Dijital Avatarlar İnsanın Yerini Alıyor >> Ölümsüzlük peşindeki Rus milyarder 2045’te zihnini bilgisayara yükleyecek
Rus milyarder Dmitry Itskov ölümsüz olmak niyetinde ve bunu yaşlılık tedavisiyle ömrünü uzatarak değil, zihniyle anılarını bilgisayara aktararak başarmak istiyor. Ancak havada uçan Superman bile, lazer ışınlı gözlerine ve diğer süper güçlerine rağmen hepimiz gibi kanlı canlı bir insan. Dmitry Itskov ise zihnini dijital evrene yükleyerek, Matrix filmindeki gibi sanal bir dünyada yaşamayı ve Neo gibi bir “dijital avatara” dönüşmeyi planlıyor.
Bunun için önce canlı beynini bir robota nakledecek ve teknoloji yeterince geliştiğinde eski robot bedenini de çöpe atarak, sadece bilgisayar yazılımından oluşan 3 boyutlu bir görüntüye, “dokunmatik holograma” dönüşecek. Ölümsüzlük bu mu? Beynini sanal gerçekliğe veya robota aktaran bir insana gerçekten “insan” diyebilir miyiz? Kısacası insan zihninin kusursuz bir dijital kopyası, örneğin Matrix’teki fanatik Ajan Smith gibi bir Yapay Zeka programı insanların yerine geçebilir mi?
Matrix’in kahramanı Neo kendini dijital evrene yükleyebiliyor ve sanal alemde Superman gibi uçarak inanılmaz işler başarıyordu. Oysa Neo’nun gerçek dünyada bir vücudu vardı ve her ne kadar kendini Matrix’te ölümsüz hissetse de eninde sonunda canlı bedenine geri dönüyordu.
Belki de Arnold Schwarzenegger’in “Altıncı Gün” filminden esinlenen Rus işadamı Dmitry Itskov ise ölümsüzlüğü en kısa yoldan yakalamak istiyor, 2045 yılına kadar zihnini ve hatıralarını tümüyle bilgisayara aktarmaya hazırlanıyor. Buna benzer bir hikaye anlatan Altıncı Gün filminde, Arnold’un bedenini klonluyorlar ve zihninin dijital bir kopyasını klona yükleyerek, gerçeğinin yerine geçmek üzere ailesinin yanına gönderiyorlardı.
Film boyunca güçlü bir suç örgütüyle mücadele eden Arnold’un öldürdüğü çete üyeleri de dijital zihin kopyalama ve klonlama teknolojisi sayesinde defalarca hayata dönüyordu. Buna bir tür ölümsüzlük diyebiliriz, ama genetik tedavi ile yaşlanmayı önlemekten çok daha farklı bir ölümsüzlük.
Zihnimizi dijital olarak kopyalamanın insan ömrünü uzatmaktan avantajlı olduğu yanlar var. Öncelikle yaşlılıktan bunamıyorsunuz. Kim Stanley Robinson’un Mars Üçlemesi romanında Mars’a giden insanların ömrünü birkaç yüzyıla uzatıyorlardı. Ancak 200’ünü geçen insanlar bu kez de beyinlerinin yaşlanması yüzünden Alzheimer gibi hastalıklara yakalanarak anne-babalarını tanımaz hale geliyordu.
Evet, beynimiz vücudumuzdan daha yavaş yaşlanıyor. Doktorlar beyin hücrelerinin yaklaşık 160 yıllık ömrü olduğunu hesaplıyor… Yani kalp hastalıkları, kanser gibi sorunları önler ve yaşlılık tedavisini geliştirirsek insan ömrünü 160 yıla kadar uzatabiliriz.
Ancak beynin ölmesini önlemek için nöronları gençleştirmek, daha doğrusu yaşlanan beyin hücrelerini yeni nöronlarla değiştirmek beklenmedik bir sonuç veriyor: İnsan beynini gençleştirmek kişinin zihnini, anılarını, tecrübelerini silerek onu yetişkin vücudunda yeni doğmuş bir bebeğe dörüştürüyor.
Bunun sebebi ise hatıralarımız ile tecrübelerimizin doğrudan beyin hücrelerine ve bu hücreleri birbirine bağlayan sinir ağlarına kayıtlı olması. Hücrelerin gençleştirilmesi beyindeki mevcut sinir ağlarını koparmayı ve bu ağları sil baştan yeniden kurmayı gerektiriyor. Bu da kişinin bütün öğrendiklerini ve yaşadıklarını unutmasıyla sonuçlanıyor.
Öyleyse dijital avatarlarla kestirme ölümsüzlük
Bilim adamları insan beyni yaşlanmadan zihnimizi genç beyinlere sağlıklı bir şekilde kopyalamanın yollarını şimdiden geliştiriyor (gelecek yazılarda ele alacağım). Oysa insan beynini gençleştirmek, insan beyninin bilgisayarda dijital kopyasını çıkarmaktan çok daha uzun yıllar alabilecek bir süreç.
Itskov böyle düşünüyor ve en kısa sürede ölümsüz olmak istiyor: İnsan zihnini yeni beyinlere ya da bir bilgisayara kaydetmeyi başarırsa, ölümsüzlük için yaşlılık tedavisini beklemek zorunda kalmayacak. Beynini bilgisayarlara kaydeden birinin kendi vücudunu düzenli aralıklarla klonlaması ve zihninin dijital kopyasını hep daha genç bedenlere aktararak pratikte ölümsüzlüğü yakalaması mümkün.
32 yaşındaki Itskov’un hayalini kurduğu dijital beyin kopyalama teknolojisinde insanlar sadece kendi vücutlarını klonlamakla sınırlı değiller. Laboratuar ortamında üretilen farklı vücutlarda yaşamayı veya karşı cinsiyetin bedenine girerek yepyeni bir hayat sürmeyi tercih edebilirler. Fütüristler (gelecek bilimciler) ve yazılım geliştiriciler bunu Avatar Teknolojisi olarak adlandırıyor. Avatar teknolojisi gelişirse bugün eşcinsellere yapılan ayrımcılık iyice gülünç bir duruma düşecek.
Dijital avatarları kişiyi sanal alemde, bilgisayar ortamında temsil eden grafik bedenler olarak tanımlayabiliriz. World of Warcraft (WoW) gibi online oyunları ya da Second Life gibi sanal gerçeklik oyunlarını oynayan gençler avatar kavramına yabancı değil: Bu oyunlarda bir savaşçı, şövalye, büyücü olarak sanal dünyada yaşamaya başlıyorsunuz. Bu dünyada sizi dijital avatarınız, bilgisayar animasyonlu karakteriniz temsil ediyor.
Sims oyunlarında ise gerçek dünyanın tümüyle benzeri olan siber alemde kızların peşinden koşan yakışıklı bir karakteri ya da Grand Theft Auto V video oyununda olduğu gibi becerikli bir araba hırsızını canlandırabilirsiniz. Tabii Itskov’un Dijital Beyin Avatarlarının video oyunlarından bir farkı var:
Oyunlardaki avatarları klavye, fare veya gamepad’le kontrol ediyorsunuz ve nihayet kendi bedeninizde yaşıyorsunuz. Vücudunuzdan çıkıp bilgisayar oyununun içine girmiyorsunuz. Itskov ise doğrudan insan zihnini bir yazılıma dönüştürmeyi ve beyinlerimizi dijital avatarlara yüklemeyi planlıyor. Bunu nasıl başaracağız? Birkaç aşamada:
Bilim adamları Avatar A aşamasında insana benzeyen robotlar, Uzay Yolu’ndaki Data gibi androitler üretecek. Bu robotların beyni olmayacak. Bunun yerine Itskov özel bir “beyin-bilgisayar arayüzü” kullanacak ve kablosuz telepati teknolojisinden yararlanarak, insana benzeyen robotları düşünce yoluyla kontrol edecek (işadamına göre 2020-2025 yıllarında).
Bruce Willis’in 2009 tarihli “Suretler” filminde bunun nasıl yapıldığını görebilirsiniz. Filmde Willis, kendisinin optimize edilmiş versiyonu olan bir androiti aslında karanlık bir odada otururken düşünceleriyle kontrol ediyordu. Uzaktan kumanda ettiği robotun gördüğü, kokladığı, duyduğu her şeyi sanki kendi vücuduymuş gibi işiterek algılıyordu.
Televarlık (telepresence) olarak adlandırılan bu teknolojinin ilkel bir versiyonunu günümüzde kullanıyoruz. Bankaların genel müdürlük binalarındaki toplantı salonlarında, yurtdışındaki yöneticilerin toplantıya görüntülü ve sesli olarak katılmasını sağlayan telekonferans ekranları kullanılıyor.
Örneğin toplantıya Almanya’dan katılan yöneticilerin web kamerasıyla alınan canlı kaydı toplantı odasındaki televizyonlarda naklen yayınlanıyor. Siz de ekrandaki kişiyle sanki gerçekten karşı karşıya oturur gibi konuşma imkanı buluyorsunuz.
Peki bir robotu sadece düşüncelerimizle kontrol edebilir miyiz? Şimdiden farelerin beyne takılı bir kontrol çipiyle internete girmesini ve başka bir farenin beynini internetten uzaktan kumanda ile kontrol etmesini sağladık.
Hatta sadece insanların düşüncelerini değil, aynı zamanda neler hissettiklerini anlayan yazılımlar ve “duygusal bilgisayarlar” geliştirdik. Minnesota Üniversitesi’nden Profesör Bin He ve öğrencileri ise, bir model helikopteri sadece düşünce yoluyla kontrol etmeyi ve kapalı salonda uçurmayı başardılar1. Dolayısıyla Itskov’un rüyasını gerçekleştirmeye sandığımızdan yakınız.
Bu robotlar ne işe yarar? Örneğin insana benzeyen bir robotla Everest Dağına tırmanabiliriz. Robot nefes almadığı ve üşümediği için dondurucu havasıyla Everest’e tırmanmak tehlikeli bir macera olmayacaktır. Profesyonel dağcılar bunu sevmeyebilir, ama dağcılıkla ilgisi olmayan ve asla bir dağa tırmanmak istemeyen sıradan turistler, uzaktan kumandalı robotlar yoluyla yeni bir sanal turizm devri başlatabilir.
Belki de anti demokratik rejimler robotları kötüye kullanacak: Robot sivil polisler ya da robot askerler Terminator filmindeki gibi insanları sokaklarda avlayacak. En azından okyanus tabanına kablo döşemek için derin deniz dalgıçlarına gerek kalmayacak. Yolcu uçaklarından elektrik santrallerine kadar her şeyi, bilgisayarları ve elektronik cihazları düşünce yoluyla kontrol edebileceğiz.
Bundan sonrası korku filmi gibi
Avatar B aşamasında, Itskov’u biraz da Frankenstein filmindeki çılgın bilim adamına benzetmeye başlıyorum. Çünkü Dimitry Itskov, yaşlanan insanların beynini kafatasından sökmeyi ve omurilikle birlikte o kişiye benzeyen bir robotun kafasına yerleştirmeyi planlıyor! Itskov’a bakılırsa yaşlı insanlar ölümsüzlüğe kavuşmak için bunu isteyecek.
En azından bunu yapmaya gönüllü birkaç kişi olacak ve bu kişiler tıpkı çaresizlikten yeni bir kanser ilacı deneyen hastalar gibi avatar projesi için klinik deneylere katılacak. Sonuçta bu insanlar organ nakli yoluyla beyni canlı, bedeni ise metal ve plastikten oluşan birer cyborg’a dönüşecek (biyonik adam). Rus işadamı buna tarih de vermiş: 2035.
15-16 Haziran 2013 tarihlerinde New York’ta düzenlenen Global Gelecek 2045 Dünya Konferansı’na katılan Dmitry Itskov; Avatar A, B, C aşamaları için çalışmalara şimdiden başlandığını söyledi. Konferansın sponsorluğunu Allen & Co., Citigroup, Barclays ve Credit Suisse gibi büyük şirketler üstlendi. Örneğin Credit Suisse, İsviçre devletiyle çalışan bir robot geliştirme laboratuarına büyük yatırım yapmış bulunuyor.
Itskov’un fikirlerini dünyanın en güçlü holdinglerinin ciddiye aldığını gözden kaçırmamak gerek. Robotlarla bilgisayarların düşünce yoluyla kontrol edilmesi, savunma sanayisi ile sağlık sektöründe faaliyet gösteren şirketlerin ilgisini çekiyor. Robot imalatı yapan firmaların yanı sıra genetik araştırma ve biyoteknoloji laboratuarları da başta yapay organ ve protez üretiminde kullanmak üzere, bütün beyin-bilgisayar arayüzlerini test etmek istiyor.
Yapay Zeka değil, ölümsüz insan
Buna karşın, Itskov 2011 yılında temeli atılan “Avatar Projesini” IBM’in geliştirdiği Watson gibi süper bilgisayarlar ve Yapay Zeka çalışmalarından ayrı tutuyor. Rus işadamının amacı düşünen bilgisayarlar üretmek değil, ölümsüzlüğü yakalamak: “Avatar insanoğlu için bir geçiş aşamasıdır. Bu geçiş aşaması yaşlanmayı durdurmamızı, hastalıklardan kurtulmamızı ve sonunda ölümsüz olmamızı sağlayacak.”
Itskov, konferansta Avatar projesini tanıtmak için Hanson Robotics tarafından geliştirilen ve kendi vücuduna benzeyen özel bir androit kullandı. Bu robotun belden aşağısı yoktu ama bel üstünde, girişken işadamının kusursuz sayılabilecek bir kopyasıydı.
Google’ın Mühendislik Direktörü Ray Kurzweil de 2005 tarihli “Tekillik Yakın” kitabında insan hayatının geri dönülmez şekilde değişeceğini, insan ve makinenin birleşeceğini veya fiziksel gerçeklik ile sanal gerçeklik arasında hiçbir fark kalmayacağını söylüyordu. Kurzweil biraz da filozof Hegel’in Tarihin Sonu konseptine benzeyen bu gelişmeyi Teknolojik Tekillik olarak adlandırıyor.
Bununla birlikte, konferansa katılan bilim adamları Itskov’un samimi olduğuna inansa da Avatar Projesinin abartılı bir hayal olduğunu düşünüyor. Harvard Medical School’da genetik alanında araştırmalarını sürdüren Profesör George M. Church durumu şöyle açıklıyor: “Bir şeyin fizik yasalarını ihlal etmediği sürece imkansız olduğunu söylemeye prensipte karşıyım. Ancak bu planda birçok noktanın birbirinden kopuk olduğunu düşünüyorum. Bu yol haritasında eksiklikler var.”
Itskov’un dijital avatar projesini ben de abartılı buluyorum. Evet, girişken milyarderin en azından sektördeki startup şirketleri teşvik ederek beyin-bilgisayar arayüzleri araştırmalarını hızlandıracağı kanısındayım. Ancak, teknolojik güçlükler bir yana, insanoğlunun zihnini bir bilgisayara kalıcı olarak yüklemek isteyeceğinden emin değilim:
Nitekim eşyaları, bilgisayarları ve robotları düşüncelerimizle kontrol edebiliyorsak, bir robota tümüyle kendi vücudumuz gibi hükmedebiliyorsak, robotun sentetik derisini kendi tenimiz gibi kaşıyabiliyorsak beynimizi robota yerleştirmeye ne gerek var?
Bu kadar gelişmiş bir doğrudan dijital kontrol teknolojisi, zaten yaşlanan insanların zihnini bilgisayar programı olarak veri merkezlerine kaydedebileceğimiz anlamına gelir. Bu durumda insanlar gerçek dünyada olmasalar da sanal dünyada ölümsüzlüğü yakalamış olurlar.
Ancak Itskov gerçek dünyada da ölümsüzlüğü yakalamak istiyor ve insan ömrünün yakın gelecekte 200-300 yıl uzatılabileceğine inanmıyor. Bunun için de beyninin dijital bir kopyasını doğrudan insana benzeyen bir robota yüklemek istiyor. Böylece organik insan bedenini terk edecek, tümüyle kendi vücuduna benzeyen bir robotun içinde “yazılım olarak” yaşayacak.
Bu noktaya da itiraz edebiliriz: İnsan beynini bilgisayarlara ve robotlara yüklemeyi öğrenmek için önce beynimizi kafamızdan söküp robotlara nakletmek gerekeceğini sanmıyorum. Çünkü yukarıda belirttiğimiz gibi eşyaları şimdiden düşüncelerimizle kontrol edebiliyoruz. Avatar B aşamasına gerek yok.
Öte yandan, Itskov’un Avatar C aşaması dikkatimi çekti. Rus işadamına göre bu noktada teknoloji öyle gelişecek ki ölümsüzlüğü yakalamak için zihnimizin dijital bir kopyasını androitlere aktarmamıza bile gerek kalmayacak. Bunun yerine, hepimiz Uzay Yolu Voyager dizisindeki Acil Servis Doktoru gibi 3 boyutlu bir holograma dönüşeceğiz.
Yıldız Gemisi Voyager’ın doktoru bir insan değil, ancak Atılgan’daki Data gibi insana benzeyen bir robot da değil: Kısa adıyla “Doc” akıllı bir bilgisayar programı, gelişmiş bir Yapay Zeka yazılımı; ama dünya ile 3 boyutlu görüntü formunda iletişim kuruyor. Uzay gemisinin revirinde Doc’un holografik avatarını yansıtan 3B projektörler var. Hatta dizinin ilerleyen bölümlerinde, holografik doktorumuz koluna kendi taşınabilir projektörünü pazıbent gibi takıyor ve sadece gemide değil, Voyager’ın ziyaret ettiği gezegenlerde de tek başına dolaşma imkanına kavuşuyor.
İşte Rus milyarderin Avatar C aşamasında yapmak istediği de bu fakat önümüzde önemli bir engel var: Uzay Yolu’ndaki gelişmiş teknolojiye sahip olsak bile, hologram dediğimiz şey içi boş bir 3 boyutlu görüntüden ibarettir. Hologramlar insan vücudu gibi etten kemikten olmadığı için eşyalara elleriyle dokunamaz, ameliyat aletlerini kullanamaz. Hologram eller hayalet gibi eşyaların içinden geçip gider. Peki bu sorunu nasıl aşabiliriz?
İlk bakışta bunun imkansız olduğunu düşünebilirsiniz ama Tokyo Üniversitesi’nden Hiroyuki Shinoda ve ekibi, daha 2009 yılında parmak uçlarınızı ultrasonik ses dalgalarıyla uyaran holografik klavyelerin öncülerini geliştirmeye başladı. Bunları “dokunmatik hologram” olarak adlandırıyorlar.3
Sistem henüz prototip aşamasında ama 3B klavyelerde kullanılan ultrason dalgaları, parmaklarınızın ucundaki havayı titreştirerek derinize baskı yapıyor ve siz de bunu dokunma duyusu olarak algılıyorsunuz (ultrasonik sesleri kulağınızla işitmediğiniz için rahatsız olmuyorsunuz). Yakında akıllı telefonların dokunmatik ekranları bu teknoloji ile donatılacak ve sanal klavyeleri fiziksel klavye gibi kullanmanızı sağlayacak.
Dokunmatik hologramlar ve bu hologramlara ait yazılımların depolandığı organik süper bilgisayarlar insanlar için nihai ölümsüzlük teknolojisi olabilir. Itskov’un dediği gibi, 2045 yılına kadar dokunmatik hologramlar geliştirebiliriz. Ancak insan zihnini 2045 yılına kadar bilgisayarlara, yani bu hologramları çalıştıracak olan bilgisayarlara aktarabileceğimizi sanmıyorum. Bu teknolojiyi geliştirmek Itskov’un inandığının tersine, yaşlılık tedavisinden daha uzun sürebilir.
İnsanlar vücutlarından vazgeçecek mi?
Çocuklarımız gelecekte genetik bilimi, nanoteknoloji ve nanitler (mikroskobik robotlar) sayesinde bugünkü atletlerden çok daha hızlı, güçlü ve çevik olacaklar. Üstelik bu aşamaya gelmeden yıllar önce, sadece 10 yıl içinde buzdolabı, TV ve bilgisayar gibi birçok aleti düşüncelerimizle kontrol etmeye başlayacağız.
Bu durumda kim ölümsüzlüğü yakalamak için beynini bir robota yerleştirmek veya zihnini holografik avatar kullanan bir bilgisayara kopyalamak ister? Kendi gerçek vücudunda ölümsüzlüğü yakalamak varken, kim gerçekten Uzay Yolu’ndaki Doktor gibi holografik bir karaktere dönüşmek ister? İlk Matrix filmi de bu soruyu sormadı mı?
Belki de insanoğlu teknolojik tekillik gelmeden önce insan vücudunun ömrünü uzatmayı başaracak ve sadece tekillikten sonra dijital avatarlara dönüşecek… Veya belki organik vücutları asla terk etmeden Süpermenlere, süper kahramanlara, süper güçlere sahip canlılara dönüşmeyi tercih edecek (İnsan DNA’sına veri depolama ile Tıbbi Jel yazıları). Sonuçta bir şeyi yapabilmek mutlaka yapacağımız anlamına gelmiyor.
Michio Kaku, Geleceğin Fiziği adlı kitabında insanların atom bombası yaptıklarını ama kafa yapılarının mağara devrinden kaldığını söylüyor ve bunu Mağara Adamı Prensibi olarak adlandırıyor2 (Örneğin bu çağda bile aile içinde şiddet veya kadınlara mahalle baskısı gibi sorunlarla boğuşuyoruz).
Mağara Adamı ilkesi doğruysa insanlar, ölümsüz olmak için robotlara dönüşmek yerine insan ömrünü sonsuza kadar uzatmanın yollarını aramayı tercih edebilir. İnsanların kendini koruma dürtüsü, bizi beynimizi robotların içine yerleştirmekten veya bilgisayara yüklemekten alıkoyabilir. Bu soruların cevabını bilmiyoruz, 2100 yılına kadar yaşayarak göreceğiz. Ancak, bu yazıyı okuduktan sonra Matrix’e sandığımızdan yakın olduğumuzu düşünebilirsiniz.
Dokunmatik hologramlar
Acil Durum Komuta Subayı Hologramı: Dijital avatarlardan oluşan insanlar istedikleri zaman meslek değiştirebilirler. Doktorken kaptan olmak gibi:
1http://www1.umn.edu/news/features/2013/UR_CONTENT_444147.html
215 Mart 2011, Physics of the Future, Michio Kaku.
3Takayuki Iwamoto, Mari Tatezono, Takayuki Hoshi, Hiroyuki Shinoda, “Airborne Ultrasound Tactile Display,” SIGGRAPH 2008 New Tech Demos, Aug., 2008. [PDF] ve Takayuki Iwamoto, Mari Tatezono, and Hiroyuki Shinoda, “Non-Contact Method for Producing Tactile Sensation Using Airborne Ultrasound,” Proc. EuroHaptics 2008, LNCS 5024, pp. 504-513, June, 2008. [PDF]