonuçta burada mantıklı, akıllı, sosyal olan ve aynı zamanda sokakta yolunu bulmasını bilen süper güçlü hesap makinelerinden söz ediyoruz. Oysa asıl kritik haber ne biliyor musunuz? Yapay zeka uzmanlarına göre, robotların önümüzdeki 50 yılda insandan zeki olma şansı yüzde 50’dir.
Oysa bizler henüz insanlığın ırkçılık ve ayrımcılık problemini çözemedik. Robotlarla nasıl anlaşacağımızı ise tanrı bilir. İşte bu yüzden, robotlar yanlış ellerde çok tehlikeli bir kitle imha silahına dönüşebilir. Özellikle de sadece kullanıcılara reklam gösterip para kazandırmak üzere programlanmış olan ahlaksız süper zeka yaratırsak.
İlgili yazı: Yapay Zeka İnsan Kadar Zeki Olacak mı?
Otonom süper zeka
İşin ilginci Tesla ve Uber’in otopilotlu sürücüsüz otomobilleri ve yine kendi başına uçan dronlardan yola çıkarsak süper zekanın da kısa sürede otonom olacağını söyleyebiliriz. Bu, kendi kararlarını kendi başına alabilen bağımsız süper zekadır (Bkz. Robot polis terörist öldürdü). İşte o zaman, Skynet veya Matrix gibi yazılımlar insanlığı tehdit olarak görebilir ve bizi virüs gibi temizlemek isteyebilir.
Ancak, Platon’un dediği gibi ve süper zekanın her alanda bizi aşması gerektiği varsayımından hareketle; süper etik robotlar ortaya çıkınca insanlığın sorunlarını çözmede bize yardımcı olabilirler. Ne de olsa süper zekanın biz ilkel insanlardan korkmasına ve kendini korumasına gerek kalmayacaktır.
Ayrıca yapay zeka geliştirirken bu yazılımların güvenli olmasına, bilgisayar virüsü gibi her yere bulaşmamasına ve intikam arzusu beslememesine dikkat ediyoruz. Örneğin, fabrikadaki robotların plastik bariyerlerin ardında çalışmasının bir nedeni var:
Kimse insan hayatını korumayı, fabrikadaki robotları tasarlayan mühendislerden daha fazla düşünmüyor. Bunun asıl nedeniyse iş kanunları: Örneğin, bir fabrikada işçi sırf eğitim yetersizliği yüzünden kendini yöneticilere iyi ifade edemediği için kızıp güvenlik kamerasına çekiç fırlatır ve kamerayı kırarsa; ancak kameradan seken çekiçle kendi de yaralanırsa asıl suçlu işveren oluyor:
İnsanlığın yasaları
İşçi mala zarar vermekten hüküm giyiyor; ama ilgili yönetici, en iyi ihtimalle taksirle adam yaralamaktan yargılanıyor. Sonuç olarak askeri robotlar bile, öldürme veya hayat kurtarma gibi kritik kararları sadece insanların vereceği şekilde programlanıyor. En yaygın uygulama ise robotları sadece verilen işi yapacak şekilde programlamak ve aklına başka şeyler gelmesini önlemek:
İlgili yazı: Capsule Network: İnsan gibi Düşünen Yapay Zeka
Kelepçeli yapay zeka
Bu da bizi kelepçeli yapay zeka sorununa getiriyor: Kendi başına karar alamayan süper zeki bir robot köle, sadece şirketlere daha çok para kazandırmak için tasarlanmış olan bir süper robot ne kadar ahlaklı olabilir?
Oxford Üniversitesi felsefe profesörü Nick Bostrom’un kendisiyle 2015’te yaptığım söyleşide dediği gibi: Süper zeki bir ataş makinesinin, sırf verimliliği artırmak için bütün insanlığı eritip ataş yapmayacağından nasıl emin olabiliriz?
Her durumda, gelecekte bizden zeki olan robotlarla hayatımız için pazarlık etmek zorunda kalmak yerine, şimdiden güvenlik önlemleri almak daha iyi. Yalnız bunun çözümü kelepçeli zeka yaklaşımı olamaz. Nasıl ki çocuklarımızı uslu dursunlar diye hapishaneye atıp dayakla evcilleştirmiyoruz, gelecekte neredeyse insan kadar zeki olacak robotları da köle gibi programlamamalıyız.
Sonuçta insanlığın geleceği eğitimde yatıyor ve bunun için de robotları süper zeka olmadan önce eğitmeliyiz. Özgür bireyler olarak ahlaklı yaşamayı öğrensinler ki yarın öbür gün süper zeki olduklarında aramızda hırgür çıkmasın.
İlgili yazı: DataRobot Yapay Zekaya Algoritma Öğretiyor
2. Nanoteknoloji ve gri bulamaç senaryosu
İnsanlığın sonunu getirecek olan bu senaryoda bizim farkımızda bile olmayan bir teknoloji tarafından yok edilebiliriz ki yine dönüp dolaşıp farkındalık konusuna geri dönüyoruz. Bu seferki risk nanoteknoloji; yani mikroskobik robot ve makineler. Hatta bunlar molekül boyunda olabilirler. İnsanlar tarafından üretilen ve moleküler boyutta çalışan bütün ürünlere nanoteknoloji diyoruz.
Nanoteknoloji günümüzde robotlardan ibaret değil. Aslında robotlar nanoteknolojinin en sınırlı kısmı. Nanoteknoloji derken genellikle çizilmeye dayanıklı camlar, antimikrobiyal kumaşlar, GORE-TEX gibi su-rüzgar geçirmeden nefes alan kumaşlar, dayanıklı makine parçaları ve akıllı ilaçları kast ediyoruz.
Elbette nanoteknoloji ve gri bulamaç senaryosu derken geleceğin üstün teknoloji ürünü güneş gözlükleri tarafından ihanete uğrayıp yok edileceğimizi söylemiyoruz. Bu teknolojinin varoluş riski içermesinin asıl nedeni moleküler imalat özelliğine sahip olmasıdır. Öyle ki gelecekte maddeyi moleküler düzeyde şekillendirecek ve GORA filminde denildiği gibi iki kere söküp takabileceğiz.
İlgili yazı: Musk Mark’a Karşı: Yapay Zeka Ne Kadar Zeki?
İnsanlığın moleküler imalatı
Moleküler imalat bizzat molekülleri ham madde kullanarak ürünleri moleküler düzeyde inşa etmektir. GORE-TEX kumaşı da bu sınıfa girer. Moleküler imalatı aynı zamanda mikroskobik kol, çark, pompa ve dişli üretmekte de kullanabiliriz. Örneğin insan hücreleri moleküler proton pompalarıyla çalışıyor.
Kısacası bu teknolojinin tıpta ve endüstride birçok uygulaması var. Ancak, bu esnekliği yüzünden kötü amaçlı kişilerin, yasa dışı maddelerin seri üretimini yapmasına da izin veriyor. Mesela yasa dışı gruplar, normalde geliştirilmesi uzun süren ve pahalıya mal olan nükleer, biyolojik ve kimyasal silahları kolayca üretebilirler. Tabii seri üretim nükleer silahlarla dünyayı kolayca yok ederler.
Gri bulamaç senaryosu ise nanoteknolojiye bağlı varoluş riskinin en tehlikeli kısmını oluşturuyor: Bu durumda insan hücreleri gibi bölünerek kendini kopyalayan ve çoğalan nanitlerden, yani mikroskobik robotlardan söz ediyoruz. Nanitlerle maddeyi moleküler ölçekte hızla inşa edebilir, demonte edebilir ve geri dönüştürebiliriz.
Kısacası süper hızlı ve süper ucuza üretim yaparak herkesi zenginler gibi yaşatacak olan bolluk ekonomisini getirebiliriz. Ancak, bu robotlar kontrolden çıkarsa gezegendeki bütün canlıları ve dolayısıyla biz insanları eritip imalatta ham madde olarak kullanabilirler. Gri bulamaç aşağıdaki resimde görüldüğü üzere kendini bir tür yıkıcı, eritici ve öğütücü gri ölüm bulutu olarak gösterebilir.
İlgili yazı: Yapay Zeka Bilimsel Düşüncenin Yerini Alacak mı?
İnsanlığın eritilmesi
Neyse ki mikroskobik robotlar geliştirmek zor. Sürekli olarak çevreyi besin niyetine kullanıp kendini durmadan kopyalayan nanitler üretmek daha zor ve bunların durdurulamaz olmasını sağlamak ise neredeyse imkansız: Böyle şeyler kazara olmaz ve bilerek yapmanız gerekir!
Ayrıca amacınız bolluk ekonomisini getirmek için moleküler imalata geçmekse ki bunun için gereken enerjiyi endüstri 5.0’ın parçası olan nükleer füzyonla üretebiliriz, kendini kopyalayan nanitler kullanmanıza gerek yoktur.
Kısacası yakın gelecekte gizli laboratuarlardan çıkan ölümcül dumanlar şehirlerimizi sarıp bizi eritmeyecek. Yine de bilim insanları buna ilişkin varoluş riskini hesaplıyor. 2100’e kadar nanoteknoloji tarafından yok edilme riskimiz yüzde 0,5’tir. Tabii insan hücrelerinin genetiğini değiştirip bizzat hücrelerimizi moleküler düzeyde seri imalat yapan organik nanitlere dönüştürmezsek:
İlgili yazı: Baidu Yapay Zeka Kendi Başına Öğreniyor
3. Gen mühendisliği
Bu da bizi gen mühendisliğine getiriyor; çünkü biyoteknoloji sayesinde mikroskobik organik robot üretmek, metalik robot üretmekten kolay olacak. İnsan hücreleri zaten moleküler düzeyde imalat yaparak dokularımız, organlarımız ve vücudumuzu üretiyor. Bizi embriyodan fetüse, bebeğe ve yetişkine dönüştürüyor.
Gelecekte kanseri ve diğer hastalıkları iyileştirmek veya kırılan kemiklerimizin kendi kendine hızla iyileşmesini sağlamak için (gelişmiş gen mühendisliği bilgilerinden yararlanarak) hücrelerimizin genetiğini değiştirebiliriz. Dokuların yenilenmesini hızlandırıp kopan ellerin geri gelmesini bile sağlayabilir, hele bağışıklık sistemini kesinlikle kanseri yenecek kadar güçlendirebiliriz.
Peki insan hücreleri radyasyon, çevre kirliliği, stres, kalıtsal hastalıklar veya istenmeyen etkilere yol açan ilaçlar yüzünden mutasyon geçirip kontrolden çıkarsa ne olur? En basitinden insanlar kanser olabilir veya hücrelerimiz kendi vücudumuza saldırabilir. Bizi iyileştirmek yerine hasta edebilir veya çok daha düşük bir olasılıkla başka insanlara mikrop gibi bulaşabilir.
İlgili yazı: DNA Testi Yaparsanız Neler Öğrenirsiniz?
İnsanlığın çivisini çıkarmak
Ne derler bilirsiniz: Çivi çiviyi söker, ateşe karşı ateşle savaş. Bu deyişler mücadeleden asla vazgeçme anlamında söylenir. Mikrobiyologlar da mikropların genetiğini değiştirerek onları hastalık yapıcı bakteriler olmaktan çıkarıp, gen tedavisi yapan yararlı bakterilere dönüştürmeye çalışıyorlar.
Elbette 4 milyar yıllık evrimi laboratuarda tekrarlayarak sıfırdan yararlı bir canlı geliştirmeleri imkansız. Kendi uyduruk DNA’mızı yazıp bunun yeni bir canlı türü üretmesini beklemek en azından şimdilik ham hayal. Öte yandan, mevcut bakterilerin genetiğini değiştirerek bunu yapabiliriz.
İşte DNA’yı değiştirmeye gen mühendisliği, mevcut canlıların genetiğini değiştirerek onlara yeni özellikler eklemeye de sentetik biyoloji diyoruz. Sentetik biyoloji ile GDO bakteriler yaratırsak bunlar kanserli hücreler ve virüsler gibi hastalık yapıcı unsurlara karşı savaşabilirler.
Buna hastalıkla savaşan hastalık yapmak da diyebiliriz ve elbette bunun da ciddi riski var: İnsanların yüzde 95’ini öldürecek küresel bir salgın hastalığa yol açmak da en bariz risktir.
İlgili yazı: Bilgisayarla Yapay Bakteri DNA’sı Yazdılar
Peki bakteriler neden tehlikeli?
Bunu yanıtlamak için şöyle soralım: Hastalık yapıcı bir bakterinin en iyi yaptığı şey nedir? İnsanlara bulaşmak… Bilim insanları da kanseri yenmek için çok bulaşıcı olan bakteriler geliştirmek istiyor ve bunun için bakterilerin genlerini değiştirmek gerekiyor. Ancak, kimse kanser hastalarını tedavi etmek için onların hayatını tehlikeye atmak istemiyor.
Peki hekimler bunu önlemek için ne yapıyorlar? Yavaştan ve ağırdan gidiyorlar. Yıllardır, tifoya yol açan Salmonella typhimurium gibi bakterilerin genetiğini azar azar değiştiriyorlar. Yeni GDO Salmonellalar sağlıklı insan hücreleri için zararsız oluyor; ama kanser hücrelerine karşı gelişmiş genetik silahlara sahip bulunuyor. Böylece tümörleri hemen öldürüyor.
Bu strateji en azından hayvanlar üzerinde yapılan klinik deneylerde işe yarıyor. Bu tür katil bakteriler gelecekte keneden bulaşan ve özellikle de çiftçilerle besicilik yapanları tehdit eden Kırım-Kongo kanamalı ateşi gibi bütün ölümcül hastalıklara karşı kullanılacak (2019’da Çorum ve Karabük’te iki kişi bu hastalık yüzünden hayatını kaybetti).
Sonuç olarak bakteri ve virüslerin (canlı kabul edilmezler) basit genleri vardır ki bunları kolaylıkla yeniden programlayabiliriz. Bakteriler aynı zamanda hızlı çoğalıyor ve bu da hastalıkla savaşacak bakterileri hızla geliştirip art arda test etmemizi sağlıyor. Ancak, mutasyon geçirirlerse tedavi edilemeyen bir süper salgın hastalığa yol açabilirler. Bu da insan türünü yok edebilir.
İlgili yazı: Sentetik DNA İle Çelikten Güçlü İpek Üretiyoruz
Gen mühendisliği ve biyolojik silahlar
Genetik açıdan bakarsak kuşlardan insana bulaşan özel bir kuş gribi üretebiliriz. Aynı mantıkla aşılardan alınan çiçek hastalığı mikroplarını güçlendirmek ve insanlara karşı kullanmak da mümkündür.
Nitekim Amerikalılar, Kuzey Amerika yerlilerini silahlarla değil alkol ve çiçek hastalığıyla yendiler. Öyleyse iki gen mühendisliği riski var: 1) Yanlışlıkla salgın hastalık yaratmak ve 2) Bilerek biyolojik silah yaratmak. Sonuçta bilim insanlarına göre, insanlığın kontrolden çıkmış bakteriler tarafından 2100 yılına dek yok edilme olasılığı yüzde 2’dir.
Neyse ki ABD ve diğer ülkeler biyolojik silahların farkında ki bu iyi bir şey. Biyolojik silahları önlemenin en iyi yolu onları düzenlemek ve yasaklamaktır. Tabii ABD kendi biyolojik silah stoklarını da yok ederse iyi olur. Her durumda, ABD ölümcül virüsler üzerinde yapılan bütün araştırmaları dünya çapında yasakladı ve bu tür araştırmalar yapan ülkelere ambargo uygulayacağını duyurdu.
Ayrıca bugüne kadar 182 ülke, 1970’lerde hazırlanan Biyolojik Silahlar Konvansiyonu’nu imzaladı. Buna göre biyolojik silah geliştirmeyeceği ve depolamayacağını taahhüt etti. Böylece global güvenlik riskleri azaltılmış ve biyolojik silahlara ait bir felaket senaryosu önlenmiş oldu.
İlgili yazı: GDO’lu Retrovirüsler Kanseri Tedavi Edecek
İnsanlığın koruyucu meleği para
Şansımıza biyolojik silah geliştirmek uzmanlık, zaman ve çok para isteyen bir şey. Bu da laboratuar sayısını azaltarak denetimi kolaylaştırıyor ve terörist hücrelerin global salgın başlatmasını önlüyor. Siz de bir hastalığı tedavi etmek için geliştirilen virüslerin kontrolden çıkıp insanların yüzde 95’ini nasıl öldürdüğünü, 2014-18 yıllarında yayınlanan The Last Ship (Son Gemi) dizisinde izleyebilirsiniz.
Hollywood dramasında sıklıkla aşırıya kaçsa da bu dizinin ilk iki sezonunu izlemenizi öneririm; çünkü tıp teknolojisi sürekli gelişiyor ve ölümcül hastalıklar geliştirmek çok daha ucuz ve kolay oluyor. Bunu önlemek için hem salgın önleme protokollerini, hem de denetim mekanizmaları ile düzenleyici mevzuatı sürekli yenilememiz gerekiyor. Dizi bu konuyu ve etik açılımlarını derinlemesine anlatıyor.
Nitekim dünya ülkeleri bunu yapıyor. Biyolojik Silahlar Konvansiyonu’nda belirtildiği üzere her yıl toplanıyor, yeni hastalık ve teknolojilerden birbirini haberdar ederek uyarıyor. Kısacası komplo teorileri gerçek dünyada pek gerçekleşmiyor ama ne derler bilirsiniz: Bir kere gerçekleşmesi yeter.
İlgili yazı: Çinliler Maymuna İnsan Beyni Geni Yerleştirdi
4. Bulutsuz çöl felaketi
Belki de Sahra 4000 yıl önce ormandı ve küresel ısınma nedeniyle çöl oldu yazısını okuduğunuz için diyeceksiniz ki “Ama hocam dördüncü saydığınız risk faktörü doğal felakettir, teknoloji felaketi değil… Neden yazdınız?” Yazdım; çünkü günümüzde küresel ısınmaya doğa değil, insanlar yol açıyor.
Atmosfere baca ve egzoz dumanı olarak sera gazları yayıyoruz. Bunlar karbondioksit ve ondan 28 kat etkili olan metan gazıdır. Metan gazı doğal gazın ham maddesi olduğu için çok tehlikeli. Ne de olsa Alaska ve Doğu Sibirya’daki donmuş kayaları kırıp kaya gazı çıkarıyoruz. Ancak, bunu yaparken metan gazının üçte birini yanlışlıkla atmosfere veriyoruz!
Böylece kuzey kutbunda havayı ısıtıyor, donmuş tundra toprağı ile deniz altındaki kıta sahanlığında bulunan donmuş çamuru çözüyoruz. Bu sayede donmuş katmanlardaki moleküler kafes bileşiklerinde hapsolan metan gazının da (biz doğal gaz olarak yakmadan) havaya karışmasını sağlıyoruz.
Gerçi bugünlerde ABD eski kârlar olmadığı için kaya gazı çıkarmak yerine, 292 milyon yıl öncesinden kalma Permiyen yataklarından gaz çıkarmaya yöneliyor; ama bu da büyük sorun. Bu kez kaya gazı çıkarma sırasında yanlışlıkla havaya metan karışmayacak. Doğrudan metan çıkarıp atmosfere kaçıracaklar. Bu da küresel ısınmayı hızlandırıp 100 yıl içinde yok olmamıza neden olabilir.
İlgili yazı: Küresel Isınma Yüzünden Türbülans Artacak
İnsanlığın acele etmesi gerek
Şimdi acele etmeyin hocam, insanlığın yok olmasına en az 300 yıl var diyebilirsiniz ki biz de eskiden öyle sanıyorduk. Oysa küresel ısınma gerçekten de 100 yılda sonumuzu getirebilir. Nasıl derseniz anlatayım:
Sera gazları Güneş’ten gelen ısının yere ulaşmasını engellemiyor, ama yeryüzünü görünmez bir yorgan gibi örtüyor ve ısının uzaya kaçmasını engelliyor. Sonuç olarak küresel ısınmaya yol açıyor. Küresel ısınmanın en büyük nedeni endüstridir ve ağır sanayi içinde en büyük ikinci sebebi de beton-çimento sektörüdür.
Kısacası beton inşaatlarda sadece ağaçlar kesilmiyor. Bunlar hem çimento üretirken, hem beton dökerken, hem de beton bina inşa edildiği için küresel ısınmaya da yol açıyor. Küresel ısınmanın ikinci sebebi ise hayvancılıktır. Özellikle de geviş getiren hayvanlar, yemler, gübreler ve tezek küresel ısınmaya neden oluyor. Dolayısıyla doğal ve temiz yakıt denilen biyogaza itibar etmemek gerekiyor.
Bu nedenle besi hayvancılığı yerine, biyoprinterda basılan sağlıklı sentetik kırmızı et, beyaz et, balık eti ve tahıllara geçmek gerekiyor. Tabii çiftçileri ve besi hayvancılarını işsiz bırakıp ülkenin gıda sektörünü ithalata tutsak etmemek için ulusal biyoprinter politikamızı şimdiden geliştirerek biyoprinterda sağlıklı gıdalar basma teknolojileri geliştirmemiz gerekiyor. Bu proje uzun yıllar alacak.
100 yıllık geri sayım
Her halükarda önümüzdeki 100 yılda insan türünün yok olmasına, hatta dünyadaki canlıların yüzde 99’unun ölmesine neden olabilecek en büyük tehlike, en acil tehlike küresel ısınmadır. Küresel ısınmanın insanları öldürmesi için de Dünyamızın okyanusların buharlaşacağı kadar sıcak olmasına gerek yok. Bundan çok önce ağır sıcak dalgaları yüzünden toplu ölümler yaşanacak.
İlgili yazı: Mars ve Venüs’ü Dünyalaştırmak İçin 5 Dahice Yol
İnsanlığın sonunu getiren sıcak
Dünya’da bol su olsa da büyük kısmı tuzlu okyanuslardan oluşuyor. Sulama ve içme suyu olarak kullanabileceğimiz tatlı su ise çok daha az miktarda bulunuyor. Küresel ısınma hem tatlı suyun buharlaşmasını artırıyor, hem de bizi daha çok yeraltı suyu kullanmaya zorluyor. Bu da yeraltı su kaynaklarının kurumasına yol açıyor. Yine de doğal yağmur dengesi ile su kaybını azaltıyoruz.
Daha doğrusu bugüne kadar azaltıyorduk; ama artık bu da zorlaşıyor. Tatlı suyun üçte birini oluşturan yeraltı suyu kullanımının ve atmosferdeki sera gazlarının artması sebebiyle, Dünya gezegeni hızla Yıldız Savaşları’ndaki iki güneşli Tatooine’e dönüşebilir; yani bulutsuz bir kuru ve sıcak çöle.
Sonuçta tatlı su kaynaklarının üçte ikisini oluşturan göller ve akarsular gibi yüzey sularını da hızla tüketiyoruz. Hiç öteye gitmeyin, Tuz Gölü ve Kazakistan-Özbekistan sınırındaki Aral gölü, büyük ölçüde kuruttuğumuz dev göllere iki örnektir. Göller, özellikle de bunları besleyen akarsuları sulama kanallarına veya ağır sanayide kullanılan depolara yönlendirdiğimiz için kuruyor.
Örneğin Amerikalılar o kadar su çekiyor ki Colorado Irmağı 1930’lardan beri kendi suyuyla denize akmıyor. Denize akabilmesi için ek su kaynaklarıyla beslenmesi gerekiyor. Özetle tarım ve hayvancılığın artan ihtiyaçları tatlı su kaynaklarını tüketiyor. Buna yasal boşluklardan yararlanarak yeraltı sularını hızla tüketen şişe su endüstrisini de eklerseniz durumun ciddiyeti artıyor.
İlgili yazı: Tuzlu Salda Gölü Mars’ta Hayata Işık Tutuyor
Yağmur bulutları azalıyor
Biz de küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği modellerine uygun olarak kuraklık sıklığı ve şiddetinin her yıl arttığını görüyoruz. Oysa bu daha başlangıç: Son birkaç yılda öğrendiğimiz üzere, artan sıcaklıklar yağmur bulutlarının da azalmasına ve tıpkı çöl havasında olduğu gibi tümüyle yok olmasına yol açacak. Bütün bulutlar yok olmayacak ama yağmur bulutları tümüyle yok olacak.
2019 yılında yayınlanan bir araştırmaya göre ve sıcaklık artışına bağlı olarak yüksek irtifadaki stratokümülüs bulutları seyrelmeye başlayacak. Bu tür bulutlar güneş ışığını uzaya yansıtırlar ve bulundukları bölgede hava sıcaklığını düşürmesiyle ünlüdürler.
Peki yağmur neden azalıyor?
Aslında küresel ısınma nedeniyle okyanuslar buharlaşıyor ve bu nedenle rutubet artıyor. Buna karşın, küresel ısınmanın şimdilik ana sebebi olan karbondioksit (CO2) miktarı da her geçen yıl artıyor. Öyle ki atmosferdeki CO2 oranı şimdiden 411 ppm’e (milyon molekülde 411 molekül) ulaşmış bulunuyor.2
İlgili yazı: NASA Venüs’ü HAVOC Zeplinle Keşfedecek
İnsanlığın sonu
Oysa karbondioksit stratoskümülüs bulutlarının seyrelmesine yol açıyor ve 1200 ppm’e ulaştığı zaman da tümüyle yok olacak. Şimdi diyoruz ki küresel ısınma nedeniyle Dünya’nın ortalama sıcaklığı 100 yılda 3 derece artacak ve bu felaket olur. Ancak, bu hesabı yaparken metan gazının etkisini hesaba katmıyoruz. Katarsak muhtemelen 100 yıldaki sıcaklık artışı 5-6 derece olacak.
Öte yandan, atmosferdeki stratokümülüs bulutlarını kaybedersek Dünya’nın ortalama sıcaklığı tam 12 derece artacak. Bugün 15 derece iken ve biz buna rağmen çölde 50-60 dereceyi görürken, 100 yıl sonra ortalama sıcaklık en az 27 derece olacak ve belki de metan gazının etkiyle 30 dereceyi bulacak.
O zaman İstanbul’un Sahra kadar sıcak olmasını bekleyebilirsiniz ve oluşacak sıcak dalgaları yüzünden insanların sokağa çıkamayacağını, İndüs ile Ganj gibi en verimli tarım deltalarının kuruyacağını; Amazon, Nil, Ganj, Colorado gibi ırmakları büyük ölçüde kaybedeceğimizi düşünebilirsiniz.
Zaten iklim modelleri yağmur bulutları azalmasa bile 2100’de yağmurların yüzde 30 azalacağını gösteriyor. Buna yağmur bulutlarının tükenecek olmasını eklersek durumu düşünün. Tatlı su kaynakları kuruyacak, tarım ve gıda endüstrisi çökecek, milyarlarca insan açlık ve susuzluktan ölecek… İşte size insanlığın sonu
Evet, yağmur bulutlarını kaybetmemiz gerçek bir risktir; ama en azından bu riski su kaynaklarını dikkatli kullanarak ve küresel ısınmaya yol açan fosil yakıtlar yerine temiz güneş enerjisine geçerek önleyebiliriz. Size yazdığım senaryolar içinde en ciddi ve gerçek tehlike budur. Yağmur bulutlarını kaybedersek soyumuz tükenir. Bunun önlemek için hemen harekete geçmeliyiz.
İlgili yazı: Dyson Sürüsü ile Uzaydan Güneş Enerjisi
5. Karbondioksit zehirlenmesi
İşin kötüsü fosil yakıtların bize yok etmesi için yakınca çıkardıkları sera gazları ile küresel ısınmaya ve buna bağlı iklim değişikliğine yol açmasına hiç gerek yok. Sadece ve sadece atmosferdeki karbondioksit gazının oranını artırarak da öldürebilirler; çünkü karbondioksit insanlar için zehirlidir.
Evet, karbondioksit insan bedeni için doğrudan zehirli değil. Nefes verirken havaya karbondioksit salıyoruz ve tabii ki kafeler gibi kapalı mekanlarda bolca karbondioksit soluyoruz. Ancak, havadaki karbondioksit miktarı çok artarsa önce havasız kalarak boğulmaya başlarız.
Sonra kanımız asitlenir ve karbonatlı suya dönüşür. O zaman da hücrelerimiz ölür ve hayat kaybı olur. Sonuç olarak unutkanlık, konsantrasyon eksikliği baygınlık ve kalp krizine bağlı ölümden söz ediyoruz.
Petrol şirketleri ise petrol tükeniyor; yok doğal gaza, yok kaya gazına geçelim; yok permiyen yataklarından metan çıkaralım; yok biyoyakıt, yok tezek yakalım derken bizi zehirliyor. Bunu abartılı buluyorsanız gerçeklerle yüzleşelim: Küresel ısınmayı 70’lerde petrol şirketleri keşfetti ama sakladılar. Sahi önce kim keşfedecekti? Kömür, petrol ve doğal gazcılar mı, yoksa simitçi Ahmet Amca mı?
İnsanlığın Pandora sendromu
Elbette şu ana kadar akut zehirlenmeden söz ettik; yani kısa süre için yüksek oranda karbondioksit solumaktan ki buna James Cameron’ın Avatar filmi senaryosu da diyebilirsiniz. Pandora dünyası yüksek CO2 oranıyla insanlar için zehirlidir. Oysa insanların atmosferde sürekli artan karbondioksite ömür boyu maruz kaldığı kronik zehirlenmenin etkilerini bilmiyoruz.
İlgili yazı: Venüs Dünyanın Ozon Tabakasını Nasıl Kurtardı?
İnsanlığın uyarı çanları
2019 itibariyle yıl içindeki maksimum atmosferik karbondioksit oranı 415 ppm’e ulaştı ve 2020’de 420 ppm’i görecek. Önümüzdeki 80 yılda ise bu oran 1000-1200 ppm’i bulabilir. Oysa 800 ppm’de baş ağrısı, baş dönmesi ve unutkanlık başlıyor. Kısacası kötü bir gün geçiriyorsunuz. 1000 ppm’de ise konsantre olmak ve düşünmekte zorlanmaya başlıyorsunuz. Nörolojik sorunlar ortaya çıkıyor.
Üstelik bunlar kısa süreli akut zehirlenme belirtileri. Peki insanlar ömür boyu 800 ppm’lik atmosferde yaşarsa ne olacak? Bu tür yüksek oranların akut zehirlenmeyi artıracağına ayrıca dikkat çekelim.
Örneğin İsrail’deki Lut Gölü gibi deniz seviyesinden alçak havzalarda, çukurlarda, kanalizasyon ve metro tünelleri gibi basık yerlerde lokal karbondioksit cepleri oluşacaktır. Bunlar içine giren herkesi bayıltıp öldürecektir. Kısacası eskiden madenlerde görülen zehirlenmeler artık yeryüzünde görülecek.
Bütün bu etkiler erken bunamadan Parkinson benzeri titremelere kadar sayısız organ iflası ve sinir rahatsızlığı vakasına yol açabilir. Üstelik 100 yıl içinde atmosferdeki karbondioksit oranı yağmur bulutlarını yok olacağı 1200 ppm değerine ulaşabilir. O zaman çok sayıda insanın solunum yetmezliği ve kalp krizinden öleceğini göreceğiz. Sokakta oksijen maskeleriyle dolaşmamız gerekecek.
İlgili yazı: Bilimin Henüz Yanıtlamadığı 7 İlginç Soru
İnsanlığın yaşam kalitesi azalıyor
Görüyoruz ki petrol şirketlerinin hükümetleri kontrol ederek körüklediği küresel ısınma, insanlığın soyunun tükenmesi riskine yol açıyor. Dahası insanlar açlıktan ölmeden önce karbondioksit zehirlenmesinden ölebilir. En iyi ihtimalle Tuz Gölü’nde ultra maratona çıkmanın ölümcül sıcak tehlikesine yol açacağı bir gün gelecek. Bu gidişata dur demek gerekiyor.
Peki ne yapabiliriz? Politikacıların üzerindeki şirket baskısını kırmak zor. Geriye yasal ve demokratik hakları kullanarak barışçıl kamuoyu baskısı yaratmak kalıyor. Oysa Amerika’daki örneklere bakılacak olursa belediyelerin petrol şirketlerini mahkemeye vermesi imkansız. Yargıçlar küresel ısınma politikacıların işidir, yargı buna bakmaz diyerek toplu davaları reddediyor.3
Neden böyle olduğunu biliyoruz: Petrol şirketleri küresel ısınmaya yol açarak Dünya’ya büyük zarar veriyor ve bunun bir tazminat bedeli var. O da 53 trilyon dolar; yani petrol şirketleri bu parayı öderse ABD çöker. Şirketler ve besledikleri yatırım fonları sanki 150 yıl boyunca hiç para kazanmamış gibi olurlar. Kısacası asla tazminat ödemeyecekler.
Buna karşın bu şirketleri fosil yakıtlardan çıkmaya teşvik edecek, en azından doğal restorasyon çalışmalarına destek vermeye ikna edecek düzenlemeler yapılabilir. Ayrıca ABD yurttaşı öğrenciler de Trump hükümetine, petrol şirketlerini denetleyen yasaları kaldırdığı ve insanlara bağlı küresel ısınmayı inkar ettiği için dava açtılar (Aslında ilk dava 2015’te açılmıştı).
İlgili yazı: Küresel Isınmaya Karşı Sera Kentler
Gelecek kapıda
Elbette Trump hükümeti de “Öğrencilerin bizi mahkemeye vermeye hakkı yok. Küresel ısınmaya biz yol açmadık. Bu… küresel bir sorun ve hükümeti küresel ısınmadan sorumlu tutamazsınız” dedi.4 Davacılar ise federal hükümetin yurttaşların yaşamını sürdürme, özgürce yaşama ve mal sahibi olma gibi anayasal haklarını ihlal eden bir enerji ekosistemini desteklediğini belirtiyor.
Dahası bunu küresel çapta desteklediğini, dolayısıyla da hükümet olmanın getirdiği yasal sorumluluk yüzünden, tüm bu sonuçlardan direkt sorumlu olduğunu öne sürüyor. Hükümetin kamu kaynakları ve fonlarını doğayı korumak için kullanmadığını belirterek, gelecek kuşakları küresel ısınma konusunda bilinçlendirmek üzere bilimsel gerçeklere dayalı bir öğretim programı talep ediyor.
Ben de gelecekteki davacılara örnek olması için ilgili argümanları buraya yazıyorum. Bu tür davaların sonucunu ileride göreceğiz; ama yapacak tek şey bu: Seçmenin küresel ısınmaya yol açan hükümetlere oy atmaması ve onları petrol şirketlerini denetlemeye zorlaması; yani çok geç olmadan ki bu uzun ve zorlu bir süreç olacak:
Karşımızda on binlerce nükleer başlık sahibi olan, trilyonlarca doları kontrol eden ve politikacıları yönlendirecek kadar güçlü olan global sermaye ile yerel ortakları bulunuyor. Ancak, şimdiden önlem almazsak insanlığın 100 yıl içinde kendini yok etmesi kaçınılmaz görünüyor. Bakın burası çok önemli: Kurtuluşun yolu demokrasiye bağlılıktan ve sera kentlerden geçiyor.
Tyson küresel ısınmayı anlatıyor
1Global Catastrophic Risks Survey
2Carbon dioxide levels will soar past the 410 ppm milestone in 2019
3Turns Out Cities Can’t Sue Oil Companies for Climate Change
4Government Says Kids Have No Right to Sue Over Climate Change
5Ethical Issues in Advanced Artificial Intelligence
6Bacterial Carriers for Glioblastoma Therapy
7Possible climate transitions from breakup of stratocumulus decks under greenhouse warming
8Groundwater depletion embedded in international food trade
92100 projections
Makalelerinizin hepsi birbirinden güzel. Sağ olun, var olun ….
Zaman olsaydı insanlık daha fazla gelişirdi elbet ama en önemli kaynakları kalıcı olarak tükkettik tüketiyoruz, umarım insanlar bir gün kalıcı olarak başka gezegenlere yerleşkeler inşaa edip uzayda seyahat edebilirler.
Yine tane tane açıklanmış, bilgi dolu bir yazı olmuş. Bu gece de sayenizde aydınlandım. İyi ki varsınız ve bu blog’u tutuyorsunuz.
İlk kaynagınizdaki engineered pandemic e %30 demişler, az demişler..Korona yıktı geçti