Evrende Hayat 9,7 Milyar Yıl Önce mi Ortaya Çıktı? >> Hayat Dünya’dan önce uzayda vardı
|Dünya’daki canlı türlerinin genetik kodunun ne kadar karmaşık olduğunu ölçen biyologlar, hayatın gezegenimizden 5 milyar yıl yaşlı olduğunu ve Yeryüzü ile Güneş Sistemi oluşmadan çok önce ortaya çıktığı sonucuna vardılar. Hayatın genel olarak basitten karmaşığa doğru geliştiğini varsayarsak, en basit hayat formlarının veya hayatı doğuran “genetik tohumların” 9,7 milyar yıl önce ortaya çıktığı görülüyor.
Hayatın yapıtaşları olan ağır elementler ve metalleri az da olsa içeren ilk yıldızların 10 milyar yıl önce oluştuğunu düşündüğümüzde, genetik verilerin astronomik verilere denk gelmesi bilim adamlarının tezini güçlendiriyor. Gezegenimiz 4,6 milyar yıl önce oluştuğunda, aralıksız göktaşı çarpışmaları yüzünden Dünya kabuğunun eridiğini, yeryüzünün uzun bir süre boyunca lav denizleriyle kaplı olduğunu biliyoruz.
Dünya’nın suyu uzaydan geliyor yazımda anlattığım gibi, bu şartlar altında Yeryüzü’nde hayat gelişemeyeceğinden, hayatın Güneş Sistemindeki kuyrukluyıldızlardan geldiğini tahmin ediyorduk. Anlaşılan, kuyrukluyıldızlar ve göktaşları sadece Dünya okyanuslarına dolduran suyu getirmediler. Cornell Üniversitesi’nin son araştırmalarına göre, ilk canlıları da Dünya’ya çarpan asteroitler getirdi. Dünya yeteri kadar soğuduktan sonra okyanuslar oluştu ve uzaydan gelen hayat tohumları yeşerdi.
Hayat Dünya’ya nasıl geldi?
Biyolojide en önemli kanıt fosiller veya eski insan kemikleri değildir. En önemli kanıt her zaman genetik kanıttır. Örneğin 10 yıl önce bilim adamları insan midesindeki bazı sindirim enzimlerinin ağaç kurbağalarının midesindeki sindirim asitlerine benzediğini tespit etmişlerdi.
Biyologlar şimdi bu yöntemi Dünya’daki diğer canlı türlerine uyguladılar ve hayatın akışını sondan başa doğru geri aldığımızda, film gibi geriye sardığımızda, ilk canlıların veya genetik yapıtaşlarının ne zaman ortaya çıktığını ölçtüler. Sonuç şaşırtıcıydı. Hayat Dünya’dan 5 milyar yıl önce ortaya çıkmış olmalıydı!
Bu elbette ilk DNA’nın 10 milyar yıl önce ortaya çıktığı anlamına gelmiyor. Ancak DNA’ya öncülük eden ilk kalıtım malzemelerinin 9,7 milyar yıl önce oluştuğunu hesaplayabiliyoruz. Tabii burada yazının başından beri tekrarladığımız “genetik karmaşıklık” teriminin ne anlama geldiğini de açıklamamız gerekiyor.
Hayatın yapıtaşları
Genetik karmaşıklık, bir organizmanın DNA’sındaki (yani kalıtım materyalindeki) fonksiyonel nükleotidlerin sayısıdır. İşleyen demir ışıldar misali, bir canlıda ne kadar çok “çalışan”, işlevsel olan genetik kod varsa, söz konusu canlının DNA’sı da o kadar karmaşıktır. Bilim adamları işte bunu geriye doğru sararak evrendeki en basit hayat formlarının ne zaman ortaya çıktığını hesapladılar.
Bu arada, genetik karmaşıklığı organizmanın karmaşıklığa ile karıştırmamak lazım. Milyarlarca hücreden oluşan insan vücudu ile tek hücreli bir bakteriyi karşılaştırdığımızda, insan vücudunun daha karmaşık olduğunu düşünebiliriz. Keza standart olarak canlı sınıfına girmeyen virüslerin genetik kodunun da insan DNA’sından “kısa” olması yüzünden, virüslerin daha basit olduğu sonucuna varabiliriz ama bu yaklaşım yanıltıcıdır.
Genetik kodun karmaşıklığı ile canlının vücudunun karmaşık olması aynı şey değil. Genetik açıdan bakıldığında bugünün en basit bakterileri bile milyarlarca yıl önce yaşamış olan türlerden daha karmaşık olabilir. Bunun nedeni eski kuşakların genetik kayıtları kalıtım yoluyla yeni kuşaklara aktarmasıdır.
Hayatın kökenlerini araştırırken dikkat etmemiz gereken bir diğer nokta ise, hayatın basitten karmaşığa doğru giderken gelişmenin her kuşakta daha da hızlanması. Örneğin Dünya’da bildiğimiz anlamda hayat 3,5 milyar yıl önce ortaya çıktı ama ilk kara hayvanlarının oluşması 3 milyar yıl aldı. Ancak, yaklaşık 500 milyon yıl önce ilk hayvanlar ortaya çıktıktan sonra hayatın gelişme hızı katlanarak arttı. Sadece 500 milyon yıl içinde insanoğlu uzaya yolculuk edebilen bir uygarlık kurdu.
Biyologlar da bu yüzden hayatı geriye sararken genetik gelişmedeki geometrik artışı hesaba kattılar ve filmi geriye almak için logaritmik bir formül kullandılar. Böylece evrende hayatın 9,7 milyar yıl önce ortaya çıktığını hesapladılar. Elbette bunun hayatın kökeni, biyoloji bilimi ve insan uygarlığı açısından çok önemli sonuçları var. Birkaç madde ile özetleyelim:
1) Hayatın bakteri düzeyine erişmesi 5 milyar yıl sürdü.
2) Hayatın gelişerek prokaryot evresine girdiği ortamlar Dünya’dan çok farklı olabilir (Hayat uzay boşluğunda veya asteroitlerde gelişmişse örneğin… Bu da hayatın kökenini bulmak için ilkel Dünya şartlarına bakmanın yeterli olmadığı, tersine bunun yanıltıcı olabileceği anlamına geliyor).
3) Dünya’nın oluştuğu tarihten önce evrende zeki hayatın gelişmiş olması imkansız. Uzaylılar varsa, biz dahil son 4,5 milyar yılda geliştiler. Uzaylılarla yaşıtız :).
4) Dünya’ya sadece su değil, hayat da uzaydan geldi. Zaten uzaydaki diğer gezegenlerde su bulduk.
5) Hayatın nasıl oluştuğunu hesaba katarken uzay şartlarını hesaba katmamız lazım. Hayatın gelişmesi ise çok sayıda rastlantı faktörüne bağlı: Koca bir evrenin şartlarını hesaba katmamız gerekiyor.
6) Uzaydaki akıllı canlı türlerinin, uzaylı uygarlıklarının sayısını hesaplamakta kullanılan ünlü Drake denklemi yanlış, çünkü insanlarla birlikte akıllı hayat daha yeni ortaya çıktı. Dünya’yı ziyaret eden uçan daire yoksa şaşırmayalım, uzaylılar daha yeni gelişiyor.
Hayatın gelişmesi hızı katlanarak artıyor derken birçok farklı biyolojik mekanizmayı kast ediyoruz. Bunları kısaca sıralarsak: Epigenetik hafıza, ilkel zihin, çok hücreli beyinler, dil, kitaplar, bilgisayarlar ve internet var. Google Mühendislik Direktörü, scanner ve konuşan bilgisayarların mucidi Ray Kurzweil’e göre artık genetik gelişme yerini teknolojik gelişmeye bıraktı.
2025 yılında Dünya’daki bilgisayarların VE insan beyinlerinin kapasitesi bugünkünün 1 milyar katı ve 2100 yılında trilyonlarca katı olacak. Gelişme o kadar hızlanacak ki kimse 1 saniye sonra kendisinin bile ne keşfedeceğini bilemeyecek. İlk bakterilerin ortaya çıkması 5 milyar yıl aldı ama 100 yıl içinde bütün insanların yok olması veya Mevlana gibi ermesi 1 saniye bile sürmeyebilir.
Kaynak: Alexei A. Sharov, Richard Gordon; Cornell Üniversitesi arXiv.org > physics > arXiv:1304.3381v1
Bilim adamları hayatın uzaydan geldiğini test etmek için kuyrukluyıldız taklitlerini test etti:
Hayat bir göktaşından veya gezegenden diğerine nakledilemez .. çünkü -273 santigrat malum uzayın sıcaklığı ve bu sıcaklıkta su sıvı halde bulunamaz.. asteroid bakteri taşısa bile bakteri vücudundaki buz kristallenme nedeniyle hücreyi ve organelleri parçalayacaktır .. üstelik yıldızların
Yaydığı ölümcül radyasyonu da hesaba katın yani ister istemez her gezegende hayatın müstakil olarak yaratıldığı sonucuna ulaşıyorsunuz bu de evrim düşüncesinin iflası anlamına geliyor 🙂
Ancak asteroitin içi organik bileşikler bakımından zengin ve korunaklı olabilir. 🙂
1- organik bileşik var demek hayat var demek değildir gezegenlerin çoğunda zaten organik bileşik var hatta ayda , venüste , merkürde , jüpiterde bile olabilir !
2_ organik bileşikler hayatın yapıtaşlarıdır ancak hayatın kendisi değildir canlı değillerdir yani
3_ asteroidlerde hayat korunamaz .. çünkü yukarıda yazdım -200 küsur santigrat .. bu sıcaklıkta (kendi enerjisini üretemeyen ve uzayın soğuğundan kendini hiçbir şekilde koruyamayan asteroidlerde) sıvı su bulunamaz.. en küçük hayat birimleri de olsalar (tek hücreliler , bakteri vs) sıvı halde su gereklidir .. çünkü bu canlıların organelleri stoplazma yani suyla zengin bir yapı içinde hücre içindedir ayrıca canlılıklarını devam ettirebilmeleri hareket edebilmeleri hatta üreyebilmeleri suyun mevcudiyetine bağlıdır..
4- üç gün beş gün değil bu asteroetler milyonlarca hatta milyarlarca yıldır uzayda dolaşıyorlar bu süre zarfında üzerlerinde o soğukta sıvı suyu ve canlılığı muhafaza etmeleri mümkün değil .. aancak ölü mikroorganizmalardan arta kalan organik moleküller haliyle bulunabilir
5_ yine yukarıda dediğim gibi kristalize olmuş buz tanecekleri canlı yapıların yapıtaşları olan hücreleri patlatıyor tahrip ediyor hücre zarını deliyor hücre içindeki organelleri parçalıyor yani hayat diye birşey kalmıyor..
6_ kendi hipotezime bir kanıt ; dünyada bulunan dinozorlardan hatta buzullarda bulunanlarda bile hiçbirinde canlı hücreye rastlanılmadı hatta hücreyi bırakın bir dinozor derisi tüyü bile bulunamadı Kİ DÜNYANIN BUZULLARI UZAYA GÖRE BAYAĞI SICAK .. sadece dinozor kemikleri var onlarında ana maddesi kalsiyum gibi inorganik maddeler … EĞER ASTEROİTLERDE HAYAT KORUNABELSEYDİ DÜNYADA ÇOK DAHA RAHAT KORUNMALIYDI ..OYSA TARİH ÖNCESİ CANLILARDAN ELİMİZDE KALMIŞ TEK BİR SAĞLAM CANLI HÜCRESİ YOK !!!
7- BÜTÜN BUNLARIN TEMELİNDE EVRİM TEORİSİNİN BİLİNÇALTINA YERLEŞMESİ Kİ BİLEREK VEYA BİLMEYEREK .. ÖYLEKİ BİR SU BİRİKİNTİSİNDE ATOMLARIN ORGANİK MOLEKÜLLERE ORDAN PROTEİRLERE ORDAN TEK HÜCRELİLERE ORDAN DA BALIĞA DÖNÜŞECEĞİNİ SANIYORUZ .. OYSAKİ O SU BİRİKİNTİSİNE BİRİ BİR BALIK BIRAKMADIĞI MÜDDETÇE TRİLYON SENE DE ĞEÇSE BİR BALIK BULAMAZSINIZ 🙂 …. biraz eleştirel bakmak lazım Kozan bey .. özellikle de sizin gibi felsefe eğitimi almış kişilerin modern bilime farklı yönlerden bakabilmesi ğerekir kanaatimce… fazla uzattım 🙂
Evrim teorisini savunmak ayrı bir konu. Ancak hayatın Dünya’dan Mars’a gittiğini biliyoruz. Bunu NASA açıkladı. Curiosity uzay aracı Mars’a yanlışlıkla mikrop bulaştırdı. Mikroplar Mars’a asteroitin içinde değil, radyasyondan o kadar korunmayan ama ısıtma sistemi olan bir uzay aracında gittiler. İşin ilginci uzayda yaşadılar, ama Mars’ta öldüler. Bunu Mars’a da mikrop bulaştırdık, hayırlı olsun yazımda anlattım. Bu nedenle hayatın uzayda yayıldığını düşünüyorum. Aynı sebeple hayatın organik bileşiklerden ortaya çıkmasının Dünya’ya özgü olduğunu sanmıyorum, hayatın Evren’de yaygın olduğunu düşünüyorum. Uzaylı uygarlıklar tabii ki ayrı mesele. Bunu başka bir yazıda ele alacağım ama şimdilik Herkes Nerede? yazı dizime bakabilirsiniz. Katkılarınız için teşekkür ederim.
Olağanüstü saygılısınız. İşte tam dopdolu çok düzenli eşssiz sitenize bilgi madenine yakışan
ÇOK MÜHHİŞ SAYGI VE YUMUŞAKLIK. SÜPER.
ÇOK TEŞEKKÜRLER SAYGILAR
1_ curiocity sizin yazılarınızda da bolca işlendiği gibi hayatı araştıran bir sonda değil.. yaptığı iş kimyasal analiz.. dolayısıyla kendi üzerinde taşıdığı varsayılan mikropları canlı olarak marsa taşıdığını tespit etmesi imkansız 🙂 ancak ölü mikroorganizmalardan arta kalan organik bileşikleri tespit edebilir 🙂
Ki uzay ortamında curiocity kapsül içinde bulunuyor yani robot kollar örnek alacak ve analiz yapacak kadar özgür değil 🙂
2- 8 aylık bir mars seferi ve ısınma sistemi
olan bir robot sonda ve sandığınızın aksine radyasyon kalkanları da var 🙂 .. üstelik bu yolculuk “doğal” bir yolculuk değil insan planlaması ile yapılan bir sefer.. benim kastettiğim uzayda milyarlarca yıldır dolaşan asteroitler üzerinde o soğukta canlılığı muhafaza etmenin mümkün olamayacağı idi.. yoksa tabiiki haliyle nasa korunaklı bir kapsülde bir miktar bakteriyi canlı olarak marsa gönderebilir .. buna zaten kimsenin itirazı da olmaz..
3_ konumuz evrim değil ancak psikolojik olarak evrimin kabulü var .. hatta evrime inanmayan insanlarda bile bu bilinçaltına işlemiş görüyorum.. bu nedenle evrimsel gelişim süreçleri düşünülerek uzayda hayat arama çabaları var.. halbuki evrimsel süreç dünyadaki hayatı bile doğru dürüst açıklayamıyor 🙂
4- BEN EVRENDE HAYATIN BOL MİKTARDA OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM .. bu konuda yanlış anlaşıldım ise düzelteyim.. ancak demek istediğim doğal yollarla yani kendiliğinden canlı transferinin uzayın son dereca soğuk ve radyasyonlu ortamında mümkün olamayacağı .. ayrıca hiçbir canlı milyonlarca sene yaşayamaz .. neslini devam ettirmesi üreyebilmesine üreyebilmesi de sıvı halde suyun bulunmasına bağlıdır .. bu konuyu da dikkatinize sunuyorum..
Karmaşık gen sistemlerinin mevcut ivmesini geriye sararak ilk organik bazların oluşum zamanını hesaplanmak baştan mantık hatası.
“Dünyadaki” genomik yapının büyüme hızı üzerinden hesaplandığı varsayılan formüle dayanarak, bu ivmenin evrenin her yerinde aynı olacağını varsaymak ve buradan hareketle “uzayda yaşam oluştuysa bile, uzaydaki yaşam yaşça bizden büyük olamaz” sonucuna varmanız sığ bir yorum olmuş.
Çalışmalarınızı dikkatle takip ediyorum. Emeğinize saygı duyuyorum.
“Sığ” kişisel ve nitel bir yorum olmuş. Aslında ben yaşamın ortaya çıkmasıyla ilgili farklı teorileri farklı yazılarda ele alıyorum o kadar.
Ufuk açıcı bir yazi olmuş öncelikle elinize sağlık.
“Hayatın kökenlerini araştırırken dikkat etmemiz gereken bir diğer nokta ise, hayatın basitten karmaşığa doğru giderken gelişmenin her kuşakta daha da hızlanması.”
Hususu mevcut olmakla birlikte, hayatin gelişim hızı ve oranı içinde olduğu koşullara da bağlı olması sebebiyle stabil kalmamış olma ihtimali de mevcut.
Örneğin 3 milyar yıl önceki atmoster tabakasına bağlı olarak daha yüksek UV ışınımına maruz kalan organizmalarda sıradışı mutasyonlar ve genetik dizilimde atıyorum 100 nesil sonra gözlenmesi gereken dizilime sıçramalara sebep olması ihtimali gibi…
Dünya dışından gelmiş olması durumunda ise ilk hücre olarak değil de en azından Deinococcus radiodurans gibi ekstremofil bakteriler düzeyinde gelişmiş olması beklenebilir uzay yolculuklarına (düşük bir ihtimal de olsa) dayanabilmesi bakımından…
Yorumları Sokratesin bir sözü ile noktalayalım. “Sadece bir iyi vardır, oda sonsuz bilgidir, ve sadece bir kötü vardır, oda sonsuz cehaletdir.”