Bilinç Maddenin Yeni Bir Hali mi?
|Fizikçi Max Tegmark bilincin tıpkı sıvı, katı ve gaz gibi maddenin yeni bir fiziksel hali olabileceğini söyledi. Peki öz farkındalık ve insan bilinci nedir? Özgür irade var mı, yoksa bir yanılsama mı? Bilinç doğaüstü mü, bir algoritma mı, yoksa Kurzweil’ın dediği gibi “türedi olgu” mu? Birlikte görelim.
İnsan bilinci nedir?
Bu sorunun kesin bilimsel cevabını bilmiyoruz: Nörologlar verecek yanıtları olmadığı için sorudan özellikle kaçıyor ve bilinç üzerine bir şey söylemek istemiyorlar. O zaman da boşluğu spritüelistler ve kuantum bilinç teorisyenleri dolduruyor.
Oysa insanı insan yapan en önemli şey insan bilinci ve sözde bilimle boş inançların toplumda yaygınlaşmasını önlemek için nörologların bilincin kökenini en kısa zamanda açıklaması gerekiyor.
İlgili yazı: Mars’ı Dünyalaştırmak için Yeterli Karbondioksit Var mı?
Kuantum bilinç
Fizikçi Roger Penrose ve anestezi profesörü Stuart Hameroff’un savunduğu kuantum bilinç teorisini ayrı bir yazıda ele aldım. Aynı yazıda ve ondan önce de Ne Kadar Hızlı Düşünüyoruz yazısında, insan bilinci hakkında bildiklerimizi anlattım. Bu yazıda ise Max Tegmark’ın bilinç teorisini ele alacağız.
Fizikteki sıra dışı fikirleri yüzünden Mad Max olarak adlandırılan Tegmark, aynı zamanda çoklu evren teorisini çoklu alem teorisine genişleten bir dahi ve bu kez de bilinç teorisine el attı:
Tegmark diyor ki “Mademki insan beyninde, bildiğimiz kadarıyla, bilinci oluşturan özel bir organ veya özel bir nörobiyolojik mekanizma yok; belki de bilinç dediğimiz şey maddenin katı, sıvı, gaz gibi yeni bir fiziksel halidir.” Haklı olabilir mi?
İlgili yazı: Mars’a Kış Uykusuna Yatarak Gideceğiz
Modern bilinç teorisi
Tegmark’ın kaygılarını ve söylemini anlamak için kısaca modern bilinç teorisine değinelim. Sonra bunu benim de büyük ölçüde katıldığım, Ray Kurzweil’ın türedi kavram (emergent concept) bilinç teorisine bağlayacağım.
Böylece sizlerle bilimsel verilere dayanarak derlenmiş olan yeni bir bilinç teorisi paylaşacağım. Amacım filozoflarla bilim insanlarını insan bilinci gibi karmaşık bir konuda birlikte çalışmaları gerektiğine ikna etmek; ama bu mesajın açıklamasını yazının sonuna sakladım.
Diğer amacım ise modern bilinç teorisi üzerine Türkçe dilindeki en güncel ve özet kaynağı hazırlamak; çünkü nörobiyologlar bilinç konusunda susuyor.
İlgili yazı: Neden Mars’ta Koloni Kuramayız?
Fizik ve felsefe arasında kopukluk var
Üniversitelerde bilinç felsefesi dersleri veren değerli akademisyenlerimiz, felsefeyi çok iyi bilmekle birlikte nörobiyoloji, yapay zeka ve kuantum fiziği gibi insan bilinci için en gerekli olan alanlarda yeterli bilgi sahibi bulunmuyor.
Oysa insan bilincini açıklamak için bize birçok konuda bilgi sahibi olan ve eklektik araştırmacılar gerekiyor. Bin fenli terimini Hezarfen Ahmet Çelebi’den biliyorsunuz. Eklektikler ise felsefedeki eklektik çığırından gelen düşünürlerdir.
Bunlar felsefedeki sistematik öğretiler içinden bazılarını seçip, bunları birleştirerek kendi tutarlı öğretisini oluşturan filozoflardır. Peki felsefedeki bu yöntemi alıp insan bilinci gibi henüz bilimsel olarak açıklanmamış olan bir olguyu araştırmakta kullanabilir miyiz?
İlgili yazı: Elon Musk Mars’ta Sera Kent Kuracak
Bu yazıda bunu deneyeceğiz
Eklektik düşünce ile yapay zeka, kuantum fiziği ve nörobiyoloji gibi farklı bilimsel disiplinleri birleştireceğiz. Bunlarla ilgili bilim ve bilgi felsefesi yaklaşımlarını kısaca ele alacak ve sadece bilimsel verileri dikkate alarak bunların sağlamasını yapacağız.
Ardından salt bilimsel verilere dayanan, ama tek bir felsefi görüşe bağlı olmayan modern ve eklektik bir bilinç teorisi geliştireceğiz. Peki bilim varken felsefeye ne gerek var diyebilirsiniz. İnsan bilincinin bilimsel açıklaması olamaz mı?
İlgili yazı: Gerçek Adem: ilk insan ne zaman yaşadı?
Bilimin sınırları
İş eskiden sadece filozof ve astrologların ilgilendiği astronomi bilimi olsaydı size katılırdım. Ancak, 1) İnsan bilincinin bilimsel açıklamasını henüz yapamadık. Dahası nörologlar bu konuyu konuşmak bile istemiyorlar ki bu aslında bilim insanı olarak sorumluluklarını reddetmek anlamına geliyor.
2) Ray Kurzweil’ın türedi bilinç teorisine büyük ölçüde katılan biri olarak insan bilincinin salt fiziksel ve nörobiyolojik olarak açıklanabileceğinden, dahası salt bilimsel olarak açıklanması gerektiğinden pek emin değilim:
Ancak, bunu söylerken bilincin ruhani ve dinsel bir olgu olduğunu kast etmek istemiyorum. Elbette ki dinsel inançlarınız olabilir ve size göre bir konunun dinsel açıklaması da olabilir. Yalnız ben bilimsel sınırlar içinde kalacağım; çünkü bir tek bilimi objektif kanıtlarla tartışabiliriz.
İlgili yazı: Düz Dünya Teorisini Çürüten 12 Kanıt
Sözde bilime ve hurafelere hayır
İnsan bilinci sadece bilimle açıklanamayabilir derken, bilincin doğaüstü bir olgu olduğunu söylemeye de çalışmıyorum.
Sadece bilincin sistematik olarak yüzde 100 doğal bir olgu olduğundan emin değilim: Bilincin aynı zamanda psikolojik, sosyokültürel ve tarihsel bir yapıntı olma ihtimali var. İnsan bilincini açıklamak için hem nöroloji, hem de bilinç felsefesi gerekir derken bunu kast ediyorum.
Yine de Max Tegmark’ın “Bilinç maddenin fiziksel hallerinden” biridir şeklinde özetleyebileceğimiz yeni bilinç teorisini anlatırken; insan bilincinin psikolojik, sosyokültürel ve tarihsel kökenlerine değinmeyeceğim. Bunu konunun uzmanı olan sosyolog ve psikologlara bırakıyorum.
İlgili yazı: Kodlama İçin En Gerekli 16 Programlama Dili
Bilinç metafiziğin kökeni olabilir mi?
Tegmark’ın bilinç teorisine geçmeden önce belirtmek istediğim son bir nokta, vermek istediğim son bir bağlam var: Metafizik; yani Aristoteles’in kast ettiği anlamda metafizik, fiziğin dışında olan doğaüstü, sihirli bir şey değildir. Yazıyı toparlarken geri gelmek üzere bunu aklımızda tutalım.
İnsan bilinci için çağrışımlı düşünme, bağlamsal düşünme kavramlarını da zihnimizin bir köşesinde hazır edelim. Ayrıca yapay zeka alanındaki “network zekası” kavramını da insan bilinci için özellikle hatırlayalım; ama bu kadar ön açıklama yeter. Artık Tegmark’ın yeni bilinç teorisine geçebiliriz.
İlgili yazı: Kepler Dünya’ya En Çok Benzeyen Gezegeni Buldu
Maddenin bilinç hali
MIT Cambridge yerleşkesinden teorik fizikçi Max Tegmark insan bilincini matematik denklemlerle ifade etmek için düğmeye bastı. Tegmark, insan bilincinin kuantum fiziği ve enformasyon teorisiyle açıklanabileceğini söylüyor. Böylece bilinci bilimsel test ve deneylere tabii tutarak ne olduğunu analiz edebilecek.
Tegmark, “Bilincin maddenin farklı bir hali olarak anlaşılabileceğini düşünüyorum. Nasıl ki farklı sıvı türleri var, farklı bilinç türleri de olabilir” diyor.
İşin ilginci, her ne kadar nörologları eleştirmiş olsam da yeni bilinç teorisinin temellerini de ilerici nörologlar attı. Özellikle Wisconsin Üniversitesi, Madison’dan nörolog Giulio Tononi, 2008 yılında bilincin iki temel özelliği olduğunu söyledi:
1) Bilinç denilen sistem büyük miktarda enformasyon işleyip depolayabilmeli. Bu açıdan bilinç bir enformasyon olayıdır. 2) İkincisi bu enformasyon bilgi-işlem sürecinin sonunda bir bütünün parçası olarak birleştirilmeli. Öyle ki bütünün parçalar toplamından fazla olması gibi, bilinç sistemi de bölünemez bir bütün olmalı. Buna bütünleştirme diyoruz.
İlgili yazı: İnternetinizi Uçuracak En İyi 10 Modem
Whitehead’in saati
Filozof Whitehead, “bütün parçalar toplamından fazladır” önermesini mekanik saatler için kullanmıştı: Saatin parçalarının kendine özgü birer işlevi ve tanımı vardır. Saat parçalar toplamından fazladır; çünkü saat zamanı ölçer.
Ancak, zamanı onu oluşturan tek tek parçalar değil, bir bütün olarak saat ölçer. Nitekim bu yaklaşım, Kurzweil’ın bilincin türedi kavram olduğuna dair network zekası teorisinin de temelini oluşturuyor.
Bu açıdan bakarsak enformasyon temelli olan bilinçli bir sistem, enformasyonu belleğinde depolayıp etkili bir şekilde geri kazanabilmeli. Aynı zamanda günümüz bilgisayarlarından çok daha güçlü ve esnek olarak bu veriyi işleyebilmeli.
Kompütron
Tegmark bu teoriden yola çıkarak insan bilincini kompütron (İngilizce computronium) olarak adlandırıyor. Bunu söylerken elbette computer (bilgisayar) sözcüğünden esinleniyor. Ancak, bilincin basit bir bilgisayar olarak tanımlanamayacağını, çünkü bölünmez bir bütün olduğunu belirtiyor.
İlgili yazı: Stephen Hawking Evren Sonsuz Değil Dedi
Yazılım ve donanım
Akıllı telefon, içindeki yazılım olmadan bir hiçtir. Ancak, yazılımı kaldırıp içine başka bir uygulama yükleyebilirsiniz ve yeni uygulamalar telefona yeni özellikler kazandırır. Buna karşın insan beyni yazılım yüklü olan organik bir bilgisayar değildir.
Örneğin, bizler dünyayı yaklaşık 50 gigapiksel çözünürlükteki bir video kamera gibi görüyoruz. Ancak, dünyayı video kamera gibi kayda almıyor ve bu kaydı MP4 dosyası olarak beynimizde kaydetmiyoruz. Ne göz sinirimizin bant genişliği ne de beynimizdeki depolama alanı buna yeterdi.
Biz dünyayı resimdeki gibi ışık, gölge, kıvrım-çıkıntı-şekil haritaları (bump map), siyah-beyaz ve gri dengesi gibi şablonlar halinde görüyoruz. Bunlar bilgisayar oyunları ve Photoshop’tan bildiğimiz kavramlar. Beynimiz görsel şablonları birleştirerek görme olayına dönüştürüyor.
Kısacası görme aslında bir algı ve kurgu sürecidir. Görme post processing’tir (Bu süreç, grafik kartlarında PC oyunlarının görselliğini iyileştirmekte kullandığımız makyaj tekniklerine benziyor). Nitekim resimde gördüğünüz garip şekiller, aslında insan gözünden gelen optik sinyallerin işlenmemiş hali. Beynimiz bunları işleyince o güzel renkli ve üç boyutlu dünyamız ortaya çıkıyor.
İlgili yazı: Sicim Teorisi Evreni Tek Denklemle Açıklayabilir mi?
Türedi kavram budur
Öyleyse bilincin post processing ile sonradan ortaya çıkan bir türedi kavram, türedi olgu olduğunu söyleyebiliriz. Max Tegmark da Ray Kurzweil’ın bu yaklaşımını kuantum fiziği ve enformasyon teorisiyle temellendirmeye çalışıyor.
Burada detaya girmeyeceğim; ama insan beyni, her biri 100 nörondan oluşan ve iç sinir ağlarıyla birlikte doğuştan hazır gelen, toplam 300 milyon desen tanıma birimiyle çalışıyor. Bu 30 milyar nöron beyin kabuğunda bulunuyor ve duygularımızla düşüncelerimizi üretiyor.
Siz de beynin nasıl çalıştığını Beyin Programlayan Holografik Aygıt, İnsan Beynini Çalıştıran Yazılım Bulundu, Ne Kadar Hızlı Düşünüyoruz ve Laboratuarda Mini Neandertal Beyni Üretiyorlar yazılarında bulabilirsiniz.
Tegmark’a göre, maddenin bilinç hali kompütrondur ve diyor ki günümüz süper bilgisayarları bile bu bilinç haline, öz farkındalığa ulaşamazlar; çünkü maddenin bilinç hali olan kompütronun oluşması için bilgi işlem gücünün 100 trilyon trilyon trilyon kat artması gerekiyor (1038). Bunu akılda tutun; ama sırada maddenin ikinci bilinç hali de var ve network zekasından hareketle buna bireysel üst akıl diyebiliriz. Tegmark buna farklı bir ad veriyor:
İlgili yazı: Füzyon Roketi için Helyum 3 Zaman Kristalleri
Pörseptron
Tegmark, insan beyninin algılama süreçleri için bir de İngilizce perception kelimesinden (algı) perceptronium kavramını (algılık) türetiyor. Tegmark’a göre özbilinç, öz farkındalık; yani insanın kendi varlığının farkına varması algılık sayesinde oluyor. Bu da maddenin kompütrondan daha karmaşık olan farklı bir fiziksel hali.
Öyle ki bilinç bölünmez bir bütündür derken maddenin işte bu algılık halini kast ediyoruz. Bu bölünmez bütün, aynı zamanda kompütrondan kısmen bağımsız olmalı. Yoksa klasik fizik ve matematik deterministtir, biliyorsunuz:
Algılık kompütrondan kısmen bağımsız olmasaydı sevgi gibi en derin duygularımız, etik kararlarımız, ahlak anlayışımız, dinsel inançlarımız, hatta sanatımız beynimizin bilinçsiz (bilinç dışı) nörobiyolojik faaliyetlerinin otomatik bir sonucu olurdu.
Böyle bir dünya ister misiniz? Sonuçta özgür irade tümüyle yanılsama ise bizler kendini özgür sanan bilinçsiz, aptal robotlarız. Kendi kararlarından sorumlu olmayan, ahlaki ve hukuksal sorumluluk alamayacak olan sohbet botlarıyız.
İnsan benliğinin inkarı
İstisnalar hariç, insanların kendi benliğini inkar etmek isteyeceğini sanmıyorum. Bu aynı zamanda dinsel inançlar için de bir sorun. Bizler beyinsiz birer sohbet botu isek günah-sevap, cennet-cehennem ve hatta anne sevgisinin bile bir anlamı olmazdı.
İlgili yazı: Herkes Nerede? Uzaylılar ve Fermi Paradoksu
Karşı çıkıyor musunuz?
Bu yaklaşıma isyan ediyor musunuz? Evet, “hoşumuza gitmese de bilimsel gerçekler bunu gösteriyor” diyenler olacaktır. Karşı çıkmak bir şeyi değiştirmez diyeceklerdir. Öte yandan, kuantum fiziğindeki belirsizlik ilkesi zaten doğada klasik determinizmin geçerli olmadığını gösteriyor. Bu da özgür iradeye kapı aralıyor.
Kaldı ki aptal birer sohbet olmayı kabullenmemenizin asıl sebebi, bizzat bilincinizin yapısı ve özelliklerinden kaynaklanıyor olabilir. Belki de bilinciniz gerçekten de beyninizden kısmen bağımsızdır. Peki bu nasıl olabilir?
Özgür irade sayesinde
MR cihazı ile beyin görüntüsünün alınmasıyla yapılan araştırmalar, insan beyninin, biz bir seçim yaptığımızın farkına varmadan 2 ila 6 saniye önce o seçimi yaptığını gösteriyor! Kısacası biz kırmızı veya yeşil düğmeye basmak gibi bir seçim yaptığımızı sanırken, beynimiz o seçimi biz fark etmeden 2-6 saniye önce yapıyor! İşte nörologların özgür irade bir yanılsamadır önermesi buradan çıkıyor.
İlgili yazı: Kütleçekim Dalgalarıyla Veri Transferi Yapabiliriz
Özgür irade yanılsama mı?
Bu yanlışlık, nörologların felsefede özgür iradenin tanımının ne olduğunu bilmemesinden kaynaklanıyor. Önce özgür iradeyi mutlak irade ile karıştırıyorlar (örneğin Tanrının gücünün her şeye yetmesiyle). Sonra insanların geçmişi değiştirememesi ve istedikleri her şeyi yapmaya gücünün yetmemesinden hareketle özgür irade diye bir şey olmadığı sonucuna varıyorlar.
Oysa özgür irade mutlak irade değildir. Özgür irade, size sunulan başlangıç koşulları arasından sınırlı sayıdaki koşulu, enformasyon teorisindeki geri besleme (feedback) yöntemi ile kısmen değiştirebilme kabiliyetinizdir.
Hani derler ya yedisinde ne ise yetmişinde odur… Evet, öyledir: Özümüzü değiştiremeyiz; çünkü değiştirebilsek zaten başka bir insan olurduk. Ancak, zamanla hatalı yanlarımızı törpüleyerek kendimizi eğitebilir ve aşırılıklardan kaçınabiliriz. İşte özgür irade budur.
Mesela doğum tarihinizi değiştiremezsiniz. Hatta istediğiniz lisede okumamış olabilirsiniz. Belki de hayat şartları sizi o okula gitmeye mecbur etmiştir. Ancak, okulu terk etmek veya çok çalışıp yüksek not almak seçimleri büyük ölçüde size aittir. Böylece güzel bir kurgu yapmış olduk. Peki gerçek mi?
İlgili yazı: Hiperküp: Evren Neden Üç Boyutlu?
Penaltıyı kaçırmak
Bunu görmek için futboldan bir örnek verelim: Diyebilirsiniz ki penaltıyı pis kaçırdım. O negatif tezahürat, o sinir bozan hakem, rüzgar ve yağmur olmasaydı gol atardım. Şartlar aynı olsa ve yarın tekrar deneyebilsem kesin o golü atardım.
Oysa özgür irade bu değil ki! İnsanın gücünün her şeye yetmemesi bağlamında, şartlar hiç değişmeseydi yarın da o golü atamazdınız. Şartlar değişmediği sürece 1 milyon kez deneseniz bile gol atamazdınız.
Neyse ki kuantum fiziğindeki belirsizlik ilkesi bu konuda filozof Herakleitos’a katılıyor: Hiçbir şey aynı kalmaz, her şey değişir ve aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz. Bu durumda özgür irade sadece içinde bulunduğunuz şartları kısmen değiştirme yetisi değil, aynı zamanda değiştirme niyetinde olmanızdır.
Kısacası her ne şartta olursa olsun o golü atmak istemeniz, asıl bu niyetiniz, özgür irade sahibi olduğunuzu gösterir. Özgürlük kadir-i mutlak olmak değildir.
İlgili yazı: Uzayda Dördüncü Boyut Var mı?
Belirsizlik ilkesi
Heisenberg’in belirsizlik ilkesine göre bir parçacığın konumu ve hızı gibi farklı kuantum özelliklerini aynı anda yüzde 100 kesin olarak bilemezsiniz.
Örneğin, bir fotonun konumunu kesin olarak bilirseniz fotonun momentumu belirsiz olacaktır ve foton kuantum tünelleme ile başka bir yere öngörülemez şekilde sıçrayacaktır. Fizikteki rastlantısallığın tanımı budur.
Bu durumda duygu ve düşüncelerimiz bilinçaltımızın otomatik bir sonucu olsa bile, kendi varlığının farkında olmayan bilinç dışı beyinsel süreçlerimiz; yani nörobiyolojik süreçlerimiz, rastlantısallıktan etkilenecektir. Beynimiz aynı şeyi iki kez düşünemeyecektir.
İşte bu rastlantısallık irademizi özgür kılıyor ve irademizin beynimizden kısmen bağımsız olmasını sağlıyor. Peki bunu bilincin bir yanılsama olmasıyla nasıl bağdaştırabiliriz?
İlgili yazı: Tutkuların Peşinden Koşarak Mutlu Olun
Nöronların bilinç kazanması
Bu soruyu nöronların nasıl olup da kendi varlığının farkına vardığını göstererek yanıtlayalım: Nöronlar görme, işitme veya yediğiniz yemeği sindiren midenizi kontrol etme gibi faaliyetler sırasında sürekli birbiriyle konuşuyor. Elektrokimyasal sinyaller yoluyla birbiriyle haberleşiyor.
Elbette sinir ağlarıyla bağlı oldukları civar nöronlar da mesaj gönderen nöronlara yanıt veriyor. Bu bağlamda, vericinin sinyalleri alıcılardan sekerek kendi üzerine geri yansıyor. Tıpkı aynadaki görüntünüze bakarak kendinizin farkında olmanız gibi, nöronlar da kendine yansıyan sinyallere bakarak varlığının farkına varıyor; yani bilinç kazanıyor.
İşte bu açıdan bilinç ve özgür irade bir yanılsamadır (Evren bir simülasyon mu yazısında belirttiğim gibi, insan beyninin simülasyon yetisinin kökeni de budur). Ancak, sırf bu yüzden özbilinç olgusu aynı zamanda gerçektir!
Kuantum fiziğindeki belirsizlik ilkesinin nörobiyolojik süreçlerimize eklediği rastlantısallık, rastgele karıştırma (shuffle) özelliği yüzünden, bilincimiz de türedi olgu olarak bilişsel süreçlerimizden kısmen bağımsız oluyor. Böylece kısmen özgür bireyler olarak ilk aldığımız kararı değiştirebiliyoruz.
İlgili yazı: Otonom Araç Sektörü 4 Trilyon Dolar Olacak
Yine de otomatik olarak yapıyoruz
Elbette ki fikrimizi değiştirme sürecimiz de beynimizde bilinç dışı olarak gerçekleşen nörobiyolojik etkileşimlerle gerçekleşiyor. Buna karşın belirsizlik ilkesi, bilincin kendi keyfi kararlarını almasını sağlayan bir özgürlük alanı (özgür irade) yaratıyor.
Ancak, işin en ilginç yanı ne biliyor musunuz? Bilincimiz de belirsizlikten etkilendiği için kararımızı değiştirme irademize bile rastlantısallık karışıyor. Bu da nöronlarımızın dediğimizi sadece kısmen dinlemesine yol açıyor.
Böylece fikrimizi değiştirelim derken, daha önce hiç aklımıza gelmeyen bir şeyi düşünüp irade ederek yepyeni bir karar alabiliyoruz. Yaratıcılık ve ilham dediğimiz şeyin birinci kaynağı budur. İkinci kaynağı ise çağrışımlı düşünmedir.
Ancak, bunu anlamak için yapay zeka araştırmalarında kullanılan bir model olan network zekasına bakmamız gerekiyor.
İlgili yazı: Robotlaşma yüzünden şoförler 2027 ve cerrahlar 2053’te işsiz kalacak
Üst akıl nedir?
Bunun için anılarımız, deneyimlerimiz ve yaşantılarımızdan başlayalım: Beynimiz anılarımızı nasıl depoluyor? Nasıl hatırlıyoruz?
Aslında beynimiz, babamızın görüntüsünü zihnimize fotoğraf dosyası gibi kaydetmiyor. Babamızla ilgili görsel, işitsel vb. algılarımızı, hislerimizi, yaşantılarımızı şablonlar halinde kaydediyor. Kısacası beynimiz anılarınızı değil, izlenimlerimizi kaydediyor.
Bunları da nöronlar arasındaki sinir ağlarıyla kaydediyor. Yeni bir şey öğrendiğimiz ve yaşadığımız zaman nöronlarımızın arasında yepyeni sinir ağları oluşuyor.
Bu durumda babanızla geçen güzel bir günü, o anıyı hatırlamak demek aslında izlenimlerinizden yola çıkarak anılarınızı her seferinde yeniden kurgulamak anlamına geliyor. Kısacası anılarınız aslında bir rekonstrüksiyon, yani her seferinde biraz farklı şekilde kurgulanan yarı kalıcı dinamik bir yapıntıdır.
İlgili yazı: Robot bilim insanı atomları lazerle kontrol etti
İnsan tanıklığına güvenilmez
Kısacası anılarımız her seferinde değişiyor. Babamızı her hatırladığımızda biraz farklı şekilde hatırlıyoruz.
Bu yüzden insan tanıklığını baz alan adalet sistemimiz de büyük hatalar yapıyor. Beşer şaşar: Bir trafik kazasında yayaya çarpan kırmızı arabayı mavi araba olarak da hatırlayabilir. Öyle ki kamera kayıtları gibi büyük veriyi esas almak, insan sözüne güvenmekten iyidir.
Öyleyse Max Tegmark’ın maddenin bölünmez bütün olan bilinç hali dediği algılık, en az 30 milyar nöronun trilyonlarca sinir ağıyla birbirine bağlanarak gerçek zamanlı olarak oluşturduğu bir network zekasıdır.
Bilinç, yaratıcılık, hatta yalan söyleme özgürlüğünüz bu yüzden türedi kavramdır. Tegmark, algılık bilinçten (maddenin kompütron hali) kısmen bağımsızdır derken bunu kast ediyor. Özetle insan beyninin bazı kararları zorunluluktan değil, estetikten gelen keyfi kararlardır. Canımız öyle istedi diye aldığımız kararlar.
İlgili yazı: Robot avukat ve mali müşavir botu geliyor, yazılımlar kanun yazıyor
Neden enformasyon teorisi?
Buraya kadar Tegmark’ın insan bilincini neden kuantum fiziğiyle açıklamaya çalıştığını gördük. Ancak, Tegmark aynı zamanda bilinci açıklamak için enformasyon teorisini de kullanıyor. Bunun en basit hali yazılım ve algoritmalardır ki bu da bizi yapay zekaya getiriyor.
Aslında insan beyni yazılımın donanımdan ayrılamadığı tümleşik bir yapı: Ne analog, ne dijital, ne de ikisi birden… İkisinin de özelliklerini taşıyan bir karma yapı. Buna karşın insan bilincinin pek çok özelliğini bilgisayar terimleriyle açıklayabiliyoruz.
İşte bu yüzden insan türünün, insan gibi düşünebilen veya kendisi kadar zeki olan yapay zeka geliştirme macerasını, aslında insan bilincine yapılan bir iç keşif yolculuğu olarak görüyorum. Yapay zeka, akıllı robotlar geliştirmeden önce biz insanlara kendimizi bilmeyi öğretecek.
İlgili yazı: Robot ressamlar geliyor ve video oyunu tasarlıyor
Örnek verecek olursak
Bilgisayar yazılımları: Bilgisayarınızdaki işletim sistemi Dünya’da en az 4 milyar yıldır süregelen evrim sürecinin doğal bir sonucu değildir. Belki çok dolaylı bir sonucu olabilir (Yaşam evrimden önce vardı yazısına bakınız).
Ancak, işletim sisteminizin kodları, algoritması keyfidir. Yazılımcının keyfine göredir. Yazılımcı şirketin isteklerine göre o kodları kendisi özel yazıp koymuştur. Bunlar zorunluluktan değil, istekten doğmuştur.
Öyleyse yaratıcılığın nöronların sinir bağlantılarından kaynaklandığını, dolayısıyla yaratıcılık yetisinin network zekasına bağlı olduğunu görüyoruz. Sinir bağlantılarının şart olması nedeniyle, yaratıcılık için neden çağrışımsal düşünme ve esinlenmenin de şart olduğunu görüyoruz.
Aslında cansızdan nasıl canlı çıkar ve bilinçsiz beyin nasıl bilinç üretir sorularının cevabının da network zekası olduğunu görüyoruz. Peki network zekası nasıl bilinç üretiyor? Yazımızın son kısmında bunu da görelim. Böylece Tegmark’ın teorisindeki eksik yanları da görmüş olacağız.
İlgili yazı: Baidu Yapay Zeka Kendi Başına Öğreniyor
Geth
Mass Effect video oyununda yer alan Geth adlı akıllı robotların ilginç bir özelliği var: Network zekası ile çalışıyorlar. Tek bir Geth çatışmada aptal bir askerken, 10 Geth çok daha zekice davranarak taktik geliştiriyor.
Bunun nedeni, bir araya geldikleri zaman yapay beyinlerini birleştirerek süper bilgisayar gibi hızlı düşünmeleri değil. Bunun nedeni el-kol hareketleri ve tüfeğin tetiğini çekmek gibi basit hareketlerle, bunlara karşılık gelen en basit bilişsel işlevleri kablosuz internet bağlantısı yardımıyla aralarında bölüşmeleri:
Geth beyinleri kablosuz internetle birbirine bağlanıyor ve sanal veri merkezi kurarak en basit hareketleri bu veri merkezinde bölüşüyor. Kısacası günümüzün Yüksek Performanslı Bilgisayar uygulamalarına benzer şekilde temel hareketleri sanallaştırma ile yürütüyor.
Böylece tek tek Geth beyinleri işlem gücünden tasarruf ediyor ve dolayısıyla daha zeki davranmaları için beyinlerinde ek kapasite kalıyor.
İlgili yazı: Yapay Zeka Bilimsel Düşüncenin Yerini Alacak mı?
İnsan beyni nasıl çalışıyor?
İnsan beynine baktığımız zaman buna benzer bir şey görüyoruz: Beyin kabuğunun altında kalan ilkel beyin katmanları refleksler ve istemsiz hareketleri ya da dövüş-kaç refleksini yönetirken, beyin kabuğu daha çok duygularla sanat gibi üst düzey bilişsel süreçleri yürütüyor.
Ancak, beynin özel bir ahlak alanı yok. Ahlaki düşüncelerden sorumlu genel bir bölge veya görsel bölge olmakla birlikte bu bölgelerin kesin sınırları bulunmuyor. Öyle ki çay koyarken bile beynin görünüşte alakasız birçok bölgesinin birlikte çalıştığını görüyoruz.
Öyleyse insan beyni tıpkı Geth beyinlerindeki gibi işbirliği yapan bölgelerle çalışıyor olabilir. Belki tüm bölgeler reflekssel işlevleri aralarında bölüşüyor ve üst düzey bilişsel süreçleri tek başına hallediyor. Ancak, bu üst işlevleri aynı zamanda bölünmez bütün halinde birleştirerek algılığı da üretiyor.
Her durumda insan beyninin network zekasıyla çalıştığını biliyoruz. MR cihazı taramaları bize bunu gösteriyor:
İlgili yazı: Musk Mark’a Karşı: Yapay Zeka Ne Kadar Zeki?
Kuantum beyin
Öte yandan, beynin yukarıda anlattığım şekilde çalıştığına dair elimizde kesin kanıt yok. Sadece Google Glass gibi insan beyni simülasyonlarının bu şekilde çalıştığını biliyoruz. İşte Max Tegmark beynin gerçekten bu şekilde çalışıp çalışmadığını göstermek için çabalıyor ve bunun için özel bir matematik geliştiriyor: Buna kuantum mekaniğindeki kuantum çarpanlara ayırma problemi diyoruz.
Kuantum çarpanları nedir?
Kuantum evreni üç matematik öğesiyle tanımlıyor: 1) Sistemin toplam enerjisini tanımlayan bir Hamiltonian denklemi, 2) Sistemdeki kuantum durumları arasındaki ilişkiyi tanımlayan bir yoğunluk matrisi ve 3) Sistemdeki şeylerin zamanla nasıl değiştiğini tanımlayan Schrödinger denklemi.
Sorun şu ki evreni bu terimlerle tanımlamaya kalktığımız zaman, karşımıza tüm olası kuantum mekaniksel sonuçları içeren sonsuz sayıda matematiksel çözüm çıkıyor. Üstelik bunların çoğu da evrenimizde görülmeyen egzotik olasılıklar oluyor.
Kısacası kuantum mekaniğinin tanımladığı evren bildiğimiz evrenden çok daha garip. Öyleyse neden bizler evreni sağduyuya uygun yarı klasik bir dünya olarak algılıyoruz? Örneğin neden buzlu suya bakınca bunu bardak, su ve buz gibi çok net cisimler olarak görüyoruz da birbiriyle etkileşim halindeki dağınık moleküller ve atomlar olarak görmüyoruz? Atom dünyasını cisimlere nasıl indirgiyoruz?
Diyelim ki uzaktan bakınca tek tek atomları göremediğimiz için zihnimizde su, buz ve bardak gibi cisimsel algıları türetiyoruz. Peki bunlar atomik ölçekte birbirine bağlı yapılırsa; yani su, buz ve bardak yapılarının atomları aslında birbirine dokunuyorsa nasıl oluyor da zihnimiz bunları ayrı cisimler olarak algılıyor? Bu faaliyetin nörobiyolojik süreçleri nedir? Bunları bilmiyoruz!
İlgili yazı: Yapay Zeka ile Melek Yatırımcı Olmanın 8 Yolu
Tegmark da bilmiyor
Ancak, bu sorunu yine fizikçilerin denklemlerle çözebileceği şekilde formüle etmek istiyor. Örneğin, bilinçli bir sistemde bulunan enformasyon birleşik olmak zorundadır. Bu da sistemin hata düzeltme kodları içerdiğini ve bu kodları kullanarak enformasyonunun sadece yarısına sahip olsa bile, eksik yarısını bildiği şeylerden türetebileceğini gösteriyor.
Mesela yarım portakal gördüğümüz zaman zihnimizde portakalın tamamını canlandırabiliyoruz. Babamızın o gün ne renk giydiğini hatırlamasak bile yüzünü çıkarabiliyoruz. Dilimizin ucuna gelen bir kelimeyi daha sonra tamamlayabiliyoruz.
Tegmark yapay zeka yazılımlarında Hopfield sinir ağı olarak bilinen özel bir network sisteminde depolanan bilgilerin otomatik olarak bu tür hata düzeltmeleri içerdiğini belirtiyor.
Öte yandan insan beyninin sahip olduğu 1011 nöronla oluşturabileceği bir Hopfield networkü sadace 37 bit entegre enformasyon depolayabilir! Sahip olduğunuz hatıra, duygu ve düşüncelerin bundan kat kat fazla olduğunu tahmin edersiniz. 😉
Enformasyon paradoksu
“Bu da bizi bir entegrasyon paradoksuyla karşı karşıya bırakıyor”, diyor Tegmark: “Bilinçli yaşantımızın enformasyon içeriği neden 37 bitten çok daha büyüktür?” Demek ki Tegmark’ın matematiksel bilinç teorisinin temel bir eksiği, eksik bir bileşeni var. Belki de insan beyni 4-10 boyutlu bir sanal matematik evreninde işlem yapıyor. O zaman 37 fiziksel biti katlayarak artırmak mümkün olabilir. Max Tegmark ve aynı zamanda yapay zeka uzmanı modern nörologlar şimdi bunu arıyor.
İlgili yazı: DataRobot Yapay Zekaya Algoritma Öğretiyor
Metafiziğin kökeni
Ne yazık ki dünyamız felsefe eğitiminde çok geri kaldı. Metafizik gibi zerre kadar spritüel olmayan bir terimin doğaüstü ruhlar ve dinsel inançlarla ilişkilendirilmesi, Aristoteles’in artık Amerikalı fizikçilere bile yeterince öğretilmediğini gösteriyor.
Oysa metafizik, öncelikle fiziğin altında yatan şeydir. Örneğin, fizik denklemleri matematiksel yapılardır. Bu açıdan fiziğin metafiziği matematik, matematiğin metafiziği aritmetik ve onun metafiziği de formel mantıktır. Üstelik insan zihninde bu yapılar var.
Tıpkı bilgisayar devrelerindeki mantık kapıları gibi, formel mantığa karşılık gelen birimleri tek tek nöronlarda, nöron gruplarında ve nöronlar arasındaki sinir ağlarında görebiliyoruz. Nöronların belirli elektrik potansiyellerinde nasıl ateşlediğini de görebiliyoruz.
Tıpkı bilgisayar oyunlarındaki sanal karakterlerin, belirli tetikleyici eşiklerinde belirli davranışları göstermeye komut satırlarıyla programlanmış olması gibi; nöronların da mantık kapılarıyla tanımlanacak şekilde nasıl ateşlendiğini görebiliyoruz.
İlgili yazı: Yapay Zeka İnsan Kadar Zeki Olacak mı?
Oysa insan bilinci çok farklı
İnsan beyninde bilinci oluşturan hiçbir özel yapı, beyin bölgesi ve nöron aktivitesi görmüyoruz. Bilince karşılık gelen elektrokimyasal sinyaller görmüyoruz. Yine de ister yanılsama deyin ister gerçek, insan bilinci var. Düşünüyorsunuz. Öyleyse varsınız.
Ancak, metafizik sadece fiziğin altında yatan şey değildir. Duygularımız ve düşüncelerimiz de fiziğin ötesinde olmak bağlamında metafiziktir. Bundan kastımız ise fiziğin dışında olmaları değil, fiziğin ötesinde olmalarıdır ve bu da sihirli bir olgu değil. Bu son derece sıradan bir şey:
Örneğin kırmızı rengi sevmemin psikolojik, bilimsel sebebini ortaya koyabilirsiniz; ama kırmızı rengi sevmenin bende yarattığı hoşnutluk hissini asla birebir algılayamaz ve bu “kendindeliği” özel bir veri dosyası halinde başka bir beyine ya da bilgisayara kopyalayamazsınız.
Hatta bizzat kuantum fiziğindeki klonlama yasak teoremi, enerjinin korunumu yasası gereği, kusursuz kopyalar oluşturmanıza izin vermez. Yoktan enerji yaratamayacağınız ve enerjiyi yok edemeyeceğiniz için bunu yapamazsınız. Kısacası metafiziğin termodinamik kökenleri de bulunuyor.
İlgili yazı: Capsule Network: İnsan gibi Düşünen Yapay Zeka
Evren boşluktan nasıl oluştu?
Aslında evrenin ve fizik yasalarının büyük patlama ile nasıl oluştuğunu açıklamaya çalışan kozmoloji teorileri de içinde bulunduğumuz evrenin metafiziğidir.
Özetle insan bilinci nedir, nasıl oluyor da kendi varlığımızın farkında oluyoruz ve özgür irade var mı sorularını; biz insanlar nasıl oluyor da evreni bilebiliyoruz sorusuna indirgeyebiliriz. Tamam, ünlü filozof Platon benzer benzeri bilir demiş. Peki neyi neye nasıl benzetiyor da biliyoruz?
Bu soruya tatmin edici bir yanıt vermekten henüz çok uzağız. Ancak, hem bilincin türedi olgu olması, hem de metafiziğin yukarıda verdiğim metafizik tanımı nedeniyle bu soruya sadece fizikçilerin, sadece bilim insanlarının yanıt vermesinin yeterli olmayacağını da görüyoruz.
İnsan zihni keyfiyete dayalı tercihler de içerdiği için insan bilinci nedir sorusunu fizikçiler tek başına yanıtlayamazlar. Ancak filozoflar ve büyük olasılıkla da yapay zeka yazılımcılarıyla birlikte yanıt verebilirler. Belki de bunun cevabını biz insanlar değil, yarattığımız yapay zeka ve robotlar verecek; çünkü soruya dışarıdan bakıp gözden kaçırdıklarımızı görebilecekler.
İlgili yazı: Evren İçi Boş Bir Hologram mı?
Toparlayacak olursak
MIT, Cambridge’ten Max Tegmark, insan bilinci nedir sorusunu enformasyon ve kuantum fiziği teorileriyle açıklamak istiyor. Bunun için bilincin tıpkı sıvı, katı ve gaz gibi maddenin fiziksel hallerinden biri olduğunu söylüyor.
Nitekim bilincin fiziksel bir olgu olduğunu gösterebilirsek bilinç olgusunu bilim insanı ve filozofların tartışabileceği objektif bir zemine oturtabileceğiz. Bu sayede insan bilincini sözdebilim ve hurafelere gerek kalmadan açıklayabileceğiz.
İnsanlık bugüne kadar görelilik teorisi ile kuantum fiziğini geliştirebildiğine ve sağduyuya tümüyle aykırı olan atom dünyasını kuantum fiziğiyle açıklayabildiğini göre, çok çalışarak bunu da yapabiliriz.
Peki evren bir bilgisayar simülasyonu olabilir mi ki bu durumda insan bilinci de uzaylıların bir deneyi olabilir. Evren gerçekten bir simülasyon mu? Dahası bilimi inkar etmeden ve bilimsel düşünce sınırlarında kalarak böyle bir soru sorabilir miyiz? Onu da ilgili yazıda okuyabilirsiniz. Bilimle kalın.
Bilinc beynin yazılımı olabilir mi?
Nasıl ki PC lerde veriyi okumak için bir işletim sistemi kullanıyoruz. Beynin işletim sistemi de bilinç olabilir mi?
Beyinde bilgi nasıl depolanır?
Depolanan bu veri nasıl gerektiğinde kullanılır?
Bilinç tüm bu işleri yapan beynimizin işletim sistemine verdiğimiz genel bir isim mi?
Merhaba Hilmi Bey, insan beyni analog veya dijital bir bilgisayar değil. Her ikisi birden diyeceğim ama tam olarak bu da doğru değil. Bu sebeple insan beyninin bir işletim sistemi yoktur. Ancak, yazılıma benzeyen bazı algoritmalarla çalıştığını bulduk. — > Beyin formülü bulundu.
Hocam. Bizler birer modem olabilirmiyiz, yani belli bir merkezden gelen bilgileri işleyen organik modemler..;)
Öyle olduğumuza dair bir kanıt var mı? Çünkü bilim öyle olsaydı nasıl olurdu sorusuyla değil, bu nasıl oldu sorusuyla ilgilidir.
Merhaba Kozan hocam,
“Bilinç maddenin yeni bir hali olabilir mi” başlıklı Aralık 2018’deki makalenizle yeni karşılaştım. Elinize sağlık güzel bir derleme olmuş. Bu konuda “Bilinci Anlamanın Temel İlkeleri” alt başlığıyla “Özgürlüğe Yolculuk” adıyla yayınlanan kitabı okumanız gerekiyor. Yazarı bir Türk ve adı Turgay Sehil. Sanırım kitap ona ait ve çeviri değil. Makalenizde sözünü ettiğiniz nörologların felsefecilerin önünü açma işini yapmış gibi. Bilinç konusunda maddesel yaklaşımlarla birçok soruya yanıt veriyor. Okumanızı tavsiye ederim. İyi çalışmalar.
Valla hucrelerin geri beslemesinden farkındalık cikiyor derseniz size durun derim kusura bakmayin. Boyle bir bulgu bilimsel degildir ve kanitlanmamistir. Benligin butunselligi karsisinda noronlarin kendi iletisimlerinin tek tek hic bir anlami yoktur. Bilinc beyin iliskisini dogru anlamak icin bilinc acisindan beynin bir arac oldugunu anlamaniz gerekir. Bilim bunu eninde sonunda ortaya cikaracaktir. Sitenizi kapatmazsaniz bu bilginin dogrulugunu mutlaka gorecek ilerde insanlar. Zaten beyin faaliyetlerinin bilinci aciklayamamasi da bundandir. Beyin bilinci dogurmaz, beyin bilincin aracidir. Zira bilinc beyni etkiler yonetebilir bu anlamda bilinc beyinden daha ust bir nitelik tasir. Cunku bilincin beyni aktiviteye gecirebilmesi icin bilincin beyinden daha ust bir durumu olmasi lazim. Ayrica bilincin yazilimi konustugumuz dildir. Siz beynin yazilimi yok deseniz de bilincin algoritmasi ana dile dair sebekedir. Zira sesli, dokunsal, veya gorsel tum komutlar bilinc acisinsan yazilimin islevini yerine getirir. Butun dil turleri semboliktir. Yani bilince ilgili komutu verir. Beyin bilinc iliskisindeki ikili yapiyi gormeniz lazim. Kurdugunuz hayalin zihninizde canlanan resmini hucrelerde hic bir sekilde bulamayacaksiniz acikladigim sebeplerle.