Kara Deliklerin Tersi Ak Delikler ve Sırları
|Uzayda kara deliklerin tersi olan ve maddeyi yutmak yerine, içindeki her şeyi dışarı püskürten ak delikler var mı? Peki Evren’i doğuran büyük patlama bir ak delik miydi ve Evren’e dışarıdan bakabilseydik ak delik mi görecektik? Termodinamik yasalarını ihlal eden bu gizemli gökcisimlerini birlikte inceleyelim.
Ak delikle kara delik belli olacak
Kara deliğe düşerseniz bir daha geri çıkamazsınız; çünkü uzay-zaman kara deliğin içine ışıktan hızlı olarak şelale gibi akıyor. Siz de uzay-zaman girdabına kapılarak ışıktan hızlı bir şekilde kara deliğin içine düşüyorsunuz.
Bu durum Evren’in trafik polisi Einstein’ın ışık hızı sınırına aykırı değil. Ne de olsa hiçbir cisim ışıktan hızlı gidemese de uzay-zamanın ışıktan hızlı genişlemesine, büzülmesine ya da kara delik çukurunun içine doğru ışıktan hızlı akmasına bir engel yok.
Nitekim büyük patlamadan sonra Evren çok kısa bir süre için ışıktan hızlı genişleyerek şişti ve kara deliklerin içinde ışıktan hızlı büzülüyor.
Öyle ki Planck uzay teleskopunun yaptığı ölçümlerin tersine, Evrenimiz (uzay boşluğu) düz olmasaydı ve bir çorba kasesinin içi gibi pozitif kıvrıma sahip olsaydı, bundan 20-30 milyar sonra Evren’in genişlemesi yerçekimi etkisiyle duracak ve yıldızlarla birlikte bütün Evren kendi üzerine çökerek dev bir kara delik oluşturup yok olacaktı.
İlgili yazı: Işıktan Yaratılan Kara Delik Kugelblitz
Ak delikler de kara deliklerin zıddı
Kara deliğe düşen madde bir daha asla dışarı çıkamazken, ak deliklerin de içine girmek imkansız. Bu sebeple uzayda ak delikler olsaydı bunlar gece göğünde parlak beyaz noktalar olarak görünürdü.
2006’da ak delik görmüş olabiliriz
Birçok fizikçiye göre ak delikler gerçek değil ve az sonra sebebini anlatacağım. Ancak bu kez fizikçilerin gerçekten zor durumda kaldılar; çünkü pratikte imkansız olsa da uzayda bir ak delik görmüş olabileceklerini düşünüyorlar:
NASA’nın Spitzer kızılötesi uzay teleskopu 14 Haziran 2006’da, uzayda kısa süreli büyük bir ışık patlaması tespit etti.1
İlgili yazı: Evren Gerçekten Ne Kadar Büyük? >> Gezegenlerden galaksilere bilinen evrenin 30 harikası
Neden süpernova değil?
Normalde bu patlamayı süpernovalarla (adı üstünde, patlayan yıldızlar), hipernovalarla (süpernovadan 100 kat güçlü patlamalar), aktif kara deliklerle veya antik galaksilerin merkezindeki aktif süper kütleli kara deliklerin ışığıyla açıklayabilirdik.
Ancak başaramadık: Güneş’in çekirdeğindeki nükleer füzyon reaksiyonlarından milyon kere trilyon kez daha güçlü olan bu gama ışını patlaması (doğadaki en güçlü ışık ışınları) tam 102 saniye sürmüştü; ama astronomi kataloğunda GRB 060614 olarak geçen patlamanın olduğu yerde yıldız yoktu!
Bu patlama bir kuasar da olamazdı, çünkü süper kütleli aktif kara deliklerden oluşan kuasarlar 102 saniye değil, yüz milyonlarca yıl boyunca parlamaya devam ediyor ve kara delik çevredeki gazı yutup tükettikten sonra sönüyor.
Geriye çarpışan kara delikler ve nötron yıldızları kalıyor; ama uzaydaki altın atomlarını üreten, dolayısıyla da Dünya’daki altının kaynağı olan nötron yıldızı çarpışmaları sadece 2 saniyelik bir gama ışını patlaması üretiyor. Bu durumda en düşük ihtimal ciddiye alınıyor: Ak delikler.
İlgili yazı: LIGO Kütleçekim Dalgalarını Buldu >> Uzayda 2 kara delik çarpıştı, dalgalar evrene yayıldı
Oysa ak delikler fiziğe aykırı
Neden derseniz ak delikler termodinamiğin ikinci yasasını ihlal ediyor. Hani şu enerjinin tamamını işe dönüştüremezsiniz, yüzde 100 verimlilikle çalışan bir devridaim makinesi yoktur diyen yasa.
Termodinamiğin ikinci yasasına göre enerjinin bir kısmı hep atık ısı olarak uzaya kaçıyor ve bu yüzden Evren’de entropi (düzensizlik oranı) sürekli atıyor. İşte bu nedenle insanlardan taş duvarlara ve yıldızlara kadar Evren’de gördüğümüz her şey zamanla eskiyor, yaşlanıyor, yıpranarak çürüyor.
İlgili yazı: Hubble’ın Sürgün Yıldızları
Ak delikler ve entropi
Sicim teorisinden nükleer fiziğin temeli olan standart modele ve kuantum fiziğiyle Maxwell’in ünlü elektromanyetizma denklemlerine kadar tüm fizik yasaları termodinamiği baz alıyor. Ancak termodinamik yasaları başka bir yasadan türemiyor.
Termodinamiği Evren’in en temel özelliği olarak kabul ediyoruz. Termodinamik olmasa bütün fizik çökeceği için bu yasanın çiğnenmesine tahammülümüz yok. Öyle ki tüm Evren’i tek bir fizik denklemiyle (her şeyin teorisi) açıklamaya çalışan süper sicim teorisinde bile, Evren’in dokusu olan uzay-zamanı termodinamik denklemlerini kullanan kuantum dolanıklığından türetiyoruz.
Sonra astronomlar geliyor ve uzayda termodinamik yasalarına aykırı olan bir ak delik görmüş olabileceklerini söylüyor. Fizikçiler bu yüzden zor durumda.
İlgili yazı: En Parlak Galaksi
Peki ak delikler nedir?
Ayrıca neden termodinamik yasalarını ihlal ediyorlar? Bunun için önce yasayı incelememiz gerek: Evren’deki entropiyi tanımlayan yasa diyor ki entropi ya sabit kalır ya da artar, ama asla azalmaz.
Örneğin klimayla odanızı soğutabilirsiniz fakat bunun bedeli sokağı ısıtmaktır. Yaz aylarında elektrik faturanızın kabarık gelmesinin sebebi bu. Keza kış aylarında evinizi ne kadar iyi izole ederseniz edin, odayı ısıtırken aynı zamanda sokağı da ısıtırsınız ve bu kez yakıt faturanız kabarık gelir.
Sonuçta enerjinin tamamını işe dönüştüremiyoruz, bir miktar atık ısı hep uzaya kaçıyor; çünkü Evren’de ısı hep sıcaktan soğuğa akıyor.
İlgili yazı: Klima Özellikli Antirefle Güneş Paneli
Neden soğuktan sıcağa akmıyor?
Bunun sebebi Evrenimizde soğuk cisimlerin sayısının sıcak cisimlerden çok daha fazla olması ve bu noktada termodinamik yasalarının aslında istatistik yasaları olduğuna dikkat etmemiz gerekiyor:
Evren’de sıcak sicimlerin sayısı soğuk cisimlerin sayısından fazla olsaydı ısı soğuk cisimlerden sıcak cisimlere akacaktı.
Nitekim laboratuarda bir cismi mutlak sıfırdan daha fazla soğutmaya kalktığımızda (-272 derecenin altına inmeye çalıştığımızda) o cismin daha çok soğumak yerine ısınmaya başladığını görüyoruz! Bu yüzden mutlak sıfırın altına inemiyoruz.
İlgili yazı: Karanlık Madde Gerçekten Karanlık mı, Yoksa Işık Saçıyor mu?
Evren’e can veriyor
Her durumda yıldızların merkezindeki nükleer füzyon reaksiyonları ile ısı ve ışık üretmesinden, araba motorunun çalışmasına ve hamburger yediğimiz zaman vücudumuzun yakabileceğinden fazla kalori alıp şişmanlamamıza kadar Evren’deki bütün hareketliliği ısı akışına borçluyuz.
Termodinamik yasaları ısının sıcaktan soğuğa nasıl aktığını düzenliyor ve biz de bu bağlamda entropiyi Evren’deki düzensizliğin ölçüsü olarak tanımlıyoruz; ama entropinin fiziksel tanımı biraz farklı: Entropi belirli bir anda uzayın belirli bir bölgesindeki parçacıkların sahip olduğu serbestlik derecesi, yani hareket serbestisidir.
İlgili yazı: Nükleer Füzyon >> Dünyanın en büyük ışın topu ile yapay Güneş yaratmak
Kuyruklu piyano zamanı
Her ne kadar ilk bakışta garip gelse de kuyruklu piyano fizikte entropiyi anlamak için iyi bir örnek. En basitinden kuyruklu piyanonun ne olduğu belli ve bu yüzden kuyruklu piyano olmanın sadece birkaç yolu var.
Öte yandan Evren’de kuyruklu piyanodan farklı sayısız şey mevcut. Yıldızlar, insanlar, devletler, filozoflar. Bunların hiçbiri kuyruklu piyano değil. Bu bariz şeyi neden vurguladığıma gelince: Bir eşyanın kuyruklu piyano olabilmesi için atomlarının serbestlik derecesinin kuyruklu piyano oluşturacak şekilde sınırlanması gerekiyor.
Kısacası kuyruklu piyano atomlarının belirli bir düzeni var. Fiziksel açıdan kuyruklu piyano serbestlik dereceleri (hareket imkanları) insan vücudunu oluşturan atomlarının serbestlik derecesinden, yani insan vücudunun düzeninden farklı. Bunu aklımızda tutalım.
İlgili yazı: Evren’in Tutkalı Karanlık Madde
Bir piyanoyu parçalamak
Tabii ki burada seksenlerden kalma klasik bir power metal konserinden söz etmiyoruz. Sadece kuyruklu piyanonun düzenini bozmak için onu parçalayabiliriz diyoruz.
Sonuç olarak kuyruklu piyano trilyonlarca atomdan oluşuyor; ama bu atomlar piyano oluşturmak için belirli bir düzende olmak zorundalar. Örneğin bir atom alıp başını Jüpiter’e gidemez. Bu durumda piyano parçalanır.
Demek ki atomların sadece belirli bir serbestlik derecesinde hareket etmesine düzen diyoruz. Mesela piyanonun kapağını açıp kapayarak atomları hareket ettirebiliriz ama piyanonun kapağını kıramayız veya sökemeyiz. Bu piyanoya zarar vereceği için piyano atomlarının tam hareket özgürlüğü yoktur.
Gelelim piyano parçalamaya: Piyanoyu parçalayıp ahşabı geri dönüşüme vererek örneğin mobilya yapabiliriz. Dilersek tahtayı rendeleyip talaş da yapabiliriz. Dediğimiz gibi piyanodan başka bir şey yapmanın sayısız yolu var. Ancak talaştan piyano yapmanın zor olduğunu kabul edersiniz. Elbette bunun zor olmasının fiziksel bir nedeni var ve bu da zamanın akışıyla ilgili:
İlgili yazı: Juno Jüpiter’e Ulaştı: 10 resimde Juno seferi
Zamanın oku
Neden Evren’de zaman geriye akmıyor? Neden insanlar Benjamin Button filminde olduğu gibi yaşlı doğup genç ölmüyor? Neden geleceği değil de geçmişi hatırlıyoruz? Neden yere düşüp kırılan su bardağı kendi kendine birleşip masaya geri sıçramıyor?
Bunlar önemli sorular; çünkü ne kuantum fiziğinde ne de Einstein’ın yerçekimini tanımlayan görelilik teorisinde zamanın neden ileri aktığını gösteren bir denklem var. Evren’in bu iki temel yasası zamanda simetrik. Öyle ki bu denklemleri filmi geri sarar gibi tersine oynatsaydık, yani zaman geriye aksaydı fizik yasaları aynen işlerdi.
Oysa zamanın okunun ileriyi gösterdiğini, zamanın hep geçmişten geleceğe aktığını biliyoruz; ama neden? Sadece termodinamik yasaları zamanda simetrik değil ve bu sebeple yalnızca termodinamik yasaları zamanın neden ileri aktığını gösteriyor. Öyleyse gerçeği öğrenmeye hazır mısınız?
İlgili yazı: Geleceğe Dönüş, Geçmişe Seyahat >> Zaman makinesiyle geçmişe yolculuk mümkün mü?
Geçmişten geleceğe
Einstein Evren’in trafik polisiyse termodinamik yasalarını geliştiren Boltzmann’da evrensel ekipler amiridir ve Boltzmann diyor ki kırılan kadeh kendiliğinden birleşmez; çünkü kadehten farklı bir şey olmanın (örneğin kırık cam parçaları) birçok yolu varken tam da kırılmadan önceki kadeh olmanın sadece tek bir yolu var.
Evren’in kanun koyucusu olan Heisenberg de diyor ki kuantum fiziğinde belirsizlik ilkesi vardır. Bir parçacığın konumu ve hızını aynı anda yüzde 100 kesinlikle bilemezsiniz. Hatta fiziksel açıdan hiçbir şeyi yüzde 100 kesinlikle bilemezsiniz. Kadehleri, piyanoları ve insanları oluşturan atomlar asla öngörülemeyecek olan rastlantısal hareketler yaparlar.
Bu sebeple doğada elma yetişiyor ama toprakta cam kadehler bitmiyor. Elmayı elma ağacı üretiyor, bunun için bir çaba gösteriyor. Heisenberg’in rastlantısal atomlarını düzene sokan bir organik üretim mekanizması var.
İlgili yazı: 4 Kere Patlayan Yıldız
Cam fabrikası
Kadehleri de insan icadı cam fabrikaları üretiyor. Makineleri kullanarak fabrikada yerel enerji miktarını artırıyor ve enerjinin bir kısmını işe dönüştürerek kadeh üretiyoruz; yani Heisenberg’in belirsizlik ilkesinden kaynaklanan rastlantısal atom hareketlerine sentetik bir düzen getiriyoruz.
Oysa kadeh kırıldığı zaman onu birleştiren bir makine olmadığı için 1 trilyon yıl da beklesek kadehin rastlantısal olarak kendini onardığını göremeyiz.
Cam kırıklarını eritip yeni bir kadeh yapsak bile bu adı üstünde, yeni bir kadeh olacak. Kuantum fiziğindeki Heisenberg’in belirsizlik ilkesi aynı kadehi, kırılmadan önceki kadehi yapmamıza izin vermeyecek.
İlgili yazı: Buruşuk Galaksi
Kuantum ile termodinamik arasındaki bağ bu
Termodinamik istatistiksel bir yasa olduğu için kadehin kendini onarma olasılığının yok sayılacak kadar düşük olduğunu görüyoruz. Öyle ki bu düşük ihtimalin gerçekleştiğini görmek için en az 105600 yıl beklememiz gerek ve o zamana kadar trilyonlarca evren doğup yok olur.
Demek ki ekipler amiri Boltzmann bize zamanın neden istatistiksel olarak ileri aktığını gösteriyor; çünkü zamanın tersine akma ihtimali çok düşük! Kanun koyucu Heisenberg de kadehin kendiliğinden birleşme olasılığının neden çok düşük olduğunu gösteriyor; çünkü belirsizlik ilkesi aynı şeyin iki kez tekrarlanmasını yasaklıyor.
Öyleyse entropi Evren’de gerçekleşme olasılığı en yüksek olan şeylerin gerçekleşmesidir diyebiliriz. Örneğin kaosa düzen getirip kuyruklu piyano yaparız; ama Evren’deki toplam entropi sürekli arttığı için hem kuyruklu piyano 100 yıl sonra çürüyüp gider hem de piyano yapmak için ormanları kesip yok etmiş oluruz.
Kısacası düzen ancak kaos varsa mümkün. Bir yerde düzen kurarsak başka yerde kaos yaratıyoruz ve kurduğumuz düzen de uzun ömürlü olmuyor. İşin ilginci bu hayat felsefesi veya din değil. Bu salt fizik.
Ak delikler ve büyük patlama
Büyük patlamadan önce Evren bezelye tanesinden çok daha küçük bir noktaya sıkışmıştı. Bu nedenle parçacıkların hiç hareket imkanı yoktu ve entropi maksimum düzeydeydi. Ancak, Evren büyük patlamayla doğup genişleyince bu parçacıklar balon gibi şişen uzay-zamana yayıldılar.
Kuantum fiziğine göre Evren’de entropinin maksimum olduğu iki an var: 1) Parçacıkların hareket edebileceği hiçbir yerin olmadığı büyük patlama öncesi evre ve 2) Evren’deki bütün parçacıkların aradaki büyük mesafe yüzünden birbirinden kopacağı ve birbiriyle fiziksel etkileşim kuramadığı için yok olacağı Evren’in ölüm anı.
Sicim teorisinde uzay-zamanın kuantum dolanıklığından türetildiğine dikkat edersek parçacıkların birbiriyle etkileşim kuramadığı bir evrenin yok olacağını anlıyoruz.
İlgili yazı: Stephen Hawking Evrenin Haritasını Çıkarıyor
Yanlış söyledin!
Aslında zamanda simetrik olan kuantum fiziği açısından doğru söyledim: Büyük patlamadan önce Evren’de hiç hareket olmadığından entropi maksimum seviyedeydi. Ancak zamanda simetrik olmayan termodinamik yasaları açısından büyük patlamadan önce entropi minimum seviyedeydi.
Ak delikler de zamanda simetrik olan kuantum fiziği ve görelilik teorisine aykırı değil. Tersine bu yasalara göre ak deliklerin olması gerekiyor. Öte yandan, zamanda simetrik olmayan termodinamik yasaları ak deliklerin varlığını, daha doğrusu bulundukları evreni etkilemelerini yasaklıyor.
Heisenberg’in belirsizlik ilkesi ise termodinamiğin kuantum fiziğinde nasıl açıklanabileceğini gösteriyor. Bununla birlikte termodinamik kuantum fiziğinden türemediği, tersine kuantum fiziği termodinamikten türediği için ak delikler meselesini termodinamik yasaları açısından ele almamız gerekiyor.
İlgili yazı: Uzay gemileri ve kara deliklerle zamanda yolculuk
Öyleyse düşünün!
Büyük patlamadan önce Evren’in oluşturan madde ve enerji sadece matematiksel olarak gerçek olan; ama Evren’i açıklayan fizik yasalarını türetmemizi sağlayan bir faz uzayındaki (sanal parçacık uzayı) tek bir noktada toplanmıştı.
Bunu sigara dumanıyla açıklayabiliriz: Nasıl ki sigara dumanı birinin sigarasından (tek noktadan) çıkıp bütün odaya yayılıyor, Evren’in milyarlarca yılda şekilden şekle girmesini sağlayan entropi de faz uzayını tanımlayan matematiksel odanın içini büyük patlamadan sonra zaman geçtikçe dolduruyor.
Bu açıdan bakarsak büyük patlamadan önce Evren’in genişleyip doldurabileceği sonsuz sayıda nokta olduğunu görüyoruz. Büyük patlamadan önce Evren’deki sıkışık parçacıkların hareket imkanı olmasa da patlamadan sonra parçacıkların istediği Evren’i oluşturmakta özgür olduklarını fark ediyoruz.
Kısacası büyük patlamadan hemen önce Evren’deki madde ve enerjinin hareket potansiyeli maksimum seviyedeydi. Maksimum hareket potansiyeli de termodinamik açıdan minimum entropiye karşılık geliyor. Bu yüzden büyük patlama anında entropiyi sıfır olarak kabul ediyoruz.
İlgili yazı: 12 Adımda Evren Nasıl Oluştu
Neden büyük patlama oldu?
İşte size heyecan verici bir ipucu: Bazı fizikçiler büyük patlamanın bir ak delik olduğunu düşünüyor. Ancak önce Heisenberg’in büyük patlamayı nasıl açıklayacağına bakalım. 🙂
Heisenberg diyecekti ki büyük patlamadan önce Evren mikroskobik boyuttaydı. Bu sebeple bütün Evren kuantum fiziği yasalarına tabiydi.
Belirsizlik ilkesi gereği, uzaydaki bezelye tanesinden daha küçük olan bu nokta (belki kara deliklerin merkezindeki tekilliğe benzeyen bir tekillik) tümüyle tesadüfi olarak patlayacak ve 13 milyar 780 milyon yıl sonra bugünkü Evren’i oluşturacaktı.
Nitekim öyle oldu. Ancak zaman Evrenimizde hep ileriye aktığı için buna termodinamik açıdan bakmamız ve Evren büyük patlama anında ne kadar sıcaktı diye sormamız yerinde olur.
İlgili yazı: Evren bir simülasyon mu?
Maksimum sıcak
Yazın İstanbul’da 33, İzmir’de 40 ve Antalya’da 50 dereceyi gördüğünüzde sıcak olduğunu mu sanıyorsunuz? Evren’in doğum anına göre havalar çok soğuk:
Büyük patlama anında Evren’in sıcaklığı 1,416785(71)×1032 dereceydi; yani yaklaşık olarak 140 bin milyar milyar milyar santigrat. Bu sıcaklıkta fizik yasaları ortadan kalktığı için buna maksimum sıcaklık, mutlak sıcak veya Planck sıcaklığı diyoruz.
Heisenberg’in belirsizlik ilkesinden yola çıkan fizikçiler bunun son derece kararsız bir durum olduğunu ve büyük patlamanın ardından Evren’in oluşmasının, yani küçücük bir noktaya sıkışmış olan parçacıkların uzaya dağılmasının kaçınılmaz olduğunu düşünüyorlar.
İlgili yazı: Evren’deki En Şaşırtıcı Gerçek Nedir?
Evren’in doğumu
Ancak önemli bir noktayı vurgulamamız gerek: Büyük patlama uzay boşluğunda meydana gelmedi. Parça tesirli el bombası patlamasında olduğu gibi uzaydaki bir noktaya sıkışmış olan parçacıklar (şarapnel) ve enerji birdenbire uzay boşluğuna yayılmadı.
Bunun yerine bizzat uzay-zaman büyük patlamayla oluştu ve önce şişerek, sonra genişleyerek büyüdü. Büyük patlamadan önce uzay-zaman yoktu. Bu kritik detay Evren’deki toplam enerji miktarının büyük patlamadan bu yana hiç değişmediğini gösteriyor.
Bugün maddeyi, yıldızları ve bizi yaratan enerji büyük patlama anındaki enerjidir. Son 13 milyar yılda doğan yıldızların Evren’deki enerji miktarını artırdığını sanmayın. Onlar mevcut enerjiyi kullanıyorlar. Sadece Evrenimiz aradan geçen zamanda termodinamik süreçlerle, yani ısı aktarımıyla geçici olarak düzenlendi ve çevremizdeki gökcisimleri oluştu.
Evren’i faz uzayında tek bir noktaya toplanmış bir avuç bilye gibi tanımlayabilir ve bu bilyelerin odaya saçılmasıyla bugünkü galaksilerin oluştuğunu hayal edebiliriz; ancak bu matematiksel uzayda böyle. Gerçekte Evren’in içine doğduğu bir oda yok. Uzay-zaman Evren’le birlikte oluştu.
İlgili yazı: Evren’deki En Şaşırtıcı Gerçek Nedir?
Aksi halde zamanın oku olmazdı
Zamanın geriye akmasından daha kötüsü ne biliyor musunuz? Zamanın hiç akmaması veya bir ileri, bir geri akması. Bu tam bir kaos olurdu ve Evren’de toplam enerji miktarı sabit olmasıydı; yani enerjinin korunumu yasası olmasaydı bu kabus gerçekleşecekti.
Evren’de toplam enerji miktarı belli olduğu ve hiç değişmediği için ısı hep bir yerden bir yere akıyor. Bütün varoluş, bütün geçici düzen; yıldızların, insanların doğumuyla ölümü ısı akışıyla mümkün oluyor.
Ancak Evren sonsuza kadar genişlerse 100 trilyon yıl sonra öyle bir an gelecek ki iki foton arasında milyarlarca ışık yılı mesafe olacak; yani Evren’deki hiçbir parçacık başka bir parçacıkla etkileşim kuramayacak. Bunlar birbirinden ışık hızıyla bile ulaşılamayacak kadar uzak olacak.
İlgili yazı: Evren Bir Simülasyon mu?
Evren’in donarak ölümü
Nasıl ki eskiden yakın olduğumuz bazı galaksiler bugün bizden ışığın bile ulaşamayacağı kadar uzakta (47 milyar ışık yılı yarıçapındaki gözlemlenebilir evrenin dışında kalıyorlar) 100 trilyon yıl sonra da gözlemlenebilir evreni (bu yazıda baş harfini büyük yazdığımız Evren’i) oluşturan bütün parçacıklar birbirinden o kadar uzak olacaklar.
Buna ısıl ölüm diyoruz; yani bütün Evren’in sıcaklığının mutlak sıfıra düşmesi. Bu noktada kuantum fiziğinde uzay-zaman dediğimiz şeyin uzay boşluğunda bulunan parçacıklar arasındaki dolanıklıktan, parçacıklar arasındaki fiziksel etkileşimden türetildiğini hatırlayın. Isıl ölüm zamanı geldiğinde parçacıklar birbiriyle etkileşim kuramayacağı için Evren’in dokusu olan uzay-zaman yok olacak!
İlgili yazı: Evren’in En Hızlı Yıldızı
Ak delikler için önemli
Burada Evren’in donarak ölmesinden çok daha garip bir şeyden söz ediyoruz: Evremizin ömrü yeter de 22 milyar yıl sonra parçalanarak yok olmak yerine (büyük yırtılma) sonsuza kadar düşük hızda genişlemeye devam ederse 100 trilyon sonra Evren’deki bütün parçacıkların sıcaklığı mutlak sıfıra düşecek.
Kısacası hiçbir parçacık diğerinden daha sıcak veya soğuk olmayacak. Parçacıklar arasında ısı (enerji) transferi tümüyle duracak. Isı transferi durunca parçacıkların hareket etmeye mecali kalmayacak. Buna maksimum entropi veya ısıl denge (termal denge) diyoruz.
İlgili yazı: Saniyede 100 milyar kare ile tek tek fotonları çeken kamera
Termal kıyamet
Isıl ölüm Evren’deki nihai kıyamettir. Gerçi insan inancında kıyamet bol. Küçük kıyamete uyku diyoruz. İnsan türünün soyunun tükenmesi, Dünya’daki canlıların ölmesi, Güneş’in ölümü de farklı birer kıyamet.
Ancak, nihai kıyamet Evren’in ölümü demek o zamana kadar her şey ölmüş olacağı için bu soğuk ve karanlık ana kimse tanıklık edemeyecek.
İlgili yazı: Warp sürüşü ile ışıktan hızlı yolculuk
Korku filmi
Şimdi kuantum fiziğindeki dolanıklığı hatırlayarak diyeceksiniz ki “Ama hocam, dolanıklık 10 milyar ışık yılı uzaktaki bir fotonun bile şu anda gözünüze giren ışığı anında etkilemesini sağlayan bir uzaktan etki. Bu durumda ısıl ölümde iki foton arasında ışığın bile ulaşamayacağı kadar büyük bir mesafesi olması fiziksel etkileşimi ortadan kaldırmaz. Dolanık fotonlar birbirini etkilemeye devam eder.”
Ben de diyeceğim ki “Az önce ak delikler konusunu zamanda simetrik olan kuantum dolanıklığı yerine zamanda asimetrik olan termodinamikle açıklamalıyız demedim mi?”
Elbette ısıl ölüm anında dolanıklık varlığını koruyacak; ancak Evren’in termal dengeye ulaşması nedeniyle parçacıklar arasında enerji alışverişi duracak. Bu yüzden evreni oluşturan parçacıklar dolanıklıkla bile birbirini uzaktan etkileyemeyecek.
Sonuçta bizzat uzay-zaman çürüyecek ve Evren’in dokusu suda eriyen kağıt gibi parçalanacak. Evren 100 trilyon yıl sonra işte böyle yok olacak.
Kıyamet günü
Ancak o gün son gülen Boltzmann değil de Heisenberg olacak; çünkü termodinamiğin istatistik yasalarının getirdiği geçici düzen ortadan kalktığında geriye Heisenberg’in belirsizlik ilkesinde tanımlanan mutlak kaos kalıyor. Buna salt rastlantısallık da diyebiliriz.
İlgili yazı: Son Sınır Uzay >> Uzaya gitmenin en çılgın 5 yolu
Sanal uzay egemenliği
Isıl ölümden sonra Evren yok olacak ve her şey sadece matematiksel olarak tanımlanan bir faz uzayına dönüşecek (o detayı boşuna vermedim). Bu sanal parçacık uzayında Heisenberg’in belirsizlik ilkesi yüzünden boşlukta sürekli parçacık ve anti parçacık çiftleri ortaya çıkmaya başlayacak.
Bu parçacıklar gerçekliğe adım atmadan birbirini sürekli yok ettiği için sanal parçacık olarak adlandırılıyorlar. Bunlar matematikte karekökü -1 gibi negatif bir sayıyla tanımlanan sanal parçacıklar.
Bu matematiksel faz uzayının, sanal parçacık uzayının ilginç bir özelliği var. Gerçek uzay olmadığı için boşluktan istediğiniz kadar sanal parçacık alıp gerçek uzaya koyabilirsiniz. Bu durum sanal parçacıkların sayısını azaltmaz. Ancak gerçek uzaya sanal parçacık koymak ne demek?
İlgili yazı: Interstellar filmi ne kadar gerçekçi?
Büyük patlama demek
Nedenine gelince: Sanal parçacık uzayından aldığınız parçacıkları sanal uzayda tek bir noktada toplarsanız onları sanal anti parçacık eşlerinden koparmış olursunuz. Bu durumda eşleriyle birbirini yok etmeyecekleri için hem anti parçacık eşleri hem de elinizdeki parçacıklar yok olmadan kalır; yani gerçek dünyaya adım atar.
Yalnız sanal parçacık uzayı Dungeon Keeper bilgisayar oyunu değil; yani Evrenimiz yok olduktan sonra sanal uzaydaki parçacıkları bir yerde toplamak için oyundaki gibi gökten inen sihirli bir el olmayacak. Bu parçacıklar Heisenberg’in belirsizlik ilkesinin getirdiği rastlantısallık neticesinde kendiliğinden uzaydaki tek bir noktada toplanmak zorunda.
Heisenberg’in belirsizlik ilkesi nedeniyle sanal parçacık uzayında oluşan kuantum salınımları (sanal parçacık uzayında 105600 sanal yıl gibi inanılmaz bir süre geçtikten sonra) en düşük ihtimali gerçekleştirecek. Kısacası kuantum salınımları, yeni bir Evren oluşturacak kadar çok sayıda parçacığın aniden faz uzayının küçük bir köşesinde toplanmasını sağlayacak.
Bu toplanma bazı sanal parçacıkları gerçek parçacığa dönüştürecek ve elbette ısıl ölümde maksimum düzeye ulaşan entropiyi büyük patlamanın yaratacağı yeni evren için sıfırlayacak. Sonuçta parçacıklar tümüyle rastlantısal olarak bir noktada toplandıkları için bu parçacıklarla yok olan eski evren arasında (zavallı Evrenimiz) hiçbir nedensel bağ (neden sonuç ilişkisi) olmayacak. Entropinin sıfırlanması bu.
İlgili yazı: Klima Özellikli Antirefle Güneş Paneli
Belirsizlik başrolde
Bu parçacıkların rastlantısal olarak sanal uzayda bezelye tanesinden bile küçük olan süper sıcak ve yoğun bir noktada toplanması da belirsizlik ilkesi gereği istikrarlı bir durum değil. Belirsizlik nedeniyle parçacıkların hemen büyük patlama oluşturarak dağılması ve yeni bir evren oluşturması gerekiyor.
Büyük patlama anında entropi sıfırlandığı için patlamaya yol açan parçacıklar da sıfırlanıyor ve yeni evren kendi madde ve enerjisiyle oluşuyor. İlk kıvılcımı sanal uzaydan çekmiş olsa da kendi parçacıklarını üretiyor.
Bu sebeple, evet Carl Sagan’ın dediği gibi biz yıldız tozundan geliyoruz ama yıldızları oluşturan atomlar eski bir evrenden gelmedi. Bizim evrenimizde yaratıldı.
İlgili yazı: Akıllı Telefona Superman Görüşü >> Duvarın arkasını gören kamera
Öyleyse başa döndük
Ak deliklerden yola çıktık; ardından Evren’in doğumunu, ölümünü ve yeniden doğumunu anlattık. Kısacası dönüp dolaşıp başa döndük. Oysa büyük patlama bir ak delik mi diye sormadan önce ak deliklerin tersine de bakmamız gerekiyor; yani kara deliklere. Kabul edin, onları unutmuştunuz. 😉
Kara delik demokrasisi
Kara deliğe düşen herkes eşittir; çünkü herkesin sonu aynıdır: Atomaltı parçacıklarına ayrılarak kara deliğin merkezindeki tekillikte yok olmak.
Örneğin kara deliğe 250 kg demir ile toplam 250 kilo ağırlığında 4 filozof atarsanız hiçbir şey değişmez. Entropi serbestlik derecelerini kısıtladığı için (her şey süper sıcak ve yoğun matematiksel bir noktada sıkıştığı için) kara deliğe düşen filozofların demirden farkı kalmaz. Kara delik demokrasisi budur.
İlgili yazı: Mars’a Giden Ölümsüz Plazma Roketleri
Kara deliklerin sonu
Nitekim kara deliklerin içini göremiyoruz. Kara deliklerin sadece kütlesini ve buna ek olarak kendi çevresinde dönen kara deliklerin elektrik yükü ile spinini (açısal momentum) bilebiliyoruz. Ancak kara delikler Stephen Hawking’in gösterdiği gibi Hawking radyasyonu ile buharlaşıyorlar.
Yıldız kütleli kara delikler 1 trilyon yıl içinde ve süper kütleli kara delikler de 10100 yıl içinde buharlaşacak.
Oysa Boltzmann’ın termodinamik yasaları ve Heisenberg’in belirsizlik ilkesine göre kara delikteki tekilliğin büyük patlama öncesinde var olduğu düşünülen tekillikten hiçbir farkı yok. İşte bu nedenle Lee Smolin gibi bazı fizikçiler her kara deliğin aslında bizden gizlenen tekillikte yeni bir evren yarattığını söylüyorlar.
İlgili yazı: Kuantum internet Gizlilik ve Şifrenizi Koruyacak
Ak delikler burada devreye giriyor
Termodinamik yasaları gereği Evren’deki toplam enerjinin değişmediğini, Evren’de yoktan enerji yaratılamayacağını ve enerjinin yok edilemeyeceğini, sadece kimyasal veya nükleer enerji gibi dönüştürülebileceğini söyledik.
İşte bu yüzden kara deliklerin içini göremiyoruz. Öncelikle kara deliklerin içindeki tekillikte yeni bir evren oluşma ihtimali var. Isıl ölümü hatırlayacak olursanız her evren önceki evrenin entropisini kuantum salınımlarıyla sıfırlıyor.
Sıfırladığı için de sanal uzayda yoktan enerji yaratıyor; yani sanal uzaydan gerçekliğe geçiş yapıyor. Biz kara deliklerin içini görseydik yeni evrenin bizim evrenimizle temas halinde olması gerekecekti. Bu da evrenler arası enerji (ısı) transferine izin verecekti.
İlgili yazı: Snowden Dinlenemeyen Telefon Yaptı
Çıplak tekillik
Sanal uzaydan istediğiniz kadar parçacık alabilir ve içine istediğiniz kadar parçacık koyabilirsiniz dedim. Kısacası sanal uzay termodinamik açıdan açık bir sistemdir. Oysa gerçek evrenler termodinamik açıdan kapalı sistemler. Bunların toplam enerji miktarı değişmez.
Oysa çıplak tekillik olsaydı, yani kara deliğin içini görebilseydik evrenimizdeki toplam enerji miktarı değişecek ve bu kara delik başka bir evrene açılıyorsa iki evren birbirini etkileyebilecekti. Örneğin bizim evrenimizden diğer evrene ısı (enerji) akışı olacaktı.
Sizi bilmem ama ben yaşadığımız evrenin fizik kurallarının değişmesini istemem. Yoksa yok oluruz ve yerimize yeni bir evren doğabilir. İşte bu yüzden kara delikleri çıplaklar kampına alamazsınız. Çıplak tekillik yoktur, tekilliği göremezsiniz.
İlgili yazı: Jüpiter’in Sobası Büyük Kırmızı Leke
Kara deliğin çıkışı ak delikler
Ak delikler teorik olarak mümkün olsa bile işte bu yüzden neredeyse tümüyle fizik yasalarına aykırı. Düşünün; uzaydaki bir kara deliğin giriş kapısı, yani bize bakan kapısı tek yönlüdür. İçeri girebilirsiniz ama dışarı çıkamazsınız.
Öte yandan, kara deliklerin merkezindeki tekillik yeni bir evren yaratıyor olabilir. Bu durumda kara deliğin bir de çıkış kapısı olması lazım. Buna ak delikler diyoruz. Deyim yerindeyse yeni evren bu kapıdan dışarı çıkan büyük patlamayla oluşuyor.
İlgili yazı: Kuyrukluyıldız Dünya’ya Nasıl Hayat Taşıdı?
Başka bir evrene yolculuk mümkün mü?
Doğrusu biz kara deliğe düşüp başka bir evrende ortaya çıkamayız; çünkü kara deliklerin merkezindeki örtülü tekillik içine düşen her şeyi yok edip salt enerjiye dönüştürüyor.
Böylece entropiyi sıfırlayıp bu enerji ile belki de yeni bir evren yaratıyor. Bu doğruysa entropi sıfırlandığı için yeni evren (kara deliğe düşen siz dahil) eski evrenden hiçbir iz taşımıyor. Bunun tek bir yolu var: kara deliğe düşen astronotun yok olması.
İlgili yazı: Yapay Kaslı İnsana Benzer Robot
Işıktan hızlı madde püskürtüyor
Nasıl ki kara delikler maddeyi ışıktan hızlı yutuyor, ak delikler de maddeyi ışıktan hızlı püskürtüyor. Aslında ak deliklerin püskürttüğü parçacıklar tek tek ışık hızını aşmıyor; ama ak delikler bizzat uzay-zamanı içindeki maddeyle birlikte ışıktan hızlı bir şekilde dışarıya püskürtüyor.
Bu yüzden ışık bile ak delikler denen bu garip gökcisimlerinin içine düşemiyor. Ak deliklerin beyaz ışık saçmasının ve sürekli olarak gama ışınları yaymasının sebebi bu.
İlgili yazı: 7 Adımda Yeni Tesla Yol Haritası
Büyük patlama ak delik mi?
Bu soruyu şöyle de sorabiliriz: Evren’e dışarıdan bakabilseydik bir ak delik mi görürdük?2 Maalesef evrenin dışı yok. Evren sanal parçacık uzayında genişleyen gerçek bir enerji alanı. Biz de bu yüzden Evren’e dışarıdan bakamayız.
Zaten Evren’in dışına çıkmak mantığa aykırı: Evren’in bir parçası olarak Evren’i nasıl terk edebiliriz? Terk edersek yoklukta nasıl var olabiliriz? Ancak başka bir evrenden bizim evrenimize baksaydık onu bir ak delik olarak görebilirdik.
Yine de az önce enerjinin korunumu prensibi gereği bir evren diğer bir evrenle temas edemez dedik. Bu sebeple Evren’e dışarıdan bakıp onu ak delik olarak görmek de imkansız.
İlgili yazı: Atoma Veri Kaydeden Hard Disk
Büyük patlama devam ediyor!
Kulağa inanılmaz geliyor değil mi? Oysa doğru. Evren genişlemeye devam ediyor ve büyük patlama devam ediyor. Evren’e dışarıdan bakabilseydik büyük patlamayı bir ak delik olarak görürdük. Sonuçta patlama anında Evren’in ilk genişleyen kısmı bugün Evren’in dış sınırını oluşturuyor.
Ayrıca gözlemlenebilir evrenin dışındaki galaksiler bizden ışıktan hızlı uzaklaştıkları ve ak delikler de ışıktan hızlı madde püskürttüğü için evrene dışarıdan baksaydık onu bir ak delik olarak görürdük. Gerçi galaksiler ışıktan hızlı gitmiyorlar. Sadece gözlemlenebilir evrenin dışında uzay büyük patlama yüzünden ışıktan hızlı genişliyor.
İlgili yazı: Özgür İnternet için TOR’dan 10 Kat Hızlı Riffle
Işıktan üretilen kara delik Kugelblitz
Ancak, lazer ışınlarından nasıl kara delik üretebileceğinizi anlatan Kugelblitz yazısında belirttiğim gibi, bizim evrenimiz ısıl ölümle bizden önce yok olan bir evrenin kalıntılarından su damlası gibi kopup ayrılmış olabilir (sanal uzaydaki sanal zamana göre bizden önce oluştu tabii, yoksa gerçek zaman evrenle birlikte oluştu).
Bunu bir kum saati gibi düşünün. Eski evren kum saatinin üst bombesi. Yeni evren de alt bombesi. Üstten alta akan kumlar bir darboğazdan geçiyor. Bu darboğazın kumların girdiği tarafı kara delik. Kumların çıktığı tarafı da ak delik. Darboğazın kendisi ise tekillik.
İlgili yazı: Güneş Yüzeyini Kaplayan Dev Kara Delik
Bir ihtimal daha var ki
O da kendi evrenini yaratmak mı dersin? Gerçekten de ak delikler ile başka bir evrene ulaşmanın tek yolu var (kara deliğin merkezindeki tekillikle yok olmadan ve termodinamik yasalarını ihlal etmeden yolculuk etmenin teorik bir yolu bulunuyor). O da kendi evrenimizi yaratmak.
Bu durumda boşlukta lazer ışınlarıyla yarattığımız kara delikten doğan evrenin fizik yasaları bizden farklı olacak; ama biz kara deliğin içindeki tekilliği genişletip bir solucandeliği tüneli oluştur ve bunu kuantum dolanıklığı ile yeni evrene açılan ak deliğe bağlarsak sağ salim yeni evrene geçebiliriz.
Elbette bu durumda yeni evrenin kendi rastlantısallığından kaynaklanan kendine özgü fizik yasalarını entropiyi sıfırladığımız için yok etmiş ve o evreni kendi evremizin fizik yasalarının geçerli olduğu bir kopyaya dönüştürmüş olacağız.
İlgili yazı: Başka Gezegenlerin Gözüyle Güneş
Geldiğimiz evren yok olacak mı?
İşte bu sorunun cevabını bilmiyoruz; çünkü elimizde yerçekimini kara deliğin merkezindeki mikroskobik tekillikte tanımlayacak bir kuantum kütleçekim kuramı yok. Ancak şunu biliyoruz:
Bu evrenden başka evrene gidersek bizi oluşturan enerjiyi de yanımızda götürmüş; yani bu evrenin toplam enerjisini azaltmış olacağız. Normalde bunun bizim evrenimizi yok etmesi gerekir.
Yalnız içeri girdiğimiz kara delikten kimse dışarı çıkamayacağına göre (çıplak tekillik olmadığına göre) belki de bu yolculuk evrenimize zarar vermez.
İlgili yazı: Kalp Nakli İçin Canlı Vatoz Robot
Hawking zarar verir diyor
Bilim dünyasının aykırı çocuğu Stephen Hawking bu noktada devreye giriyor ve “Bütün kara delikler zamanla Hawking radyasyonu ile buharlaşacaklar ve yutup yok ettikleri bütün astronotları enerji olarak evrene geri verecekler. Böylece Evren’deki toplam enerji değişmemiş olacak” diyor.
Oysa biz kara delikten geçip başka evrene geçersek o kara delik buharlaşınca bizim yanımızda götürdüğümüz enerjiyi evrene geri veremez ve terk ettiğimiz evrendeki toplam enerji miktarı azalmış olur.
Bu durumda bugün başka evrene gitsek evrenimiz hemen yok olmaz; ama 1 ila 100 trilyon yıl sonra o kara delik buharlaşıp da dışarıya eksik enerji verdiği zaman yok olabilir (bir evrendeki toplam enerji miktarını azaltmak, o evreni var eden fizik yasalarını değiştirmek anlamına geliyor).
İlgili yazı: Robot Polis Amerika’da Terörist Öldürdü
Evrenin ömrünü kısaltmak
Kara deliklerin buharlaşacağı kadar yaşlı bir evrende hayat çoktan yok olacağından evremizin ömrünü biraz kısaltmamız sorun yaratmayabilir.
Tabii tek bir nokta hariç: Einstein’a göre zaman göreli ve simetrik. Bu sebeple bugün başka evrene giderek yapacağımız ve orijinal evrenimizin son anını etkileyecek olan değişiklik Evren’in doğumunu da etkileyecektir.
Geçmişe seyahat edip kendi babanızın annenizle beraber olmasını engellemek gibi bir zaman paradoksu bu. Kuantum dolanıklığında gelecekteki bir fotonun bugünkü fotonla dolanık olması da benzer bir paradoks yaratıyor.
İlgili yazı: Güneş Sistemi’ndeki Kayıp 9. Gezegen ve Kardeşleri
Evren’i kurtarmanın bir yolu var mı?
Bir çıkış noktamız var. Biz kendi evrenimizi etkilemek yerine başka evrene gidiyoruz. Üstelik görelilik teorisi ve kuantum fiziğine göre zaman simetrik olsa da termodinamik yasaları Evren’de zaman ileri akar diyor.
Bu durumda başka bir evrene seyahat etmek için bugün evrende yapacağımız değişiklik Evren’in ömrünü kısaltabilir ama asla Evren’in doğumunu ve geçmişini etkilemez.
Sonuçta bütün bunlar teorik tartışmalar. Başka bir evrene gitmek bizim evrenimizi bugün veya yarın yok eder mi bilmiyoruz. O yüzden en iyisi evrenimiz yok olana kadar beklemek ve tam yok olmadan önce başka bir evrene gitmek.
Zaten zaman Einstein’ın dediği gibi simetrikse torunlarımız 100 trilyon sonra bunu zaten yapmış olacaklar ve bu durumda siz bugün bu yazıyı okurken torunlarınızın başka evrene gitmesinden etkileniyor olacaksınız!
İlgili yazı: NASA Titan Uydusuna Denizaltı Gönderiyor
Giden geri gelmiyor
Termodinamik yasaları başka evrene gidenlerin geri dönmesine izin vermiyor. Sonuçta kainatta mümkün olduğu düşünülen 10500 evren veya sonsuz sayıda gözlemlenebilir evren arasında geldiğimiz evrene geri dönme olasılığımız çok düşük.
Yeni bir kara delik açıp rastlantı eseri geldiğimiz evrene geri dönmemiz imkansız ve yol tarifi de alamayız; çünkü hem belirsizlik ilkesi geldiğimiz yoldan dönmemizi engelliyor hem de elimizde evrenler arası yol tarifi veren bir Google Haritalar uygulaması yok.
İlgili yazı: Dünyanın En Büyük Radyo Teleskopu FAST
NASA’nın gördüğü patlama neydi?
Ak delikler zamanın tersine akmasıyla ve kara deliklerin tersine çalışmasıyla mümkün olurdu dedik. Bu da fizik yasalarını ihlal ederdi ve Evren fizik yasalarını çiğneyenleri sevmiyor. Bu nedenle ak delikler gerçekten varsa bunlar birkaç saniye içinde kara deliğe dönüşmek zorunda.
Yalnız bu öngörü sadece halka kuantum kütleçekim kuramında (LQG) varlığı kabul edilen kuantum geri sekme etkisiyle mümkün. Buna göre uzay zaman mikroskobik enerji halkalarından oluşuyor ve uzayda kara delik açmak havuza taş atmak gibi oluyor.
Evet, taş dibe batıyor (kara delik) ama su yüzeyini esneterek geri tepme etkisiyle havaya su damlacıkları (merkezde büyük damlacıklar) sıçratıyor ve halka kuantum kütleçekim kuramına göre bu da ak delik olabilir.
Yalnız su damlasının tekrar suya düştüğünü biliyoruz. Halka kuantum kütleçekim kuramı bu yüzden NASA uzayda bir ak delik görmüş olabilir; ama bu ak delik evrenimizi yok etmeden hemen kara deliğe dönüşmüş olmalı diyor.
İlgili yazı: DNA’nın Tutkalı Kuantum Dolanıklık
Ama ışığını gördük!
Ak delik kara deliğe dönüşse bile NASA’nın Spitzer uzay teleskopu ile ak deliğin ışığını gördük. Bu da ak deliğin evrenimize enerji eklediği anlamına geliyor. Peki bu doğruysa evrenimiz neden yok olmadı? Önce kısa cevabı verelim:
Belki de ak deliğin kendisini değil de hemen kara deliğe dönüşmesini gördük. Kara delik yutamadığı maddeyi uzaya ışık hızının yüzde 99’u ile püskürtüyor. Spitzer bu jetlerden birini görmüş olabilir.3 Ancak bugüne kadar sadece 102 saniye için aktif olan bir kara delik görmedik.
Hiçbir kara delik kendisini saran gazı 102 saniyede tüketemez. Daha doğrusu tüketir de Dünya’dan göreceğimiz kadar parlak bir gaz jetini ancak çok miktarda gaz üretebilir ve hiçbir kara delik bu gazı 102 saniyede yutamaz. Yine de bizi bu çelişkiden kurtaracak son bir açıklama var ve o da Einstein’dan geliyor.
İlgili yazı: Juno Jüpiter’e Ulaştı: 10 resimde Juno seferi
Akla kara belli olacak
Kara deliklerin içinden hiçbir şey dışarı kaçamaz. Örneğin kendi çevresinde dönen aktif bir kara deliği ele alalım. Madde kara deliğin içine ışıktan hızlı düşüyor ve kara delik kendi çevresinde döndüğü için merkezkaç kuvvetiyle ışıktan hızlı dışarı savruluyor.
Bu durumda kara deliğin içindeki tekillik (hani şu dışarıdan hiç göremediğimiz tekillik) kara deliğin içinde olsaydık bize ak delik olarak görünmek zorundaydı. Yine de kara delikten dışarı ışıktan hızlı savrulan madde ışıktan hızlı gittiği halde kara delikten dışarı çıkamıyor.
Tam dışarı kaçacakken ışıktan hızlı olarak kara deliğe düşen yeni gaz akıntısına çarpıyor. Bu sebeple kara deliğin tekilliğini saran iç olay ufkunda (ak deliğin yüzeyinde) evreni oluşturan büyük patlamadan güçlü bir patlama oluşuyor; ama yeni gaz eski gazın önünü kestiğinden enerji dışarı çıkamadığı için biz bu patlamadan korunuyoruz.
İlgili yazı: Güneş Yaşlanıyor: Güneş Lekeleri Kayboluyor
Bir ben var benden içeri
Kendi çevresinde dönmeyen kara deliklerin iç olay ufkunda ışıktan hızlı yayılan şiddetli ak delik radyasyonu da dışarı çıkamıyor. Bu kez de kara deliğin içinde uzayı ışıktan hızlı büken şiddetli yerçekimi aynı zamanda kara deliğin içinde akan zamanı süper yavaşlatıyor.
Dolayısıyla bir ben var benden içeri misali, kara deliğin içindeki ak deliğin püskürttüğü enerji dışarı kaçana kadar (veya onda önce kara delik buharlaşana kadar) evrenimiz yaşlanıp yok olmuş oluyor.
Evet, böylece blogda en çok okunan yazılarımdan biri olan Evren Boşluktan Nasıl Oluştu dizisinin 4. ve son bölümü olan ak delikler yazısının sonuna gelmiş oluyoruz. Sırada kara delik motorlu uzay gemileri var.
Neil deGrasse Tyson ak delikleri anlatıyor
1http://www.davidreneke.com/have-we-found-the-first-white-hole/
2A. Retter & S. Heller (2012). “The revival of white holes as Small Bangs”. New Astronomy. 17 (2): 73–75. arXiv:1105.2776. Bibcode:2012NewA…17…73R. doi:10.1016/j.newast.2011.07.003.
3J. E. Madriz Aguilar, C. Moreno, M. Bellini. “The primordial explosion of a false white hole from a 5D vacuum”. Phys. Lett. B728, 244 (2014).
Açıkçası yanlış zamanda dogmusuz
Keşke şöyle bi yüzyıl sonra doğup teknolojik tekilliği gorebilseydik
KARADELİKLER
Evrenin Çevreci Çöp Bidonları…
Maksadım, hariçten gazel atıp, haddimize olmayan hususlarda ahkam kesmek değil, bilimsel realiteden naçizane anekdotlar üretmek. Edindiğim bilgiler ışığında kaleme aldığım metindeki görüş, düşünce ve çıkarımlar, -teknik kavramlar hariç- şahsıma aittir. Şöyle ki…
Yıldız mirası karadeliklerin, yakıtları bitince dirençleri de iflas eden, ağır gövdeli yıldızların şok çöküşleri sonucu oluştukları söylenir. Karadelik oluşması, yıldızı çökerten dış basıncın iç dirence baskın çıkmasına bağlıdır ama her seferinde böyle olmaz ve çöküş, daha ziyade dengeyle sonuçlanır. Yani yıldızın kendi üstüne çökmesi, herzaman karadelik oluşturmaz. Yıldızlar, enerji rezervlerini tükettikçe, silkinip safralarını atarak peyderpey küçülürler ve aktif yaşamları boyunca birkaç kez kabuk değiştirirler. Kütleçekimi kuvvetinin oluşturduğu dış basınç ile ışınım tepkisinin oluşturduğu iç direnç dengedeyse, yıldız ışık saçarak veya ışın yayarak olağan yaşamını sürdürür ama değişim sırasında denge çökme yönünde bozulmuşsa, yıldız kendini yenileyemeyip karadeliğe dönüşebilir. Aksi olursa yani iç direnç dış basınca galip gelirse, bu defa yıldız patlayarak tuzbuz olup dağılabilir ve çekirdek kısım dışındaki tüm partikülleri, yeni oluşacak yıldız ve gezegenlere malzeme olarak uzaya savrulur. Çekirdek kısım ise, kütlesine göre ya karadeliğe dönüşür, ya da sıkı metal yumağı yahut katı nötron topağı halinde, kalan yaşamını ölü soğuk bir cüce yıldız olarak sürdürür. Karadelik oluşum süreçleri, uzaya kaçan radyoaktif sızıntılar yüzünden, çöken kütleler zamanla buharlaşıp uçuncaya dek sürer gider. Karadelikler açgözlü davranır, kendilerine yaklaşan her şeyi, amansız çekim güçleri sayesinde oburca yiyip yutarlar.
Karadeliklerin gizemli hazin öyküleri, özetle böyledir ama hikaye bununla sınırlı değil; hayli engin, epeyce zengin ve oldukça da derin. Karadeliklerin yerlerini buluyor ve davranışlarını algılayabiliyorsak, onlarla aynı hamurdan yoğurularak ya da aynı harçtan karıştırılarak kotarıldığımızı da biliyoruz demektir. Karadelikler aslında, kuantum ilkelerinin engellemesi yüzünden kütleleri sıfır hacme sığamadıkları için çökme süreçleri durmayan, küçük çapta sönmüş yıldızlardır. Amansız çekim baskısı altında belini doğrultamayan yıldız, olanca yakıtını tüketmiş olması sebebiyle de ışık saçamadığından, boşluğun fon dokusu rengi karanlığa bürünür. Hem kendisi ışınım yayamadığı, hem de şiddetli çekim alanına kapılan kozmik ışınları yansıtamadığı için de, adeta hayalet gibi görünmez olur. Kuantum savunması yüzünden çöküş sıfıra kadar ilerleyemez ama gelgit dalgalarının yarattığı anafor, tortunun süzülerek dibe çöreklenmesi gibi içteniçe sürer. Kapalı kutu gibi oldukları için, karadeliklerin sırları halihazırda çözülebilmiş değildir. Onları, her biri sıkı metal yığını olan beyaz cüceler ile radyo istasyonları gibi çalışan nötron yıldızlarından ayıran başlıca özellikleri, çekim gücü şiddetlerinin daha etkili olması münasebetiyle, hacimlerinin de görece daha küçük hatta yok bile denebilecek aşırı küçük ölçeklerde olmasıdır.
Maddeyi çökerten yerel çekim gücü evrenin toplam kütleçekim gücünden daha büyük olamayacağına, bir başka anlatıyla çekim gücünü oluşturan madde sınırlı olduğuna göre, karadeliklerin kütle yoğunlukları ve çekim gücü şiddetleri de sınırlı olmalıdır. Karadeliklerin göbeğindeki, maddenin ezilerek yozlaştığı ve uzay-zamanın sıkışarak donduğu gizil yerler olarak bilinen tekillikler, kuantum savunmasını zorlayan çökme baskısından oluşurlar. Tekil odak yoğunluklarının sonsuz olabilmesi için, kütlelerin sıfır hacme sıkışmaları gerekir ama kuantum ilkeleri buna izin vermiyor. Hacim sıfır alındığında, yoğunluk zaten sonsuz hesaplanıyor olmakla birlikte, tekillik diye bilinen çekim odakları, aslında kuramsal noktalardır. Evrensel düşünce formlarını temsil eden matematik formülleri, mantık ürünleri olarak, böylesi farazi noktalara maddenin sıkışabileceğini teoride önerseler de fizik kuralları bakımından bu, pratikte hem imkansız hem de anlamsızdır. Çünkü bilinen fizik kuralları ve görelilik esasları, Planck duvarının ötesini açıklayamıyor. Oysa sonsuz yoğunluk hacmin sıfır olmasını, hacmin sıfır olması ise, kütlenin ve dolayısıyla çekim etkisinin ortadan kalkmasını gerektirir. Nitekim, Bigbang öncesi yoğunluğun sonsuz olduğu kabul ediliyor. Sonsuzluk, soyut bir kavram olduğu için, fizikle bağdaşmaz. Matematik kendi üslubuyla öyle söylese de, fizik kurallarıyla açıklanabilen hiçbir şey sonsuz değildir. Sonu meçhul olmakla birlikte, fiziğin bir başlangıcı olduğu zaten biliniyor.
Bilinen fizik kanunları Planck zamanından sonra işlemiyorsa, sistemi yöneten kuvvetlerin mekanik prensipleri de bu saatten sonra çalışmıyor demektir. Öyleyse, Planck ölçeğinden daha küçük ve sıfır hacimlerde kütleçekimden sözedilemez. Karadelik çevresinde çekim etkisi yaratıyor ve kütlesi zamanla buharlaşıp uçabiliyorsa, hacim sıfıra inememiş; madde sıfır hacme sığabiliyorsa, kütle ortadan kalkacağı için maddi konseptle ilişkisi kesilmiş olmalı. Yoksa, “bigbang öncesinde sıfır hacimli sonsuz yoğunluk kimleri çekiyordu” diye sormamız gerekir; bu da, fiziğin bilim tarihini ve teknik literatürünü yeni baştan yazmamız anlamına gelirdi. Boşluk olmadan, kütleçekimden sözetmek mümkün mü? Nitkim yıldızlar, atomlar arası ve içi boşluklar olmasaydı, kendi üzerlerine çökemezlerdi. Karadeliklerin dibindeki sonsuzluktan, kütleçekim şiddetlerinin sınırsız veya kütle yoğunluklarının sonsuz olduğu değil, etkilerinin sürekli ve doğurgan oldukları anlaşılmalı. Kütleçekiminin etkisi, sürekli olmakla birlikte, sonsuz değildir. Çünkü, kuvvet taşıyıcısı oldukları sanılan gravitonlar, Bigbang öncesi ortada yoktu. Kütleçekimi etkisinin menzili sınırsızdır ama kuvvetinin şiddeti, evrende sınırlı bulunan kütleye endeksli. Dolayısıyla tekillikler dahil, evrende sınırsız bir kütleçekimi kuvveti ve sonsuz kütle yoğunluğu oluşamaz. Bu itibarla karadeliklerin dibindeki, tekillik diye bilinen çekim odaklarının hacimleri de, Plank ölçeğinden daha küçük ve mutlak sıfır olamazlar.
Gök cisimleri, uzayda olağan yaşamlarını, hidrostatik denge sayesinde sürdürürler. Durgun su kütlesiyle eşdeğer tutulan hidrostatik denge, bir ışınım basıncı olan iç direnç ile kütleçekiminden kaynaklı dış baskının denkleşmesi esasına dayanır. Balonu, patlatmadan şişirmek gibi falan. Işınım basıncı ise, yıldızın yakıt enerjisinden beslenen, bulanık bir elektromanyetik kuvvettir. Bu kuvvet, kainatı yöneten dört temel kuvvetten birisi olup, karmaşık bir işlev rengine sahiptir. Ortamı katalize edip kaynaştıran bir arabuluculuk misyonu taşır. Kimya ve termodinamik yasalarını yönetmesinin yanında, sistemin esnek yapısını yani tolerans ve denge konseptini de denetler. Kararlı döngüler, onun katalitik etkileriyle derlenip düzenlenir; biyolojik yaşam, üretim, evrim ve entropi, bu denge ve toleranslar tahtında oluşur. Sisteme hareket, bereket, tempo ve ritim katarak, kütleçekimi baskısının yarattığı yeknesaklığı yumuşatır; varlığa anlam, karakter ve nitelik kazandırır. Evrensel düşünce, felsefe, mantık, bilim, teknik, sanat, spor, etik, estetik olguları bu sayde vücut bulmuştur. Balonu patlatmadan kıtıkıtına şişirmek ya da kamyonu devirmeden viraj dönmek, olağan bir zamanlama göstergesidir ama karizmatik zamanlama becerisi, evrensel mutabakatın ayar, akort ve toleranslarını bozmadan, dengelerle bir şiir dokusu ya da dantel örüntüsü inceliğinde oynayabilme cambazlığından geçer. Sihirbaz, hokkabaz, cambaz, ekstrem yarış pilotları ve artistik gösteri sporcuları bunu sıradan başarılar olarak görseler de biz sade insanlar, kafamızın basmadığı böyle şaşırtıcı durumlara metafizik kulplar takar; ürktüğümüz bu olguları hikmet, kudret, keramet, sihir ya da mucize olarak yorumlarız. Şayet hayal mahsulü hurafeden ibaret değillerse, sosyal hayatta kader, kısmet, baht, nasip, uğur, nazar, şans, felek, ikbal ya da talih diye algıladığımız manevi yakıştırmaların sırları, elektromanyetik kuvvetin reflekslerinde yaşıyor olmalılar.
Elektromanyetik kuvvet tetik, atik, sokulgan, girişken, sosyal ve uzlaşmacı bir profil yansıtır. Etki menzili sınırsız olmakla birlikte, tahrik ya da taciz edilmedikçe sınırları zorlamaz. Kütleçekimi ise bencil, baskıcı, otoriter hatta zorba bir karakter çizmesine ve etki menzili sınırsız olmasına karşın, dominans hacmi görecelidir. Gücünü, en iyi karadeliklerde gösterebiliyor. Kendisine kalsa, buldozer gibi ezip geçer ama evrensel demokrasi, kainatı yöneten kuvvetler ayrılığının yarattığı şekil, biçim, renk, kıvam, cins, tür, çeşit ve çeşni gibi, varlığın diyalektal kompozite zenginliğinden doğmuştur. Tabiatın öznel ruhu, rekabet zemininde oluşur. Her bir şey, karşıtıyla vardır. Hepimiz, evrensel rekabet kültürünün ürünleriyiz. Piyango, bakara, iskambil gibi şans odaklı kumar oyunları ve borsa, ganyan, toto, loto gibi iddia odaklı bahis oyunları ile spor, satranç, safari gibi strateji odaklı yarış oyunları veya kira, faiz, repo gibi ticaret odaklı finansal manipülasyonlar, düşünen kurnaz canlılara mahsus bir tasarruftur ama rekabet dürtüsü, varlığın hamuruna katılmış genetik bir mayadır. Kainatta hem başına buyruk ve başıboş kimse, hem de rastgele hiçbir olgu, oluşum ve tecelli yoktur. Tesadüfler, bizim anladığımız amortiden sürpriz raslantılar değil, kütleçekimi ve elektromanyetik kuvvet çatışmaları gibi, aslında evrensel rekabetten kaynaklanan olağan sonuçlardır. Einstein’in mecazi deyimiyle tanrı zar atmaz. Nitekim sistemde, zihinsel bir spekülasyon saptantısı olan ihtimal matematiğinin de realitesi yoktur. Her ihtimalin tecellisi baştan bellidir ama biz, hangi yolun oraya çıkacağını şimdilik bilemiyoruz. Teknede hamur yoğurur ya da leğende çamaşır sıkar gibi, uzay-zamanı bükerek yamultuveren kütleçekimi kuvvetinin görkem ve ihtişamını simüle edip ekranlara bile çıkartabilirken, atom düzeyinde bir parçacığın hızını ve konumunu aynı anda birlikte hesaplamanın imkansız olduğu belirsizlik ilkesi yüzünden, görelilik esaslarının atomaltı dünyasındaki nezaket ve zarafetini sembolize edip fotoğraflara dahi yansıtamıyoruz. Yani kütleçekimi kuvvetinin, kuantum alanında, görelilik hesabına çorbadaki tuzunu halihazırda bilemiyoruz. Bunun için, gravitasyonal kuantum mekaniği üzerine bir birleşik alan kuramına ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz ama böyle dörtbaşı mamur bir teori henüz geliştirilemedi.
Isının hüküm sürdüğü, kudret ve forsun sökmediği, rekabet ruhunun buharlaştığı atomaltı alemde yani kimsenin ismi, cismi ve seceresinin okunmadığı kuantum alanında herkes eşittir ama makro demokrasi, böyle bir mutlak eşitlik rejimi değil; şeffaflık, homojenlik, objektiflik, özdeşlik ve hakkaniyet ilkelerinin esas alındığı, ılımlı rekabet iklimi şartlarında fırsat eşitliğine dayalı, çok sesli ve gürültülü bir mutabakat rejimidir. Evrensel uzlaşının esası da budur. Rekabet dürtüsü olmasaydı ne iktidar tutkusu oluşur, ne de makro yaşantının bir cazibesi kalırdı. Nitekim karadelikler, rekabet dengeleri üstüne kurulu bulunan yerel mutabakatın bozulmasını fırsat bilen kütleçekiminin dayatması sonucu oluşurlar. Karadeliğe dönüşen yıldız çöküşleri, yakıt enerjisinin bitmesi dolayısıyla özdirencin kırılması yüzünden, hidrostatik denge bozulduğu için durmaz ama bu defa da karşısına kuantum refleksi çıkar. Kuantum reaksiyonu, çekirdek kuvvetler etki menzillerinin kısıtlı olması sebebiyle, daha ziyade kendi konseptini korumaya dönüktür ama elektronların ezilmesi sonucu çekirdeğin yozlaşması hariç, kendi ilkelerinden pek taviz vermez. Oysa kütleyi sıfır hacme sokmak demek, maddeyi kuantum alanından, fener alayıyla davullu zurnalı geçirmek demektir ki, kozmik ölçeklerde kütleçekiminin borusu ötmekle birlikte atom dünyasının efesi, nükleer enerji tabanlı büyük çekirdek kuvvettir. Kendi çöplüklerinin horozları olan kütleçekimi kuvveti ile büyük çekirdek kuvvet, işe şeytan karışmadıkça yani çanak tutulup çomak sokulmadıkça, durduk yerde hır çıkartıp birbirleriyle uluorta dalaşmazlar ama Planck mesafesinden sonra gravitonların çekişten düşüvermesiyle, görelilik esaslarının sosyalitesi de, o saatten sonra bozuluveriyor. İşte bu yüzden kütleçekiminin kudreti, Planck duvarını aşarak kuantum alanını ezmeye ve maddeyi sıfıra sokmaya yetmez. Kuantum tepkisi, kendi bahçesini çiğnetmemekle birlikte, çekirdek kuvvet etki menzillerinin kısıtlı olması yüzünden, ışınım basıncının yaptığını yapıp, baskıyı geri püskürtemediği için, kara bir kabus gibi üstüne çullanan çekim dominasyonu da ortadan kalkmaz. Serseri mayın misali ayakaltında dolaşan başıboş karsambayı ortadan kaldırmakla, köşebaşlarındaki çöp bidonlarını aratmayan karadelikleri, hem açgözlü arsız bir yüzkarası, hem de kalaysız kazandibi karası yapan da bu zaten.
Boşluk içerisinde, kütle yutan sıfır hacim olabilir mi? Olur ise, evrenin içine bakıyoruz demektir. Ozaman, durup dururken nasıl ve niye hortladığımızı anlayabilmek için, bigbang teorisine ne gerek vardı? Bilinen fizik kanunları maddeyi sıfıra sokabiliyorsa, onu oradan çıkartabilir de. Oysa, bigbang sırasında fizik kanunları henüz ortalarda yoktu. Bilinen fizik kanunlarının Planck zamanıyla başladığı sanılıyor. Kendi içimizden mi hortladık yoksa gökten zembille mi sarkıtıldık bilinmez ama maddeyi kütlesinden ayırmadan sıfır hacme sokmak demek, onu cehennem kapısından palaspandıras içeri tıkmak yani Higgs alanından gerisingeri geçirmek demektir ki, kuantum zebanileri elde sopa bekliyorlar. Yani bu iş, yanıp tükenmiş cıgarayı, teknoloji cinliği sayesinde, külü ve dumanından geri dönüştürmek gibi falan değil. Bunun başka bir anlamı daha var. Ya Bigbang öncesinde sonsuz yoğunluğu sıfırda yutan yahut onu orada tutan gücün hikmeti farklı olmalı, ya da bigbang öncesi sıfır hacimli yoğunluk sonsuz hamileliği değil, bitmez bir doğurganlığı temsil ediyor olmalı. Sıfır hacim, fizik öncesi ya da sonrası bir kavramdır. Fizik olunca varlık yani madde, boşluk ve boyut da olmak zorunda.
Ölüm insana öcü gibi ürkütücü gelirken, ölümsüzlüğün şirin göründüğü bir dünya var mı bilinmez ama evrenin, büyük ölümü şimdilik öteleyen muazzam mekanizmaları var. Sözgelmi kuantum ilkeleri maddenin sıfıra gömülmesini, görelilik esasları da konseptin dağılmasını engelliyor. Bu yüzdendir ki, evrenin emekleme döneminden günümüze sarkan fosil ışınlar, aradan onüç milyar seneden fazla zaman geçtiği halde, bugün hala ayakaltında dolaşıyorlar. Madde, yükünün hammalı olmasaydı, her başı sıkıştığında ya sıfıra saklanır, ya da tabanları yağladığı gibi kirişi kırardı. Büyük patırtı ve çatırtılarla paldır küldür sıcak ölüme gideceğimiz hayali üzerine kurgulanan eve dönüş macerası, evren için feci bir afet olabilir ama teolojik anlamda bir kıyamet olmaz. Soğuk ölümü ya da yırtılmayı öngören felaket senaryoları için de aynı şeyler söylenebilir. Büyük ölüm, karanlık enerjinin dondurucu soğuk bir şakası mı yoksa Higgs mekanizmasının boğucu şok bir sürpriziyle mi gelir bilinmez. Ancak hiçbirisi de ebedi bir son değil, olsa olsa, ‘tanrım beni baştan yarat’ ezgisindeki yakarıya cevap, yeniden doğuşun ya da başa dönüşün seribaşı olabilir!? Ne dersiniz? Yaratıldık mı yoksa uyandırıldık mı?!
Saygılarımla.
Fahri Gürbüz
Sevgili Fahri, detaylı paylaşım için teşekkürler. Sen de kendi blogunu açmalısın. 🙂
Hocam evren sürekli genişliyorsa Ak Deliklerden dışarı püskürtülüyor olabilir mi? Ayrıca Evren sürekli genişliyorsa genişlediği yerde bir boşluk var demektir. O boşluk ne kadar olabilir? O boşlukta neden bir şey yok?
Dostum uzay ve zmaan buyuk patlama ile baslqdi diyor adam yazida. Evren neyin icinde genisliyor sorusu bu anlqmda anlamsizdir. Evren birseyin icinde genislese evrenden once de uzay yani mekan var demek olur ki bu ise mantiksizdir. Bigbang uzayi ve zamani ortaya cikarmistir cunku. Burada mantik kurallarimiz sinira dayanir. Her ne kadar kozan bey yazida sanal parcacik uzayindan bahsetse de bu “uzay” yani mekan bizim bildiğimiz uzay olamaz. Yani sonradan bigbang ile ortaya cikan uzay parcalanir ise evrenin sonunda, artik bildiğimiz uzay kavramı sona erer. Bu noktada cozemedigimiz kavrayamadigimiz bir mantik sinirina dayaniriz. Soru su nasil olur da uzay yani mekan uzaysiz bir ortamda ortaya cikabilir.
Kozan bey sanal parçacık uzayini yazinizda bildiğimiz uzay gibi mekan eksenli kullanmis ve düşünmüşsunuz gibi hissediliyor. Oysa bu faz uzayi “yer” olarak tanimlanamaz. Aksi halde bizim uzayımızdan once de bir uzay veya ortsm var diye kabul etmek durumunda kalırsınız. Bu ise munkun degil. Sanal parcscik uzayi maddesel veya enerjisel bir “ortam” olamaz. Bu sekilde tanimlanamaz. Mantigimiz bu durumu algilayamiyor ve bu nedenle dogal olarak bizi bildigimiz uzay veya mekan olarak dusunme yanilgisina itiyor. Eger bigbang ile yokluktan genisleyen bir uzay ortaya ciktiysa bunun dogal sonucu uzay ve mekan yokluktan var oluyor demektir. Eger bunu kabul etmezseniz uzayin birseyin icinde genisledigini kqbul etmeniz gerekir.