Beyin Simülasyonu ve Elektrikle Beyin Kontrolü
|Mavi Beyin Projesi ilk kez beyindeki iyon kanallarının simülasyonunu yaptı. Beyin simülasyonu Parkinson hastalığı, epilepsi, depresyon ve obeziteyi beyne elektrik vererek iyileştirmekte kullanılıyor. Aynı zamanda insanların robotları, bilgisayarları, giyilebilir robotları ve telepatik interneti düşünceleriyle kontrol etmesini sağlayacak. Peki insan beynini elektrikle kontrol etmek ve bu sayede Parkinson ve epilepsi gibi hastalıkları iyileştirmek mümkün mü?
Beyin simülasyonu ve beyin kabuğu
İnsan beyni vücudun istemsiz hareketlerinden salgı bezlerine, reflekslerine ve istemli motor hareketlerine kadar her şeyi kontrol ediyor. Aynı zamanda bilinci yaratıyor, duygu ve düşünceleri oluşturuyor.
Ancak insanı insan yapan akıl, etik değerler, benlik, soyut zaman algısı ve planlama yetisi öncelikle beyin kabuğunda ortaya çıkıyor. Beyin kabuğundaki aktiviteleri ise birbiriyle elektrokimyasal sinyallerle iletişim kuran ve beyinde protein tabanlı sinir ağları ören nöronlar üretiyor.
Nörologlar ile yapay zeka uzmanları da Mavi Beyin Projesi ve benzeri girişimlerle beyin simülasyonu yaparak insan beyninin nasıl çalıştığını anlayarak telepatik interneti geliştirmek istiyor.
İlgili yazı: Kutritler ile Üç Boyutlu Kuantum Işınlama
Beyin simülasyonu ve nöronlar
İnsan hücreleri proton pompalarıyla ve insan bedeni de iyon kanallarıyla çalışıyor. Nitekim nöronlar ile kas hücreleri birlikte çalışarak duygularınızla düşüncelerinizi ve aynı zamanda nabzınıza kadar bütün hareketlerinizi üretiyor. Bütün bunları da nöronlar ve kas hücrelerinin zarında bulunan mikroskobik iyon kanallarıyla gerçekleştiriyor. Peki iyon nedir derseniz:
İyonlar fazladan bir proton veya elektronu olan atomlardır. Bunların elektrik yükü normal atomlar gibi nötr değil, artı veya eksidir. Net elektrik yükü atomları iter veya birbirine çeker. İnsan hücreleri de bu özelliği kullanarak birbirine sinyal gönderir ve bedendeki kasları çalıştırır. Aynı zamanda kendi yaşamsal işlevlerini sürdürürler; ancak biz bu yazıda beyin simülasyonu için gereken iyonlara odaklanacağız.
Dolayısıyla beyin kabuğunda yer alan nöronlardaki iyon kanallarını anlatacağız. Nitekim beyin simülasyonu yapmak, aslında bu iyon kanallarının simülasyonunu yapmaktır. Beyin simülasyonu için insan beynindeki bütün hücrelerin atomik çözünürlükte simülasyonunu yapmaya gerek yoktur.
İlgili yazı: Gerçek Adem: ilk insan ne zaman yaşadı?
Beyin simülasyonu nasıl yapılır?
Bunun için beynin duygu, düşünce ve iletişime yönelik elektrokimyasal etkinliğinin simülasyonunu yapıyoruz. Nöronların hücre zarındaki mikroskobik gözenekler de iyonların hücreye girip çıkabildiği iyon kanallarını oluşturuyor.
Örneğin, nöronun yüzdüğü kanda pozitif yük ve hücre zarında negatif yük varsa veya tersi durumda elektrik potansiyeli oluşuyor. Zıt yükler birbirini çektiği için bu da hücrenin iletişim kurmak veya iş yapmak üzere iyon akışı oluşturmasını sağlıyor. Peki insan vücudu hangi iyon kanallarını kullanıyor?
Mavi Beyin Projesi kapsamındaki beyin simülasyonu yapmak için potasyum atomu iyonlarını kullanıyoruz. Bunlar A tipi voltaj geçitli potasyum (Kv) kanalları olup merkezi sinir sistemini çalıştıran nöronların gönderdiği sinyalleri; yani bunların şiddetini ve sıklığını düzenler.
Örneğin bir konuda seçim yapmak istediğimizde nöronlarda farklı düzeylerde Kv potansiyeli oluşur. Buna bağlı sinyal gücü de nöronların farklı eşiklerde tetiklenerek kapıyı açmak veya açmamak gibi kararlar vermemizi ya da elimizi oynatmamızı sağlar. Özetle vücudumuzu yöneten merkezi sinir sistemi Kv kanallarıyla çalışır. Biz de beyin simülasyonu için bu iyon akışının simülasyonunu yaparız.
İlgili yazı: Kodlama İçin En Gerekli 16 Programlama Dili
Mavi Beyin Projesi
Lozan Federal Teknik Üniversitesi’nden Mavi Beyin Projesi ekibi de ilk kez nöronlardaki Kv kanalı ve diğer bütün potasyum kanallarının simülasyonunu yaptı. Nitekim potasyumun simgesi K’dir ve Kv’deki v harfi de voltaj anlamına geliyor. Öyleyse Kv kanalları aslında potasyum iyon voltaj kanalları anlamına geliyor. Peki neden potasyum derseniz biraz kimya görelim:
Potasyum gümüşsü beyaz yumuşak bir metaldir ve özellikle de toz halinde iken atmosferdeki oksijenle hızla tepkimeye girer. Ayrıca göreli büyük bir potasyum külçesini tam da potasyumun erime noktasına yakınken suya atarsanız potasyum şiddetle yanıp (okside olup) patlayacaktır (2K + 2H2O → 2KOH + H2). O yüzden bunu evde, bahçede, okulda denemeyin ama bu reaksiyonu iyi anlayın. 🙂
Potasyum aynı zamanda sofra tuzunun ana bileşeni olan sodyuma kimyasal olarak çok benzer ve iyonlaşma enerjisi de sodyuma yakındır. Bu da potasyum atomunun sahip olduğu tek dış elektronu hızlıca vererek diğer atom ve moleküllerle hızla reaksiyona girmesini sağlar.
İnsan vücudu da hem kalp kası ile diğer kasların çalışması, hem de nöronların birbiriyle iletişim kurması için potasyumun hızlı tepki vermesinden yararlanır. Hatta kana kontrolsüz bir şekilde potasyum karışması, yaşlılar arasında görülen kalp krizinin temel sebeplerinden biridir. Dahası ABD’nin bazı eyaletlerinde mahkumlar potasyum klorür enjeksiyonu ile idam edilmektedir.
İlgili yazı: Büyük Patlamadan Kalan İlk Ses Dalgaları
Tam beyin simülasyonu
Bilim insanları hem beyni elektrikle kontrol ederek psikiyatrik bozuklukları gidermek, hem de telepatik interneti geliştirmek için tam beyin simülasyonu yapmak istiyor. Ancak, bugüne dek bunu yapamadılar; çünkü insan beynindeki iyon kanallarıyla ilgili olarak son 30 yılda toplanan bilgiler bölük pörçüktü. Ayrıca beyindeki bütün potasyum kanallarının simülasyonunu da yapılmamıştı.
Oysa detayları konumuz dışında olmakla birlikte, nöron zarlarında dört farklı potasyum kanalı bulunuyor:
- Örneğin, kalsiyum etkinleşmeli potasyum kanalı kalsiyum iyonları veya diğer sinyal molekülleriyle açılıyor.
- İçe dönük çevrimli potasyum kanalı pozitif yüklü iyonları hücrenin içine daha kolay aktarıyor.
- Çift etki alanlı potasyum kanalları sürekli açık kalıyor ve atıl potasyum kanalları ile sızıntı kanalları gibi yüksek bazal etkinleşmeleri tetikliyor; yani nöron zarına negatif yük kazandırıyor.
- Son olarak voltaj geçitli potasyum kanalı (bu yazıdaki Kv kanalı) nöron zarının voltajına göre açılıp kapanıyor. Buna göre hücre içine veya dışına iyon aktarıyor. (Bu nedenle de bilgisayarlardaki mantık kapıları gibi çalışarak düşünsel süreçleri yönetiyor).
Her durumda, nörolog Dr. Rajnish Ranjan yönetimindeki Mavi Beyin Projesi ekibi, ilk kez nöronlardaki bütün potasyum kanallarının simülasyonunu yaptılar. Bu da telepatik internet için tam beyin simülasyonu gerçekleştirmenin önünü açtı ve gelecekte diğer iyon kanallarını da analiz edecekler.
İlgili yazı: İnternetinizi Uçuracak En İyi 10 Modem
Beyin simülasyonu neden zor?
İlk bakışta, beyin kabuğundaki 300 milyon desen tanıma birimi halinde örgütlenen 30 milyar nöron ve aralarındaki trilyonlarca sinir ağı yüzünden beyin simülasyonu yapmanın zor olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak, yakın geleceğin süper bilgisayarları ile bunu ölçeklemek kolay olacaktır. Hayır, asıl sorun ölçüm teknolojisinin ilkel olmasında… Kısacası nöronların çalıştırdığı iyon kanallarını hassas bir şekilde ölçmek zor oluyor.
Neden öyle derseniz: İnsan vücudunun ideal çalışma sıcaklığı olan 36 santigratta hücre zarları yumuşuyor ve iyon kanalı kayıt cihazının aparatının ucundan kayıp gidiyor. Bu yüzden biz de bugüne dek iyon kanallarını hücre zarının sertleştiği oda sıcaklığında (24 derece) ölçtük.
Tabii vücut sıcaklığı 24 dereceye düşen insanlar ölür. Bu nedenle oda sıcaklığı beyin simülasyonu yapmak için uygun değildir. Öte yandan ölü beyinle beyin simülasyonu yapmak da imkansızdır. Dolayısıyla doktorlar oto-kayıt robotu geliştirdi ve sayı üstünlüğünden yararlandılar. Evet, vücut sıcaklığında yanlış ölçüm oranı yüksekti, ama robot kol binlerce ölçüm yaparak hataları telafi etti.
İlgili yazı: Yapay Zeka Nedir ve Nasıl Çalışır?
Peki ne oldu?
Potasyum kanalları ile ilk kapsamlı beyin simülasyonu yapılmış oldu ve bu da son 30 yılda yapılan birçok nörolojik çalışmanın eksik ve hatalı olduğunu gösterdi. Gerçi doktorların beklediği gibi, insan beyninin en iyi 35 derece sıcaklıkta çalıştığı anlaşıldı. Ancak, 15 ila 25 derecede iyon kanallarının sadece yavaşlamadığı; bazılarının hiç çalışmadığı veya farklı şekilde çalıştığı anlaşıldı.
Bu da beyin kanamasını tedavi etmek için beyni soğutmaktan, ölüleri diriltmeye ve Mars’a kış uykusuna yatarak gitmeye kadar birçok alanda tıbbi tedavi yöntemlerini geliştirecek. Ancak, beyin simülasyonu öncelikle protein sinyalleri, refakatçiler, çapalar ve genetik kanalların haritasının çıkarılmasında kullanılacak. Tabii sırada sodyum kanallarının simülasyonunu yapmak da var.
Kısacası tıpta endüstri 4.0 başlıyor
Beyin simülasyonu deyince hemen anlaşılmıyor; ama kastımız beynin sanal ortamda dijital ikizini yaratmaktır. Bu da gelecekte insan zihnini bilgisayara aktarıp, kişiden alınan kök hücrelerle yeni bedenler klonlayarak onların boş beynine zihin transferi yapmayı mümkün kılabilir. Öyle ki 2045’ten sonra insanlar dijital avatarlar ve zihin transferiyle ölümsüzlüğü yakalayabilir (Altered Carbon dizisi).
İlgili yazı: Düz Dünya Teorisini Çürüten 12 Kanıt
Sadece 9000 nöron simülasyonu
Oysa daha işin başındayız. Beyin kabuğunda yaklaşık 30 milyar nöron bulunuyor ve biz sadece 9000 nöronluk bir beyin simülasyonu yaptık. Elbette AB’nin İnsan Beyni Projesi ve Cam Beyin Projesi gibi milyonlarca nöronluk simülasyonlar da var; ama bunlar iyon kanalı simülasyonları değil.
Bunlar beynin elektriksel sinyallerini benzeştiriyor, fakat beynin nasıl çalıştığı ve düşündüğünün simülasyonunu yapamıyor. Motor hareketleri, refleksleri, duygu ve düşünceleri birbirinden ayırmak için iyon kanallarının simülasyonunu yapmak gerekiyor.
Gerçi bu bile, insan beyni gibi karmaşık bir organ için bazı tıbbi öngörülerde bulunmaya yeterli olacak kadar büyük bir numunedir. Ancak felsefe sistemleri, dünya görüşleri ve insanların huyu suyu gibi alanlarda beyin simülasyonu yapmaya yeterli değildir. Dijital avatarlar için bize en az 30 yıl gerekiyor.
Yine de Mavi Beyin Projesi ekibi, araştırmalarını Channelpedia üzerinden online erişime açtı. Böylece dünyadaki diğer klinikler kendi beyin simülasyonu verilerini paylaşarak projeyi ilerletebilecekler. Siz de üniversitenizde Mavi Beyin Projesi’ne katkı yapan bir çalışma başlatıp sonuçları Channelpedia’ya yükleyebilirsiniz.
İlgili yazı: Evrenin En Büyük Yıldızı UY Scuti mi?
Beyin simülasyonu ve beyin kontrolü
Peki insan beynini elektrikle kontrol etmek mümkün mü? Sonuçta giyilebilir robotlar ve telepatik robot kollar yardımıyla felçlileri ayağa kaldırmaktan tutun da düşünce transferine dek birçok alanda insan beynini bilgisayara bağlamak gerekiyor. Telepatik internet büyük potansiyele sahip bulunuyor.
Oysa zihin transferiyle ölümsüzlüğe ulaşmadan önce, bu hayalden çok daha gerçekçi olan çözümler var: Örneğin, beyne kontrol çipi yerleştirerek veya düşük voltajlı elektrik vererek kronik depresyon ile diğer bazı psikolojik rahatsızlıkları tedavi etmek mümkün olabilir. Ayrıca insanlar temposu hızla artan hayata yetişmek için akıllı evleri ve bilgisayarları telepatik internetle yönetebilir.
Elbette ki 2019 yılının teknolojisiyle birinin beynine çip takıp düşünceleri ve davranışlarını kontrol edemezsiniz. Ancak, doktorlar ve bilim insanları beyne elektrik akımları vererek beynin bazı bölgelerinin çalışmasını baskılıyor veya etkinleştirebiliyorlar.
Bu teknoloji yardımıyla zihinsel bozukluklarla beyin travması vakaları iyileştirebilir, hatta psikolojik tedavi için kişinin kötü anılarını silip yerine iyi anılar ekebilirler. Ancak, biz bugün mümkün olan teknolojiyle başlayarak elektrik akımları yardımıyla kronik depresyon tedavisini görelim. Nitekim bu tür tedaviler psikoterapiye cevap vermeyen birçok hastanın hayatını değiştirdi.
İlgili yazı: Kuantum Darwinizm: Evren Doğal Seçilimle mi Oluştu?
Beyin simülasyonu tarihi
Tedavi amacıyla beyne elektrik vermek yeni bir şey değil. 250 yıldan beri ölü kurbağa bedenine elektrik vererek bacak kaslarının kasılmasına yol açabileceğimizi biliyoruz ki bu da İngiliz edebiyatçı Mary Shelley’in Frankenstein romanına; yani bilimkurgunun ilk örneklerinden birine esin vermiştir.
Oysa uzun yıllar boyunca elektrik akımlarının beyni ve sinir fonksiyonlarını nasıl etkilediğini bilmiyorduk; ama tedavi amacıyla elektrik kullanımı binlerce yıl geriye gidiyor. 😮
Örneğin, Romalılar bir tür vatoz olan Torpedo nobiliana balığını kullanarak epilepsi krizlerinden baş ağrısına kadar birçok hastalığı tedavi ediyordu. Tabii bu ilkel bir tedavi yöntemiydi ve vatozu hastaların başına koyup onları elektrik çarpmasını sağlamaktan ibaretti. Bunun yarattığı uyuşukluk da ağrı kesici olarak kullanılıyordu. 19. yy’da ise hekimler çıplak insan beynine elektrik vermeye başladı.
Hatta içlerinde kesik başların beyin kabuğu üzerinde çalışanlar vardı. Bu hekimler ölü beyinlere elektrik vererek insan yüzünün kötü bir şey koklamış gibi kasılmasını sağlayabiliyordu. Her ne kadar güncel tıp etiğine ters olsa da bu deneyler beynin elektrikle maniple edilebildiğini gösterdi ve merkezi sinir sisteminin elektrikle çalıştığı anlaşıldı.
Bilinçli beyin simülasyonu
Sıra beyni kontrol etmek için özel elektrik sinyalleri göndermeye gelmişti. Bunun için de beyin simülasyonu yaparak hangi sinyallerin ne işe yaradığını görmek gerekiyordu. 200 yıllık bu çalışmalar bizi sonunda beyin kabuğundaki potasyum iyon kanalları simülasyonlarına getirdi. Öyle ki ta 1930’da Montreal İşlemini geliştiren bilim insanları beyne elektrik vererek epilepsi tedavisine başlamıştı.
İlgili yazı: Beyin Formülü: İnsan Beynini Çalıştıran Yazılım Bulundu
Montreal İşlemi ve epilepsi krizleri
Bu tedavi yönteminde beynin epilepsi krizlerinden sorumlu olduğu düşünülen bölgelerine metalik bir sonda ile elektrik vererek bu bölgeler uyarılıyordu. Ancak, bu kafatasının bir kısmının kesip çıkarılmasını ve ardından beyin kabuğuna elektrik verilmesini gerektiren riskli bir işlemdi.
Ayrıca hastalar uyanık oluyor ve doktoru nereye elektrik vermesi gerektiği konusunda yönlendiriyordu. Dahası tedavinin yan etkileri de vardı: Beynin farklı bölgelerine elektrik verilmesi koku, ses ve gözde ışık çakmaları gibi duyulanımlara yol açıyor ki bu da beyindeki görme, işitme, koku alma merkezlerinin yerini gösteriyordu (5 duyu ile dünyayı algılamaya duyulama denir).
Peki epilepsi hastaları beyninde krize yol açan hasarlı dokuları doktora nasıl söyleyebilir derseniz işte bu tür duyulanımlar sayesinde geri bildirim veriyorlardı. Örneğin, bazı hastalar epilepsi krizinden önce yanık tost kokusu alıyordu. Hastalar beynin bir bölgesine elektrik verilirken o kokuyu alır ve bunu söylerlerse doktor da epilepsiye o bölgenin yol açtığını anlıyordu.
Bu da epilepsi krizlerinin beyin kabuğundaki bazı nöronların kısa devre yapmasından kaynaklandığını ortaya çıkardı. Hasarlı nöronlar aynı zamanda koku alma veya tost kokusu hatıralarıyla ilişkiliyse, bu duyulanımlar epilepsi krizinin işaretçisi oluyordu. Sonra sıra beynin o bölgesini yüksek voltajla yakmaya ve kesip çıkarmaya geliyordu. Beyin kabuğunda sadece küçük bölgeler imha edildiği için bu yöntem genellikle epilepsi krizlerini ortadan kaldırıyordu!
İlgili yazı: Kelebek Etkisi Kasırgaya Yol Açar mı?
Montreal İşlemi ve beyin simülasyonu
Her halükarda Montreal İşlemi beynin duyulama ve motor hareket bölgelerinin ilk kez belirlenmesini; yani beynin ilk gerçekçi fonksiyonel haritasının çıkarılmasını sağladı. Ellili yıllarda ise bilim insanları beynin motor hareketlerini kontrol eden sinyalleri öğrendiler. Örneğin, ellerin ve bacakların istemsiz titremesine yol açan Parkinson hastalığında ne tür sinyaller üretildiğini saptadılar. Böylece Parkinson hastalığını iyileştirmek için günümüzdeki modern Derin Beyin Uyarım (DBS) yöntemini geliştirdiler.
Bu tedavide hastanın beynine elektrot telleri yerleştiriliyor. Bu telleri kullanan doktorlar nöronlara elektrik sinyalleri gönderiyor. Bu sinyaller de nöronlara, parçalandığı zaman vücudun yaşaması için gereken enerjiyi açığa çıkaran ATP moleküllerini (adenozin trifosfat) beynin içine salmasını söylüyor.4
ATP artışı nöron sinyallerini yavaşlatıyor ve böylece Parkinson belirtisi olan şiddetli titremeleri önlüyor. Her ne kadar ilk olarak Parkinson tedavisi için onaylanmış olsa da DBS kronik depresyon, takıntılı-saplantılı davranışlar ve hata obezite tedavisinde2 kullanılabilir. Ancak bazı sorunlar var:
Öncelikle bu tedaviler henüz klinik deney aşamasında. İkincisi DBS depresyon tedavisine yönelik klinik deneyler hastaların iyileşmesine rağmen başarısız oldu; çünkü hastaların sadece yüzde 50’sinin iyileşmesi FDA’nnı tedaviyi onaylamak için koyduğu kriterleri karşılayamadı. Ancak, deneyler sürüyor.3
İlgili yazı: Büyük Ölüm: Dünyanın En Büyük Felaketi
Beyin simülasyonu ve kontrol çipleri
1960’lar ve 70’lerde ise hekimler epilepsi krizlerini ve Parkinson hastalığını iyileştirmek için beyne kontrol çipleri yerleştirmeye başladılar. Ancak, bunlar kafatasına takılı olması gereken büyük kutulardı ve güç kablosu ile odadaki bir prize veya bataryaya bağlanması gerekiyordu. Kısacası ağır ve hantal aletler olarak hastanın günlük hayatta kullanmasına elverişli değildi.
Her durumda 1960’larda ilk kalp pilinin geliştirilmesi, vücuda takılacak kadar küçük kontrol çiplerinin de bir gün üretilebileceğini gösterdi. Öyle ki bu tür kontrol çiplerini kendi aspirin pilleriyle vücuda yerleştirmek mümkün olacaktı. Örneğin, Parkinson DBS tedavisi için gereken çipler beyne; ama bunların beyne sığmayacak kadar büyük olan pilleri göğüs kafesine yerleştiriliyor.
Ayrıca DBS’ten başka beyin uyarım tedavileri de var. Bunlardan biri de elektro-kasılım tedavisi (ECT). İşte ağır depresyon tedavisinde ECT çok daha başarılı oluyor ve bu tedavi hastanelerde uygulanıyor.5 ECT, DBS’e göre çok daha güvenli ve ucuz bir tedavi yöntemi; çünkü kafatasını kesip beyne çip takılmıyor. Bunun yerine hastalar başına elektrotlu şapka geçiriyor.
Hekimler de bu sıradan EEG şapkası ile kafa derisi üzerinden beyne yüzeysel elektrik akımları veriyor. Bunlar depresyonu tümüyle gidermese bile büyük ölçüde hafifletebiliyor; ama genellikle kalıcı bir tedavi olmadığı için terapinin düzenli tekrarlanması gerekiyor.
İlgili yazı: Bilinç Bilinçsiz Beynin Ürünü mü?
Mutluluk tedavisi
ECT’nin beyni nasıl etkilediğini biz de pek bilmiyoruz; ama depresyonu geçici ve zararsız mini epilepsi krizleri yaratarak iyileştirdiğini biliyoruz. Belki de beyindeki dopamin hormonu seviyesini değiştiriyor veya nöronların elektrokimyasal almaçlarını (reseptör) etkileyerek beyinde dopamine duyarlılığı değiştiriyor.
Nitekim dopamin (en basit ifadesiyle) serotonin, oksitoksin ve endorfinlerle birlikte insana moral verip motivasyonu artıran bir mutluluk hormonudur. Bu bağlamda ECT tedavisi dopamin seviyesini etkileyerek beynin strese tepkisini düzeltiyor.
Epilepsi tedavisinde kullanılan diğer bir yöntem de vagus sinirine (insan başından geçen 10. sinir) elektrik vererek beyinde epilepsiye yol açan bölgeleri uyarmak. Bunun için de Parkinson DBS tedavisinde olduğu gibi göğüs kafesine bir çip yerleştiriyorlar ve bu da sinire elektrik veriyor.
Sonuçta Vagus siniri, kalp ritmini düzenleyerek beyinle kalp ve akciğerler arasındaki bağlantıyı sağlıyor. Vagus sinirine elektrik verildiğinde, nöronlar özel almaçlar salgılıyor ve bunlar da şiddetli titremeye yol açan sinirlerin uyarılmasını baskılayarak epilepsi şiddetini azaltıyor veya krizleri tümüyle önlüyor.
İlgili yazı: Bilinç Maddenin Yeni Bir Hali mi?
Toparlarsak
Beyin simülasyonları sadece sinir hastalıklarını ve psikolojik rahatsızlıkları iyileştirmekle kalmayacak. Aynı zamanda telepatik internet yoluyla bedenleri hackleyip insan beynini doğrudan bilgisayara bağlayacak. Bu da insanların süper zeki olmasının önünü açacak. Nitekim Elon Musk’ın Neuralink şirketi şimdiden beyne takılan kontrol çipleri geliştirmeye başladı bile.
Peki zihinsel rahatsızlıkları tedavi etmek için geliştirilen holografik beyin programla aygıtı ve RNA yoluysa hatıra ekme teknolojisi, bizzat benliği yok ederek insanı insan olmaktan çıkarır mı? Yoksa aşkın insanının önünü mü açar? Bütün bu soruların cevabı kişinin önce kendi açık fikirliliği ve özgür vicdanında yatıyor. Güneşli günler ve aydınlık bir zihin dilerim.
AB’nin İnsan Beyni Simülasyon Projesi
1A Kinetic Map of the Homomeric Voltage-Gated Potassium Channel (Kv) Family
2Deep Brain Stimulation for Obesity: A Review and Future Directions
3Why a ‘Lifesaving’ Depression Treatment Didn’t Pass Clinical Trials
4Deep Brain Stimulation Surgery to treat Parkinson’s Disease
5Electroconvulsive therapy (ECT)
Hocam zaten evrendeki bizim algıladığımız etkileşim türü elektromanyetik etkileşimler ise insan bedenin de elektirikle çalışması yani elektromanyetik etkileşime tabi olması çok normal. Ama evren bize başka etkileşim türleri olduğunu da gösteriyor algilamadigimiz. Örnek kuantum dolaniklik gibi. Ve bu etkileşimler bildiğimiz neden sonuç etkileşimlerinin adeta dışında gibi ve sağ duyguya aykiri nitelikte (burada geçen sagduyuya “mantıksal beklenti” de diyebiliriz ama bizim mantıksal beklentimiz zaten algıladığımız etkileşim türü olan elektromanyetik etkileşime dayanıyor ki ‘mantık tutarlılığı’ kavramımiz da tamamen buna dayanıyor ve bu çerçevede olusup şekilleniyor ama evren bizi şaşırtmaya ve bu tutarlılığin aslında çok da mutlak baglanilmasi gereken bir tutarlılik olmadığına dair mesajlar vermeye devam ediyor bu da mantıksal tutarlılığin her ihtimalde bittiği bir yerlerin olduğunu bize çok açık gösteriyor. Bu “ürkütücü” gerçek her şekilde karşımıza çıkıyor. Cevabını bilmediğimiz sorular gerçekten hayret uyandıracak olasılıkların varlığına kapı aralıyor. Mantıksal tutarlılık ve mantıksal tutarlilik beklentisi bitince geriye ne kalır sormak istiyorum. Film izlenirken Bir filmin başı ve sonu tutarlılık taşır. Ama mutlu sonla veya mutsuz sonla biten filmin bittiğini sansak da o sadece bir filmdir izlerken güzeldir keyiflidir senaryo kendi içinde tutarlı olsa da senaryo yazılıp çizilmiştir. Filmin tutarlılığı senaryo içindedir. Senaryo dışında herşey olduğundan çok başkadır. Peki mantıksal tutarlılık senaryo için geçerliyse senaryo dışında bambaşka bir gerçeklik söz konusuysa ama senaryo dışı olan senaryonun da kendi tutarlılığı varsa ve bu döngü bu şekilde devam ediyorsa işin daha da ilginci insan (yada insan düşüncesi beyni) mantıksal tutarlilikla ancak var olabiliyorsa ve mantıksal tutarlılığin dışına cikayamayan bir insan beyni söz konusuysa işte o zaman insanın kendine “mahkum” olmasının en derinindeki anlamin ne olduğuna yaklaşmış oluruz biraz. )
İnsan özgür iradesinin olması için bilincin beyin yoluyla bedeni etkilemesi gerekli. Yani bir şey gerceklesmesi istenildiğinde bunun özgür irade ile yabilabildigini kabul edebilmek için açık ki bu ancak bilincin (düşünsel faaliyetin) bedeni etkilemesi ile mümkün. Bunu Şöyle de ifade edebiliriz bilincin bedendeki maddenin üstünde konumlanmasi ve bedeni oluşturan maddeye hukmedebilmesi gerekir. (Plasebo etkisi de bu duruma dair çok önemli bir kanıttır aslında) Bunun aksi olasiliginda özgür irade diye birşeyden bahsedemeyiz. Zira diğer olasilikta beyin (beyni olusturan maddeler) iradeyi tamamen yönlendiriyor belirliyor diye kabul etmek gerek. Özgür iradesinin az veya çok olduğunu kabul eden herkes bilincin bedenin üzerinde konumlandigi çıkarsamasindan kaçamaz. Ayrıca bunu kabul etmeyen kişi tüm psikolojik rahatsizliklara da biyolojik demek zorunda ve “psikolojik” sebepli rahatsizliklarin olmadığını ve bunun bizim aslında yanlış bir sanimiz olduğunu kabul etmek durumundadır. Burada şunu da belirtmekte fayda var ki Bilinç elbette beyne tabi ve beyindeki değişimler bilinci etkiler ancak bu durum özgür iradenin varlığını ve dolayısıyla bilincin beden üzerindeki üst konumunu yanlislamaz. Beynin bilinci etkilediğinden yola çıkıp bilincin beyni etkileyemedigi gibi bir sonuca varıp bunların sanki birbirini yanlislayan şeyler olduğunu zannedip bunlardan birini kabul edenin diğerini reddetmek zorunda olduğu çatışmasına girenler hakkında zaten ahmaklık derecesinde sartlandiklarini söylemek fazla olmaz diye sanıyorum. Zira aslında birbiriyle bagdasabilecek iki şeyi suni şekilde catistirmak çoğu zaman içine düşülen bir mantık hatasıdır. Aynı çatışmalari bilim ve fikir tarihinde bir çok konuda görmek mümkün bu fikren cephelesmeler genelde kişilerin önceki felsefi kabullerinin eseridir. Kişiler kendi felsefi kabullerine uygun başka kabulleri gitmek eğilimi taşıdıkları için kendi felsefelerini yanlislayan olasılıkları genelde dislamaya reddetmeye sartlanirlar. Mesela materyalistler özgür iradelerinin olmadığını kabul etmek uğruna bilincin beyni etkilediğini kabul etmeme eğilimi taşırlar. Çünkü bunu kabul etmek kendi felsefelerine ciddi bir darbe indirir. Bazıları ise özgür iradelerinin varlığını kabul eder seçimlerini ovuncle kendi iradesiyle yaptığını savunur ama bilincin bedeni etkilediğine dair kendi felsefesiyle çelişki yaratacak bu duruma ragmen “mutlu çelişkilerle” yaşamayı tercih eder. Tutarsızligin bedeli ise açıktır ki her zaman yanilmaktir. Burada özgür irade ile ilgili olarak eğer bilinç bedeni etkiliyorsa kilit soru şu sonuçta bilinç beyni ve beyindeki atomları nasıl olur da etkiler. Bu soru aslında canlı veya canlılık (canlı olma hali) nedir sorusuna bağlanan ve onunla ilişkili bir soru. Canlılık nedir ve nasıl bir ozelliktir. Canlılığı bilincsiz atomlar oluşturuyorsa canlı olma özelliği bilinçsiz maddeden nasıl ortaya çıkıyor. Bu maddeler bir formla bir araya gelince canlı ortaya çıkıyorsa “cansizlik” (ölüm hali) tekrar nasıl bir durum ki gerçekten cansız madde canlı olma özelliğini tekrar yitirmiş oluyor esasen. Günlük dilde kullandığımız “can çıkma” deyimi muhtemelen sezgisel olarak kavramsallasti ama bu sezgisel ifade aslında gerçekten canlı olma halinin kaybedilmesinin altında yatan şeye işaret eden bir gerçeği mi ifade ediyor. Yazınızda da geçtiği gibi elektromanyetik tepkiler bedendeki tüm atom hücre hareketlerinin kaynağı ise canlilarin bedenlerindeki hücre ve daha derine inersek atom faaliyetlerinin aslında ucu zamana ve evrenin genişlemesine kadar uzanan bir yönü olduğunu görebiliriz. Zira evrendeki bütün hareketlerin kaynağı evreni açığa cikaran “ilk hareket” tır. Böyle düşününce canlı olma halinin sadece elektiromanyetiksel bir biraya geliş surecinden başka bir şey olmadığı da düşünebilir. Ancak canlı özelliğini kaybetme halı de burada aslında ilginçtir. Çünkü aslında elektromanyetiksel etkileşim canlı olma hali kaybedilsede beden için aslında devam etmektedir. Yani canli olma halinin bedendeki maddeyi etkin (hücresel hareket ve faaliyetleri sağlayan) bir özelliği olduğunu anlıyoruz. Canlı olma özelliğinin kaybedilmesi halinde ise bu özellik sona eriyor. Biz de buna “can çıkma” diyoruz. Bu durum bize canlı olma halinin nitelik olarak çok daha farklı bir özellik olabilecegine dair işaretler veriyor. Burada akla tıp dünyasında kabul edilen “beyin ölümü’ nün ölüm olarak kabul edilmesi de geliyor. Zira dolaşım sindirim sistemi faaliyetine devam etse de tıp dunyasinda beyin hücrelerinin yenilenemez oluşu nedeniyle beyin ölümü gerceklesince o kişi ölmus kabul ediliyor. Buradan yola çıkarsak canlı olma halinin beyinle nasıl bir ilişkisi olabilir….. Yorumumu okuyacak kişileri sadece biraz düşünce yolculuğuna çıkarmak istedim. kesin cevaplara ulaşamasak da bu yolculuklar önemlidir. Kozan hocam uzattım ama mazur görün. Son bir kac soruya daha dikkat çekerek düşünce yolculuğunu bitiriyorum. Beyin bilinci üretiyor veya ortaya cikariyorsa nasıl oluyorda bilinç beyni yönlendirecek bir özellik kazanabiliyor. Çocukluk da olmayan bilinç ve irade geliskenligi nasıl yetişkinlikte beynin gelişmesiyle ortaya çıkıyor kazanılıyor. Tabi bütün bu sorular bilincin ne olduğuyla esasen cevap bulabilecek sorular.