Telepatiyle İnternete Giren Fareler >> Farelerin beynine kablo çeken doktorlardan dünyanın ilk organik bilgisayarı
|Duke Üniversitesi’nden nörobiyolog Miguel Nicolelis ile ekibi, laboratuardaki iki farenin kafatasına tel çekerek, farelerin beynini doğrudan kablo bağlantısıyla birbirine bağladı. Böylece dünyanın ilk organik bilgisayar sistemini kuran araştırmacılar, farelerin beyin sinyalleriyle iletişim kurmasını sağladı.
Beyin sinyallerinin (aslında elektrik sinyalleri) elektrotlar aracılığıyla bilgisayarlara aktarılması, bir gün engellilerin tekerlekli sandalyeleri düşünceleriyle kontrol etmesini sağlayacak. Kazada kolunu kaybeden veya doğuştan engelli olan insanlar da bilgisayarlı protezleri telepatiyle kontrol edebilecekler.
Bir doktor neden deney hayvanlarının beynine kablo takar?
Farelere kablo bağlantısı çekilmesi, sadece eşyaları beynimizle uzaktan kumanda etmemizi sağlayacak bir teknoloji geliştirmek anlamına gelmiyor. Aynı zamanda, “organik networklerin” ve canlı beyin hücrelerinden oluşan bilgisayarların geliştirilmesini sağlıyor. Nitekim 30 ila 50 yıl içinde, hepimiz GDO’lu beyin hücreleri sayesinde organik birer süper bilgisayara dönüşeceğiz.
Farelere kablo çekilmesi, geleceğin “telepatik interneti” ve “eşyaların interneti” bağlamında elektronik cihazların düşünce yoluyla kontrol edilmesi yönünde atılan ilk adımlardan birini oluşturuyor. Bundan sonraki aşama ise insan hücrelerinin, özellikle nöronların (beyin hücreleri) genetik olarak değiştirilmesi olacak. Genetik müdahale ile yeni özellikler kazanan GDO’lu insan hücreleri, beynimize üniversitelerde kullanılan süper bilgisayarlar gibi hızlı işlem yapma kapasitesi kazandıracak.
Ancak biz günümüze dönelim ve Duke Üniversitesi’nin farelerin beynine elektrot takarak neler başardığına bakalım.
Bilim adamları önce iki kobay fare aldılar ve hayvanları test odasında ışık yandığı zaman yerdeki iki kaldıraçtan birine basmaları için eğittiler. Ardından farelerin beynine küçük elektrotlar bağladılar. İnsan telinden daha ince olan elektrotlar, beyinde vücut hareketlerini kontrol eden bölümden gelen motor sinyalleri alıyor ve bir kayıt bilgisayarına aktarıyordu.
Doktorlar birinci fareyi “kodlayıcı” ve ikinci fareyi de “dekoder” olarak adlandırdılar. Birinci farenin işi lambadan gelen ışığı görünce ayağının altındaki iki kaldıraçtan birine basmaktı. Fare doğru kaldıraca basarsa yiyecekle ödüllendiriliyordu.
Kodlayıcı fare görevini yerine getirirken, farenin ayağını kontrol eden “nöron sinyalleri” aynı zamanda dekoder farenin beynine de gönderiliyordu. Ancak dekoder farenin bulunduğu odacıkta, hayvanın yiyecek kazanmak için hangi kaldıraca basacağını gösteren bir lamba yoktu. Bu yüzden dekoder fare ya rastgele bir kaldıraç seçerek şansını deneyecekti ya da kodlayıcı farenin beyninden gelen sinyalleri alarak doğru kaldıraca basacaktı.
Başkasının beyninden kopya çeken fare
Dekoder fare 100 denemenin 64’ünde doğru kaldıraca basarak ödülünü almaya başardı. Hatta bilim adamları, dekoder farenin doğru hareketi yapma oranının yüzde 72’ye ulaştığı deneyleri de kaydettiler.
İki kaldıraçtan birine basma oranının istatistiki olarak yüzde 50 olduğunu ve bu deneylerin rastlantısal başarıları elemek için defalarca tekrarlandığını hesaba katarsak, dekoder farenin 100 denemenin 64’ünde başarıya ulaşmasının tek yolunun kopya çekmek olduğunu görürüz. Peki kimden kopya çekiyor? Diğer odadaki farenin beyninden kopya çekiyor! Böylece Duke Üniversitesi iki farenin doğrudan kablo bağlantısıyla, beyinden beyine elektrik sinyalleri göndermesini sağlıyor.
Vay canına! Zaman nasıl da geçiyor… 1994 yılında arkadaşlarımızla Warcraft II video oyununu oynamak için bilgisayarlarımızı doğrudan kablo bağlantısıyla “paralel port” üzerinden birbirine bağlardık. Şimdi ise farelerin beynini birbirine bağlıyor ve engellilerin tekerlekli sandalyeleri düşünceleriyle kontrol etmesini sağlıyoruz.
Bilim adamları deney sonuçlarından emin olmak için dekoder farenin beynine bu kez yalnızca bilgisayar üzerinden sinyal yolladılar. Bu sinyaller farenin arkadaşından gelmediği halde doktorlar aynı sonucu aldılar. Ancak Duke Üniversitesi araştırmacıları bununla yetinmek istemiyorlardı. Bu kez fareden fareye sadece hareket sinyalleri değil, aynı zamanda “dokunmatik sinyaller” göndermeye karar verdiler. Amaçları, farelerin dokunma hissini başka bir farenin beynine aktarıp aktaramayacağını görmekti.
Bu teknoloji ileride gerçek olursa biz de gözümüzün önündeki 3 boyutlu görüntüye, gördüklerimiz sanki gerçekmiş gibi dokunabileceğiz. Şimdilik bunu, parmak uçlarımıza, kulağımızla işitemeyeceğimiz kadar yüksek frekanslardaki ses dalgaları göndererek başarıyoruz (yarasaların karanlıkta yönünü bulmak için kullandığı ses dalgaları). Ultrasonik dalgalar parmak uçlarımızda dokunma hissi yaratıyor. Gelecekteki organik bilgisayarlar ise dokunma hissini parmak uçlarımızda değil, doğrudan beynimizde oluşturacak.
Tabii fareler VE kediler söz konusu olduğunda dokunma hissi sadece parmak uçlarıyla sınırlı değil. Bilim adamları fareleri bu kez başka bir şekilde eğittiler ve burunlarını soktukları bir deliğin genişliğini “bıyıklarıyla” ölçmelerini sağladılar. Bildiğiniz gibi mutfak fareleri küçücük deliklerden geçerek evimizi işgal etmeye bayılır. Fareler işte bu deliklerin genişliğini hassas bıyıklarıyla ölçüyor.
Doktorlar fareleri öyle bir eğittiler ki hayvanlar geniş bir delik gördüklerinde burunlarını uzatarak sağdaki bir bilgisayar bağlantı noktasına dokunuyorlardı. Dar delikler için de burunlarını soldaki bilgisayar bağlantı noktasına sürtüyorlardı. Yeni deneyde, dekoder fare hemen hemen aynı düzeyde başarı gösterdi ve 100 denemenin 65’inde, diğer farenin ölçtüğü deliğin genişliğine göre, doğru yere burnunu değdirdi.
Araştırmacılar bu noktada karşılıklı pekiştirme yöntemini uyguladılar ve dekoder fareyi doğru seçimi yaparsa ek yiyecekle ödüllendirdiler. Elbette yemeğe şartlanan hayvan, diğer fareden gelen beyin sinyallerine daha çok dikkat ederek daha başarılı oldu. Üstelik dekoder fare başarılı olduğu zaman kodlayıcı fare de ekstra yiyecekle ödüllendiriliyordu. Bu da kodlayıcı fareyi teşvik ederek, arkadaşının beynine daha net sinyaller göndermesini sağladı.
Telepatik internet bilgisayarları düşünce yoluyla kontrol ederek internete girmek ve web sayfalarına ekrandan bakmak yerine, bu sayfaları doğrudan beynimizde görüntülemek demektir. İnsanlar organik süper bilgisayarlara dönüştüğü zaman birbirlerinin aklından geçenleri böyle okuyacaklar. Buna Matrix tarzı iletişim, “Kung Fu biliyorum!” da diyebiliriz fakat söylediklerimiz ham hayal değil: Matrix’e daha çok yolumuz olabilir ama Duke Üniversitesi’nin telepatik fareleri düşünce yoluyla internete girmeyi de başardılar. Bakın nasıl?
Bilim adamları bu kez farelerin beynine sinyal gönderen ve farelerin gönderdiği sinyali alan bilgisayarı internet üzerinden Brezilya’daki başka bir laboratuara bağladılar. Böylece Duke Üniversitesi’nde yaptıkları beyin deneylerini, bu kez Brezilya’daki bilgisayarla internet üzerinden tekrarladılar. Bu zorluğa rağmen kobay fareler aynı başarıyı yakaladı ve dünyanın telepati yoluyla internete giren ilk hayvanları olma unvanını kazandı.
İnternete girmek gerçekten büyük başarıydı; internetten gelen sinyaller parazitli olduğu için deneyin aynı ölçüde başarılı olması, farelerin gerçekten beyin sinyalleriyle iletişim kurduğunu gösteriyordu (internet radyosunda müzik dinlerken ya da Skype ile video sohbet yaparken yaşadığınız sinyal kaybını düşünün).
Telepatik iletişim klavye kullanmaktan farklıdır
Klavye veya dokunmatik telefon kullanırken bu araçların vücudumuzun bir parçası olmadığını biliyoruz. Bu yüzden klavyeyi bir alet gibi kullanıyoruz, kolumuzu oynatmak gibi doğal bir şekilde kullanmıyoruz. Oysa telepatik iletişim öyle değil… Arkadaşının beynine düşünce yoluyla bağlanan bir fare, arkadaşının vücudunu onun gözleriyle görebilir VE kendi bedeni gibi doğal bir şekilde kullanabilir.
Sonuç olarak telepati bize sadece düşünce hızıyla iletişim kurma imkanı vermiyor. Aynı zamanda düşünce hızıyla hareket etmemizi de sağlıyor. Bugün bilgisayarları telepatiyle kontrol etmenin bize pek bir yararı yok. Çünkü bir bankanın veri merkezindeki sunucular gibi saniyede trilyonlarca işlem yapamıyoruz, o kadar hızlı düşünemiyoruz. Telepatinin asıl gücü, insanlar süper hızlı çalışan birer organik bilgisayara dönüştüğünde ortaya çıkacak.
Gerçekten robotlardan korkmayın, akıllı robotların bizi bir gün yok edeceğinden endişe etmeyin ve Battlestar Galactica dizisindeki gibi robotların nükleer savaş çıkaracağını düşünmeyin. Çünkü insanoğlu organik bir süper bilgisayara dönüştüğü zaman aslında dünyanın en güçlü, en hızlı robotu olacak. Zaten eskiden beri insan organik bir makinedir demiyor muyduk?
Şimdi de insan beyninin organik bir bilgisayar olduğunu söylüyoruz. İşte bu yüzden robotlar bizi asla aşamayacak, asla “yarı makine yarı insan” biyonik adamlar üretilmeyecek. İnsanlar GDO’lu hücreler, organlar, kaslar ve kemikler sayesinde bugün süper kahramanlarda gördüğümüz bazı güçleri kazanacak. Sadece mikroskobik robotlar üreteceğiz ve onlar da insan, hayvan ve bitki hücrelerinin genetik mühendislikle yeni özellikler kazanmış hali olacak. Kısacası bir Terminator veya teneke adam, hatta androit Data beklemeyelim. Buna gerek kalmayacak. Hem insan hücrelerine bugün bile küçük birer organik robot gözüyle bakabiliriz. Bu bir bakış açısı ama dahası var:
Şimdiden insanların nefesini 15 dakika tutarak boğulmadan hayatta kalması veya 10 saat boyunca yorulmadan koşması için araştırmalar yapıyoruz. Kana özel hücreler ya da organik maddeler enjekte ederek kaslarımızın yırtılmadan 50 kilogram yük kaldırması, derimizin bıçak darbelerine dayanıklı olması, kemiklerimizin araba çarpınca kırılmaması, kan damarlarının kendini onararak beyin kanamasını engellemesi ve derin yaraların birkaç dakikada kapanması için çalışmalar yürütüyoruz. Bunlara yazılarımda yeri geldikçe değiniyorum ve aynı sebeplerle insanların kendinden gelişmiş robotlar yaratmaya ihtiyaç duymayacağını, bunun yerine süpermanler yaratmaya odaklanacağını düşünüyorum.
Aslında baştan söylesem kafa karıştıracağı için en sona sakladım ama bu yazıda anlatmak istediğim çok önemli başka bir gelişme var… Telepatik bıyık deneylerine katılan dekoder faremizin bir süre sonra diğer farenin, yani arkadaşının bıyıklarını kullanmayı öğrendiğini biliyor muydunuz? Telepatik iletişim iki tarafı keskin bir bıçak gibidir.
“Telepatik fareler dünyanın ilk organik bilgisayar ağını kurdu” derken asıl bunu kast ediyorum. Duke Üniversitesi’nin deney sonuçları şunu gösterdi: İki farenin beynini alıp kabloyla birbirine bağlarsanız, bu beyinler değişim geçirebilir ve bir saatten sonra, iki beyin hemhal olup tek beyin gibi davranmaya başlayabilir. Kabloyla birbirine bağlı iki beyin “tek beyin” gibi çalışacak, ama bu ortak beyin prensipte iki fare vücudunu aynı anda kontrol edecek. Peki bu ne? Bu da organik çift çekirdekli bilgisayar :).
(Duke Üniversitesi’ndeki dekoder fare kendi bıyıkları yerine sadece kodlayıcı farenin bıyıklarını hissetmeye başlamıştı. Bu gelişmeyi birkaç adım ileriye götürürsek bu paragrafta anlattığım dönüşüm gerçekleşebilir).
Yazının devamında organik bilgisayarlara kablosuz internetle katılan beyinlerin dünyayı nasıl dev bir canlı bulut bilişim bilgisayarına dönüştüreceğini ele alacağız. Aynı zamanda başka insanların düşüncelerini okumanın özgür iradeyi ve özel hayatı nasıl etkileyeceğini inceleyeceğiz.
Fare beyni sandığınızdan gizemli: Videodaki 3B beyin haritası fare telepatisinin öncüsüydü
Not: Telepati derken, bu ifadeyi anlaşılır olsun diye kullanıyorum. Ancak bu yazıdaki telepatinin, parapsikolojideki telepati kavramı ile hiçbir ilgisi yoktur. Paranormal olaylara inanan insanlar için telepati; kişilerin düşüncelerini hiçbir kablolu veya kablosuz iletişim sistemi kullanmadan, elektrik sinyalleri yollamadan, adeta sihirli bir şekilde birbirine aktarmasıdır. Ben popüler bilim ve felsefe yazıyorum ve bilim, felsefe, mantık alanına girmeyen konuları ele almıyorum (bilimkurgu, epik fantezi ve çizgi romanlar hariç 🙂 ). Parapsikoloji tıpkı astroloji gibi bilimsel geçerlilik taşımadığı için bu konulara girmiyorum. Telepati derken, bu yazıda anlatılan türden bilimsel deneyleri kast ediyorum.