Fizikçiler Dünya’nın Röntgenini Çekti >> Global antimadde haritası gezegenimizin içyapısını gösteriyor
|Ferrara Üniversitesi’nden fizikçi Barbara Ricci ve ekibi Dünya’nın en detaylı antinötrino haritasını çıkardı.1 Antimadde sınıfına giren ve nötrinoların karşıtı olan “antinötrino” parçacıkları gezegenimizin içyapısını ve yeraltı katmanlarını gösteriyor.
Güneş’in çekirdeğinde üretilen nötrinolar gibi küçük bir kütleye sahip olan antinötrinolar, vücudumuzun içinden geçerek Dünya’nın derinliklerine kolayca nüfuz ediyor. Antinötrino parçacıkları gezegenin röntgenini çekmek ve radyoaktif madde haritasını çıkarmak için kullanılıyor.
Antinötrino çekimleri gizlice nükleer silah geliştiren ülkelerdeki nükleer tesislerin de tespit edilmesini sağlayacak.
Jeologlar Yeryüzü’nün içyapısı ve farklı katmanlarıyla ilgili genel bilgiye sahipler. Hatta kısa süre önce Dünya’da global bir yeraltı okyanusu keşfettiler. Ancak bu genel bilgiler jeoloji teorilerini geliştirmek için yeterli değil.
Bu nedenle Dünya kabuğu ile manto tabakasındaki uranyum 238 ve toryum 232 gibi radyoaktif maddelerin dağılımını öğrenmek için antinötrinoları kullanıyoruz. Böylece dolaylı yollardan Dünya’nın içyapısının detaylı bir modelini oluşturmayı planlıyoruz.
Antinötrino parçacıkları radyoaktif izotopların bozunma ve kararlı atomlara dönüşme sürecinde ortaya çıkıyor (beta bozunumu). Radyoaktif maddeler az miktarda ve seyrek bulunmakla birlikte Dünyamızın içten içe ısıtıyor.
Örneğin uranyumun zamanla kurşuna dönüşmesi milyarlarca yıllık sürede gezegenin içini ısıtan bir ışımaya yol açıyor (uranyum 238 atomlarının yarı ömrü, yani yarısının kurşun atomlarına dönüşmesi 4,468 milyar yıl sürüyor. Bu da yaklaşık olarak Dünya’nın yaşına eşit).
Radyoaktif maddelerin bozunmasının ürettiği ek ısı olmasaydı, Yeryüzü yaklaşık 6000 derece sıcaklıktaki demir-nikel katı çekirdeğin ve Güneş’in sağladığı ısıya rağmen oldukça soğuk bir gezegen olacaktı. Böyle bir dünyanın neye benzeyeceğini merak ediyorsanız, Yıldız Savaşları’ndaki Hoth gezegenine bakabilirsiniz.
Nükleer savaş filmlerini ve nükleer santral kazası haberlerini izledikten sonra kendimize dünyada nükleer radyasyondan daha tehlikeli ne olabilir diye soruyoruz. Radyasyon zehirlenmesi ölüme, kansere ve sakat doğumlara yol açıyor. Kısacası canlıların soyunu bozuyor.
Öte yandan, Güneş’ten gelen ve ozon tabakasında filtre edilerek yeryüzüne ulaşan morötesi ışınlar ile kozmik ışınların yol açtığı düşük düzeyli radyasyon organizmalarda mutasyonu körüklüyor. Hücre bölünmesi ve hamile kalma gibi durumlarda genetik kodumuz DNA’yı etkileyen bu değişiklikler, evrim sürecinde yeni canlı türlerinin ortaya çıkmasını sağlıyor.
Dünya kabuğundaki radyoaktif maddeler ortamdaki radyasyon oranını ve buna bağlı mutasyonları artırarak evrim sürecini hızlandırıyor. Dünya’da sadece morötesi ışınlar ve kozmik ışınlar etkili olsaydı (zararlı radyasyonun büyük kısmının ozon tabakası tarafından süzüldüğünü hesaba katarsak) canlı türleri daha yavaş evrim geçirecek ve birçok canlı değişen çevre şartlarına uyum sağlayamadığı için yok olacaktı. Kısacası yeni türler ortaya çıkmayacaktı.
Radyasyon zararlıdır ve biz de kesinlikle nükleer santrallerden uzak durmalıyız, ama biraz radyasyonun hayatın gelişmesi için şart olduğunu görüyoruz. Tabii antinötrino araştırmalarını finanse eden bütün kurumların bunu sadece bilimsel amaçlarla yapmadığını düşünmek lazım ve bu da bizi gerçek dünyaya getiriyor:
Detaylı bir antinötrino haritası yalnızca gezegenin iç kesimlerinin ayrıntılı röntgenini çekmekle kalmıyor. Aynı zamanda yerkabuğundaki radyoaktif maddelerin, yani uranyum 238 gibi nükleer santraller ve nükleer savaş başlıkları için gerekli olan izotopların yerinin tespit edilmesini de sağlıyor.
Rusya’nın Ukrayna’yı elde tutmaya çalışmasının en büyük sebeplerinden biri de ülkenin uranyum rezervleri. Ukrayna’nın Rus nükleer sanayisi için gereken uranyumun yüzde 20’sini sağladığını düşündüğümüzde, antinötrino haritasının önemi daha iyi anlaşılıyor. Bu harita henüz keşfedilmeyen uranyum rezervleri bulunmasını sağlayabilir (özellikle de bugün ulaşamayacağımız kadar derinlerdeki rezervleri).
Nükleer santraller işi bozuyor
Öte yandan bilim adamlarının asıl amacı yeni uranyum rezervleri bulmak değil, jeoloji bilimini geliştirmek. Örneğin yeni bir antinötrino haritası ile radyoaktif bozunmanın yol açtığı ısıyı, Dünyamızın çekirdeğinin sağladığı ısıdan ayırt edebilirler. Bunu gerçekleştirmek için de nükleer santrallerden uzak olan Hawaii Adaları gibi nispeten temiz bölgelerde antinötrino detektörleri inşa etmeyi planlıyorlar.
Şansımıza fizik teorilerini test etmek için kullanılan mevcut nötrino detektörleri de antinötrinoları saptayabiliyor. Bilim adamları bu detektörlerden yararlanarak potasyum 40, toryum 232 ile uranyum 238 gibi radyoaktif izotopların dağılım haritasını çıkaracak ve Dünya’nın iç ısısının yüzde kaçının radyoaktif bozunmadan kaynaklandığını ölçecekler.
Oysa Dünya’nın antinötrino haritasını çıkarmak kolay değil. Nükleer santraller ve nükleer atık depoları radyoaktif bozunma yoluyla yapay antinötrino parçacıkları oluşturuyor. Nükleer tesislerin yol açtığı antinötrino kirliliği ile Dünya’nın doğal antinötrino haritasını birbirinden ayırmamız gerekiyor.
Sadece kütleçekim ve zayıf nükleer kuvvete tepki veren antinötrinolar maddeyle, yani bizi oluşturan atomlarla az etkileşime girdiği için bunu yapmak zor.
Süper Kamiokande ve diğer detektörler
Barbara Ricci ile ekibi Dünya’nın en güvenilir doğal antinötrino haritasını çıkarmak için Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun sağladığı nükleer reaktör verilerini kullandı.
Önce antinötrino araştırmaları yapan nötrino detektörlerinin verilerini inceleyen bilim adamları, bu detektörlerin yılda kaç antinötrino parçacığı tespit edebileceğini hesapladı ve elde edilen sonuçları Dünya’da saptanan toplam antinötrino sayısından çıkardı.
Böylece nükleer santrallerin bir yılda ürettiği antinötrino sayısını kesin şekilde hesaplayan fizikçiler, detektör sonuçlarını Dünya’daki nükleer santral lokasyonlarıyla karşılaştırdı ve tek tek hangi nükleer tesislerin ne kadar antinötrino ürettiğini gördüler.
Gerçekten de insan kaynaklı global antinötrino haritasına baktığımızda Avrupa, Amerika, Rusya ve Japonya’daki nükleer reaktörlerin Dünya’yı nasıl kirlettiğini görüyoruz. Ancak Ricci ve ekibi antinötrino kirliliği görülen yerlere değil, nispeten temiz lokasyonlara bakıyor.
Örneğin Hawaii ile Curacao, dünyadaki nükleer tesislerden uzak olduğundan nötrino araştırmaları için en uygun yerler arasında sayılıyor.
Kanada’da faaliyete geçen Sudbury Nötrino Gözlemevi (SNO+) şu anda gezegendeki en güvenilir doğal antinötrino haritasını çıkarıyor. Bu noktada dünyanın en gelişmiş nötrino detektörlerine sahip olan Japonya da öne çıkıyor.
Japonya, 2011 yılında meydana gelen Tohoku depremi ve tsunami felaketi nedeniyle radyasyon sızdıran Fukuşima nükleer santralini kapattı. Bu da ülkedeki Süper Kamiokande II nötrino detektörünün yapay radyasyondan kurtularak daha güvenilir sonuçlar vermesini sağladı.
Tabii yeni nötrino detektörlerini barındırabilecek tesislerden biri de Fransa’nın güneydoğu sınırında yer alan ve İtalya’ya komşu olan Fréjus Yeraltı Laboratuarı. Avrupa Birliği yeni antinötrino deneylerini bu laboratuarda yapabilir.
Ancak Ricci’nin diplomatik bir dille ifade ettiği gibi, “Fréjus Laboratuarı’nda kurulacak yeni bir Avrupa jeo-nötrino detektörü için yakındaki reaktörlerle ilgili ayrıntılı bilgiye ihtiyaç var.” Bu noktada Finlandiya’daki uzak Pyhäsalmi Madeni Avrupa için daha iyi bir seçenek olabilir.
Nükleer silah geliştiren ülkeleri takip etmek
Kuzey Kore ve İran gibi ülkeler gizlice kendi nükleer reaktörlerini geliştiriyor. Bu ülkelerin nükleer teknolojiye yatırım yaptığı bilinmekle birlikte, nükleer silahlar veya reaktörlerini yerini tespit etmek her zaman kolay olmuyor.
Her ne kadar Ricci açıkça belirtmemiş olsa da ABD ve İngiltere gibi ülkeler antinötrino haritalarını dünyadaki gizli nükleer reaktörlerin yerini tespit etmek için kullanmak istiyor.
Nükleer savaş tehlikesini önlemek için teknolojinin olanaklarından yararlanılması bilimin doğru kullanıldığında insanlığın geleceğini güvenceye alacağını gösteriyor. Bunun için de bilimsel düşünceyi yaygınlaştırmak, eğitim düzeyini yükseltmek ve vatandaşı bilinçlendirmek şart.
Carl Sagan’ın 80’li yıllardan bu yana dünyada yüz milyonlarca seyirciyi fizik ve evrenle tanıştıran ünlü Kozmos belgeselinin devamını sunan Neil deGrasse Tyson’ın dediği gibi, en gerçekçi politikalar ancak halkın bilimsel eğitim düzeyini artırmakla uygulanabilir.2
2Yeni Kozmos belgeselini sunan Neil deGrasse Tyson: Bilim demokrasi için neden önemli?
Nötrino ve antinötrino nedir?
1Reactor Antineutrinos Signal all over the world:B. Ricci, F.Mantovani, M. Baldoncini, J. Esposito, L. Ludhova, S. Zavatarelli(Submitted on 17 Mar 2014) http://arxiv.org/abs/1403.4072
Anti maddeyi insanlar uzaklarda arıyor. Ama anti madde hemen her yerde. Anti madde atomun içinde çekirdekte yer alıyor. Atom ile ilgili kuramlar yanlış. Anti madde çekirdekte yer alır. Etrafında ışıktan bir milyar kat daha hızlı dönen takyon izolasyon görevi görürken. Anti madde etrafında ayrıca proton ve nötronlar da bir yörünge dahilinde dönerler. Atoma dinamik yapısını katan da bu döngüdür. Olayı bir devri daim gibi düşünün. Şayet bu izolasyonu sağlayan takyonu ber taraf ederseniz. anti madde reaksiyona girer ve enerji elde edersiniz. Güneş bile bu esasa göre çalışır. Güneşte bulunan hidrojen gazı yapı itibarı ile basit ve reaksiyona girmesi en kolay elementtir.
Bu teoriyi bilim çevreleriyle paylaşarak makalenizi hakemli dergilerin onayına sunabilirsiniz. Teoriniz kanıtlanırsa memnuniyetle paylaşırım.
Teori aslında çok basit, atom yapısını tıpkı basit bir hücrenin yapısı gibi düşünün tüm evrende her şey bir denge dahilinde yürüyor. Makro kosmosdan mikro kosmosa doğru. Hrensip aynı o zaman size ilginç bir şey daha söyleyeyim. Takyonları aynı zamanda atomun DNA ları gibi düşünün. Takyonlar uygun ve yeterli enerji ile bir araya geldiklerinde atomun kendisini oluşturuyorlar. Maddesel teleportasyonun gelecek prensibi de bu olacaktır. Tabiki ışık hızının nihaiyi sınır olmadığı, ışıktan bir milyar kez daha hızlı bir hızın ( ki bu hız da son değildir.) varlığının da kabulü şarttır.
Günümüz bilim dünyasında en büyük sorun uzayda ışık hızında veya çok yüksek hızda hareket eden gemiler ve motorlar inşa etmektir. Bilim insanları bunu yaparken salt ışığın itme gücünden faydalanmak suretiyle bu hıza ulaşmak için araştırmalar yapmaktadırlar. Ama teorinin temelleri yanlıştır. Çünkü Işık hızı ile çalışan ve ışığın itme gücü iyle çalışan motorlar şu anda tamamen hayal ürünüdür. Ama Buradan mars veya diğer gezegenlere yada dünyanın uydusu Ay’ a gitmek için çok daha farklı bir motor anlayışından yola çıkılması mümkündür. Bu konudaki temel prensip kitle çekim yasası esaslarından faydalanmaktır. Ama bunu yaparken hedef gezegen veya uydu sabit ururken, bu gezegene gitmek üzere yola zçıkan uzay aracının hızını manyetik çekici motorlar suretiyle arttırarak hedef gezegene doğru gemiyi çekmektir. ( Frenleme sistemi ile karşı prensip ile çalışır. Hızlanabiliyorsan yavaşlamalı ve durabilmelisin.) Motor sistemi itici değil manyetik çekici güç sistemi isasına göre çalışan bir motor sistemidir. Bu durumda ışık hızı olmasa bile ıyık hızına yakın bir hızda hedef gezegene varmak mümkün olabilecektir. Bu durumda asıl olan şey hareket halindeki uzay aracının hızını aracın hedef kitleye yöneilik bir rota oluşturmak suretiyle manyetik çekim gücünü arttırkam suretiyle hızlanmasını ve gerekli ivmelemeyi sağlamaktır. Bu şekilde saatte 50.000 km hız yerine saniyede 50,000 km hız ile hedef gezegen kütlesine ulaşmak mümkün olacaktır. Geri ivmelemeyi sağlayan karşı manyetik motorlar ile aracın yavaşlaması ve durması sağlanacaktır. buna atlama işlemi demekte mümkündür.