Evren Boşluktan Nasıl Oluştu? >> Evrenin genişlemesi, sanal parçacıklar ve bilimle felsefenin sınırları -3
|Bugün elimizde evrenin nasıl meydana geldiğini açıklayan iki kozmoloji teorisi var. Biri Büyük Patlama ve Şişme Teorisi, diğeri ise Zar Teorisi (Brane Theory veya kısaca M Teorisi). Her iki teori de gözlemlerimiz ve deneylerimizle mükemmel şekilde uyuşuyor. Ancak, bunlar birbirinden tümüyle farklı teoriler.
Bir benzetme yapacak olursak, bir teoriye göre evren şekerden yapıldıysa, diğer teoriye göre evren pamuktan yapılmıştır ama iki teorinin ortak bir noktası var: O da boşluktan evrenin nasıl ortaya çıktığı…
İşe önce evrenin nasıl genişlediğini açıklamakla başlayalım. Daha sonra boşlukla “yokluk” arasındaki farkı anlatarak bilimle felsefenin sınırlarını tartışacağız (Yazı dizisinin 1. Bölümü ve 2. Bölümü için linkleri tıklayabilirsiniz).
Evren hızla genişliyor, hatta genişleme hızı katlanarak artıyor
Evren genişliyor derken galaksiler birbirinden uzaklaşıyor demiyorum. Bu da var ama evrenin genişlemesinin asıl sebebi, uzay boşluğunun kendisinin genişlemesi. Buna günlük hayattan bir örnek verebiliriz.
Çocuğunuzun doğum günü için aldığınız bir balonu düşünün… Bu balonu şişirmeden önce, balonun üstüne tükenmez kalemle iki nokta çiziyorsunuz. Bu noktalar birbirine çok yakın olsun. Sonra balonu şişiriyorsunuz.
Balon şiştiğinde, iki noktanın, balonun genişleyen yüzeyinde birbirinden uzaklaşmış olduğunu göreceksiniz. Bu noktalar hareket ettikleri için birbirinden uzaklaşmadılar, balon şiştiği için uzaklaştılar. Uzay da işte böyle şişiyor, şiştikçe genişliyor ve galaksiler gittikçe birbirinden uzaklaşıyor. Üstelik evrenimizin genişleme hızı katlanarak artıyor. Bu ne anlama geliyor?
Zamanla, 15-100 milyar yıl sonra galaksiler birbirinden kopacak. Ardından galaksiler dağılacak ve yıldız sistemleri uzaya savrulacak.
Bu sırada evrenin genişlemesi hızlanmaya devam edecek. Yıldızlar gezegenlerden kopacak. Atomların arasındaki uzay bile genişlediği için, Güneş ve Dünya bir gün parçalanacak, gezegenimizi meydana getiren moleküller birbirinden kopacak. Ardından atomlar ve atomaltı parçacıklar parçalanacak.
Her şey yok olacak…
Her şey yok olduğu için uzayda ne enerji ne de madde bulunacak. Uzay mutlak sıfırdan daha soğuk olacak…
Uzaydaki enerji sıfırın altına düştüğü için boşluk tekrar ısınmaya başlayacak. Bilim adamlarının boşluğu boşluktan yaratan enerji dedikleri bu “sıfır noktası enerjisi”, uzayı yeniden ısıtarak yeni bir evrenin doğumuna yol açacak. Ancak bu evren eski evrenin küllerinden değil, boşluktan doğacak. Eski evren yok olduğunda, geriye külleri bile kalmayacak…
Evrenin eski bir evrenin küllerinden değil de boşluktan doğmasının sebebi, boşluğun gerçek parçacıklardan değil, sanal parçacıklardan oluşmasıdır. Bunu sanal parçacık başlığı altında ayrıca anlatıyorum ama…
…Bir nefes alın ve düşünün:
Evrenin boşluktan doğması sizce ne anlama geliyor? Bazı bilim adamları, “Bu, evrenin yoktan var olması anlamına gelir” diyor. Ancak evrenin boşluktan var olması, gerçekten yoktan var olması mı demek? Yoksa boşluk ile yokluk arasında bir fark var mı?
Bu soru felsefesinin sorusu, bilimin değil ve çok basit bir nedenden dolayı böyle… Bilim, deneysel verilere dayanıyor. Deneylerle gösteremediğimiz şeyleri bilimsel gerçek olarak kabul etmiyoruz.
Öte yandan, evrende sonsuz sıcaklığa ve sonsuz soğukluğa erişemediğimizi biliyoruz. Bunun için evrenin yok olması ve yeni bir evrenin oluşması gerekirdi. Atomları mutlak sıfırın altında soğuttuğumuzda, atomlar daha fazla soğumak yerine ısınmaya başlıyor. Her ne kadar yazımızın ilk bölümünde sözü geçen çember şekilli termometremiz sonsuz sıcaklık değerlerini gösterse bile, gerçek hayatta biz sonsuz enerji üretemiyoruz.
Öyleyse evrenin doğum ve ölüm anı, hem enerji düzeyi açısından hem de geçmişe ve geleceğe seyahat edemeyeceğimiz için deneylerimizin VE bilimin dışında kalıyor.
Bilimin dışında kalan bu alana felsefede metafizik diyoruz. Metafizik bilimin ötesindeki sihirli bir masal diyarı değildir. Felsefe bilimin altında yatan kavramların temel çerçevesidir. Boşluk ve yokluk arasındaki farkın ne olduğunu sadece felsefede sorabiliriz…
Ama bu fark, evrenin doğumunu açıklayan fizik teorilerinin doğru yorumlanmasının ön şartını oluşturuyor.
İşte bu yüzden “Fizikte bilgi felsefesine yer yoktur, felsefe safsatadan ibarettir” diye düşünen bazı bilim adamları, hem termodinamik yasasında hem kozmolojide, yani evrenin nasıl meydana geldiği konusunda yanlış sonuçlar üretiyor.
Oysa termodinamik yasaları, neden Benjamin Button gibi yaşlı doğup zamanla gençleşmediğimizi, neden zamanın evrende ileri doğru aktığını gösteriyor!
Bugün Einstein’ın kütleçekimi açıklayan Görelilik Teorisi ile elektromanyetizma, nükleer güç ve nükleer radyasyonu açıklayan kuantum fiziği birbiriyle uyuşmuyor. Elimizde bir kuantum kütleçekim kuramı yok.
Bu teorilerin eksik yanları olduğunu ise bize termodinamik yasası gösteriyor. Termodinamik yasası zamanın ileri aktığını bilimsel olarak açıklıyor ama Görelilik Teorisi ve Kuantum Fiziği, zaman ileri de aksa geri de aksa hiçbir hata vermeden işlemeye devam ederdi. Öyleyse bize bir kuantum kütleçekim kuramı lazım. Bu kuramı oluşturmak için de Görelilik Teorisi ve Kuantum Fiziğini kapsayan yeni bir fizik teorisi gerekiyor.
Boşluk ile yokluk arasındaki farkı felsefede kavramsal olarak ayıramazsak, termodinamik yasasını yanlış yorumlayacağız ve bilimsel deneylerden yanlış sonuçlar çıkaracağız:
Atomların mutlak sıfırın altında soğutulduktan sonra tekrar ısınmasıyla boşluktan enerji üretmenin tam olarak ne anlama geldiğini termodinamik yasaları olmadan yorumlayamayız. Evren yoktan var oldu demek ile evren boşluktan var oldu demek arasındaki fark bu yüzden önemli.
Çünkü evren yoktan var oldu demek, yoktan enerji üretmek anlamına geliyor. Bu da termodinamik yasasına, enerjinin korunumu yasasına aykırı olduğu için sorun çıkarıyor. Öte yandan boşluğun da “boş olduğunu” ve içinde tek bir gerçek parçacık bile barındırmadığını biliyoruz. Ancak, boşluktan enerji üretmek, yoktan enerji üretmek anlamına gelmediği için termodinamik yasasını ihlal etmemiş oluyoruz.
Felsefe ile bilimin buluştuğu noktadayız
Dikkat ederseniz, boşlukla yokluk arasında bir fark olması gerektiğini bilimsel deneylerle açığa çıkarmadık. Ancak, evrendeki mevcut deneylerimiz ve gözlemlerimizle uyuştuğu için doğru olduğunu kanıtladığımız fizik teorilerinin gerçekten doğru olabilmesi için, boşlukla yokluk arasında bir fark olduğunu baştan kabul etmemiz gerektiğini anladık. Bu fiziksel bir kabul değildir, bu metafizik bir kabuldür, kavramsal bir kabuldür.
Şimdi bilime geri dönelim ve kuantum fiziğinde boşluğun ne demek olduğunu anlatalım…
Sonsuz soğuk boşlukta sanal parçacık çorbası
Evrenin nasıl meydana geldiğini ve iki farklı kozmoloji teorisini bir gün ayrıca anlatmayı planlıyorum ama şimdilik sadece birkaç temel noktaya değineceğim.
Mutlak sıfırdan daha soğuk olan ve eski bir evrenin ölümünden sonra ortaya çıkan boşluğun sahip olduğu negatif enerji, boşluktaki sıcaklığı artırdığı için yeni evrenler oluşmasına neden oluyor dedik.
Bu sonsuz enerjinin bir kısmı evreni oluşturuyor, geri kalanı ise boşlukta kalıyor. Ancak, sonsuzdan enerji çıkarmak sonsuzluğu ortadan kaldırmadığı için; boşluktan bir evrenin meydana gelmesi, boşluğa enerji eklemek veya boşluktan enerji üretmek, boşluğun toplamda sonsuz olan enerji düzeyini değiştirmiyor. Bunun sebebi ise boşluğun gerçek parçacıklardan değil, sanal parçacıklardan oluşması.
Bu durumda evrenimiz sonsuz değildir ama fizik teorilerine göre boşluk sonsuz olabilir (bilim adamları bu konuda deney yapamadıkları için fikir beyan etmiyorlar. Ancak bazıları, deney yapamadıkları halde, “boşluk demek yokluk demektir” gibi özünde metafizik olan bir görüşü bilimsel gerçek gibi sunmaya pek meraklılar).
Her halükarda, sonsuz boşluktaki sonsuz sıcaklığın sağladığı sonsuz enerji sebebiyle, boşlukta sonsuz sayıda sanal parçacık oluşuyor.
Burada açıklamaya gerek olmayan bir fizik kuralı nedeniyle, sanal parçacıklar boşlukta anti parçacık ikizleriyle birlikte meydana geliyor. Bu parçacıkların sanal olmasının sebebi ise anti parçacıklarla hemen çarpışarak yok olmaları. Gerçekten var olmaya fırsat bulamadan, hemen yok oldukları için bunlara sanal parçacık diyoruz.
Madde ve anti madde bir araya geldiğinde birbirini tümüyle yok eder ve maddenin tamamı, yüzde 100’ü enerjiye dönüşür. Evrende yüzde 100 enerjiye dönüşen tek mekanizma budur ama termodinamik yasası yüzünden bizim bu enerjinin tamamını işe dönüştürmemiz imkansızdır.
Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi ve sanal parçacıklar
Kuantum fiziğindeki Heisenberg’in Belirsizlik İlkesine göre bir atomaltı parçacığın, örneğin protonun veya elektronun hızını ve konumunu aynı anda “kesin olarak”, yüzde 100 bilemeyiz. Bir parçacığın konumunu tam olarak biliyorsak hızını bilemeyiz, hızını biliyorsak konumunu bilemeyiz.
Dairesel termometre örneğimize geri dönecek olursak; bir evren yok olduğunda boşluk mutlak sıfırın altında soğumakta ve bu da aynı zamanda sonsuz sıcaklığa karşılık gelmektedir. Sonsuz sıcaklık ise, çok kabaca bir ifade ile parçacıkların sonsuz hızda yol alması olarak tanımlanabilir.
Bu tespit bizi doğrudan sanal parçacıklara getiriyor: Boşlukta parçacıkların hızının sonsuz olduğunu bilmemiz, Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi uyarınca, sanal parçacıkların konumu hakkında hiçbir şey bilmediğimiz anlamına geliyor.
Sonsuz sıcaklık belirli bir sayı değildir ama sıcaklığın sonsuza kadar arttığını fizik teorilerinin öngörüleri sayesinde “bir sonsuzluk söz konusu olduğunu” kesin olarak bilebiliriz. Bu durumda, evren öncesi boşlukta sonsuz enerji ile yaratılan parçacıklar, sonsuz hızda gittikleri için, sonsuz boşluğun bütün noktalarında aynı anda bulunabilir.
Heisenberg’in Belirsiz İlkesine göre, sonsuz hızda giden bir parçacığın konumunu bilmediğimiz için, bu parçacığın uzayın her yerinde aynı anda bulunması gerektiğini fark ederiz. Öyleyse elimizde kuantum fiziğiyle ilgili iki yorum var.
Ya konumları hakkında hiçbir fikrimiz olmadığı için, sanal parçacıklar sonsuz boşluğun herhangi bir yerinde aniden ve rastlantısal olarak ortaya çıkabilir diyeceğiz (belirsizlik ilkesi)…
…ya da sonsuz boşluktaki sonsuz sayıdaki sanal parçacık ve anti parçacıklar, aslında sonsuz hızda gittiği için “evrenin her noktasında aynı anda bulunan tek bir parçacık ve anti parçacığın sonsuz sayıdaki tezahürüdür” diyeceğiz.
Bu da felsefedeki “Tek bir varlıktan o varlık bölünmeden nasıl çok sayıda varolan ortaya çıkar?” sorusuna teorik bir cevap olacaktır. Oysa bu soru fiziksel evren için de çok önemli: Evren tek bir parçacığın çok sayıdaki projeksiyonundan mı, yoksa gerçekten çok sayıda farklı parçacıktan mı oluşuyor?
Yalnız elimizde projeksiyon yorumunu güçlendiren bir ipucu var: Gerçek evrende bir elektronun fiziksel olarak diğer bir elektrondan hiçbir farkı olmadığını biliyoruz. İkisi arasındaki tek fark bunların konumu ve hızıdır.
Peki evrenimiz boşluktaki sanal parçacıklardan nasıl meydana geldi?
Heisenberg’in Belirsiz İlkesizi yüzünden, yani bir parçacığın herhangi bir yerde bulunması ihtimalinden dolayı; bazen bir sanal parçacık, anti sanal parçacık ikizinden uzak düşebilir. Böylece iki parçacık birbirini yok etmemiş olur ve her biri kendi enerji düzeyinde gerçeklik dünyasına adım atarak “var olmaya başlar”.
İkizinden kurtularak gerçek dünyaya (!) adım adan bu parçacık, aslında boşlukta aniden ortaya çıkmanın verdiği enerji ile kendi Büyük Patlamasını ve kendi evrenini yaratmış olur. Fizikteki bir yoruma göre, evrenimiz boşlukta böyle tek başına kalan öksüz bir sanal parçacıktan meydana gelmiştir.
İşte şimdi, felsefedeki “Boşlukla yokluk arasındaki fark nedir?” sorusunu cevaplayabiliriz. Lawrence Krauss gibi bazı teorik fizikçiler, evrenin boşluktan meydana gelmesinin, evrenin yoktan var olması anlamına geldiğini söylüyor. Oysa…
…Yokluk ile boşluk aynı şey değil
Felsefede “yokluk” veya “hiçlik” demek hiçbir şeyin olmamasıdır. Fizikte ise, boşlukta en azından sanal parçacıklar olduğunu görüyoruz.
Sonuç olarak boşluk sonsuz sayıda sanal parçacıkla doludur. Bu durumda boşluk “mutlak hiçlik” değildir. Evrenler başka evrenlerin kalıntılarından doğmasa bile, boşluktaki sanal parçacık ortamından doğuyor ama kesinlikle “yoktan var olmuyor”.
Boşluk gerçek parçacıklardan değil de sanal parçacıklardan oluştuğu için yeni bir evrenin eski bir evrenin kalıntılarından oluşması pratikte mümkün değil.
Bazı teorilere göre, tüm gerçek parçacıklar yok olarak sanal parçacık çorbasında kayboluyor ama bu enformasyon ve entropinin yok olması anlamına geldiği için, termodinamik yasasına aykırı bir yorum… Bazı teorilere göre eski evrenlerin kalıntıları yeni evrenlerin ulaşamayacağı kadar uzakta bulunuyor (fazla basitleştirdim).
Her halükarda bebek evrenler hayata kendi enerjisiyle başlıyor ve bu enerjiyi boşluktan kendi üretiyor. Eski evrenlerin enerjisiyle hayata başlamıyor, yoksa her evrenin bebek olarak değil, Benjamin Button gibi yaşlanmış olarak doğması gerekirdi.
Bu da termodinamik olarak boşlukta sonsuz sayıda değil, ancak sonlu sayıda evren olabileceğini, bir saatten sonra evrenlerin ölü doğacağı anlamına gelirdi.
Her evrenin hayata kendi enerjisiyle başlamasını boşluğun sanal parçacıklardan oluşmasına borçluyuz. Her evrenin kendi enerjisini taşıması ve dolayısıyla evrenlerin genç olarak, bebek olarak doğması; zamanın da neden ileri aktığını, neden geriye akmadığını gösteriyor.
Bunun hem felsefe hem bilim açısından önemli sonuçları var
Birincisi bilim adamları felsefe olmadan ellerindeki deneysel bilgilerden anlam ve sonuç çıkarmakta hata yapabilirler.
İkincisi ise “bilgi felsefesi” olmadan bilim yapmak imkansızdır. Bu nokta bilimin dışında kaldığı için, sadece felsefe yaparak açıklayabileceğim metafizik bir nokta.
“Sonsuzluğun” bilimsel formüllerden çıkmakla birlikte, deneylenemediği için bilimsel gerçeklerin dışında kaldığını söyledik.
Ayrıca, elimizdeki kozmoloji teorilerinde ya aynı anda sonsuz sayıda evrenin meydana geldiğini VE yok olduğunu görüyoruz… Veya sonsuz sayıda evrenin aynı anda değil ama ART ARDA (sonsuz zaman içinde) meydana gelip yok olduğunu görüyoruz.
Oysa fizik formüllerinde görülen sonsuz boşluğun neden sonsuz olduğunu, nereden kaynaklandığını fiziksel olarak açıklayamazsak…
…Sonsuz sayıda evren öngörüsü, felsefenin temeli olan “formel mantık” açısından çelişkiye yol açıyor.
Sonsuza kadar tekrarlanan evrenler serisi veya evren grupları, sonsuzluk içerdikleri için, formel mantığa göre hem kendisinin sebebi hem de kendisinin etkisi olmak zorunda. Bir şeyin aynı anda hem etki hem sebep olması ise mantıksal bir çelişki oluşturuyor. Bir şey başka bir şeyin sebebi olabilir ama kendi kendisinin sebebi olamaz demek istiyorum.
Şöyle düşünün: Masa masadır sözü size ne ifade ediyor?
Hiçbir şey ifade etmiyor, size masanın ne olduğu hakkında hiçbir şey söylemiyor. Evren yoktan var oldu demek de hem sonsuzluğun fizik biliminin sınırları dışında olması sebebiyle hem de sonsuz döngünün “masa masadır” demekten farksız olması sebebiyle hiçbir anlam içermiyor.
Bilgi felsefesi olmadan bilim yapamayız
Mutlak sıfırdan daha soğuk atomlar üzerinde yapılan araştırmalar, evrenin boşluktan var olması ve yokluktan var olması senaryoları arasındaki farkı ortaya koyarak, bilim adamlarının felsefedeki yokluk ve boşluk kavramlarını anlaması açısından önemli bir fırsat yaratıyor.
Çünkü bilim “damıtılmış”, düşüncenin çemberinden geçmiş kavramlarla çalışıyor. Bunlara formüller diyoruz. Formüller matematikten, matematik ise formel mantık kurallarından türüyor. Bilim adamları, fizik biliminin dışında kalıyor diye, bilgi felsefesini küçümserse büyük bir hata yapmış olurlar.
Örneğin evren yoktan var oldu demek gibi, aslında hiç de bilimsel olmayan metafizik bir önerme yapmış olurlar. Bu metafizik önerme de yanlış olur.
Öte yandan, felsefe bilimin deney ve gözlemlerle içini doldurduğu kavramların çerçevesini çizmektedir. Örneğin, Newton Kütleçekim kuramında uzay ve zaman mutlaktır. Üstelik uzay ve zaman birbirinden ayrıdır. Einstein’ın Görelilik Teorisinde ise uzay ve zaman görelidir. Üstelik birbirine bağlıdır, birbirine göredir.
Ancak, felsefe uzay ve zamanın ne olduğunu araştırmamız için bize gereken kavramsal çerçeveyi sunmasaydı; uzay ve zaman hakkında sadece algılarımıza, çocukluktan kalan sağduyuya sahip olsaydık (mekan algısı ve süreç algısı), Görelilik Teorisini hiçbir zaman geliştiremeyecektik. Uzay ve zaman derken, yanılıyor olsak bile, bunların doğrusunu öğrenmek için nereden başlamamız gerektiğini bilemeyecektik.
Çünkü kuantum fiziğine göre enformasyon bize sadece istatistikler halinde sağlanır ama bu istatistikleri yorumlayıp sonuç üretmek için, bilimin dışında olan ve bilimin kullandığı kavramlara başvurmamız gerekir.
Ardından, Görelilik Teorisinde olduğu gibi, uzay ve zamanın eskiden sandığımız gibi mutlak olmadığını anlayarak, bu kavramları düzeltmeye başlarız. Bilimle düzeltmeye başlarız, bu rolü yadsımıyorum.
Söylemek istediğim tek şey bilgi ile enformasyonun aynı anlama gelmediğidir. Enformasyon, uyaranlar yoluyla 5 duyumuza geliyor. 5 duyumuzun aldığı uyaranları fark ettiğimizde, örneğin elimize iğne battığında, sinirlerimizden gelen acı sinyali beynimize ulaşarak algıyı oluşuyor.
Algılarımız üzerinde düşündüğümüzde ise kavramları ve kavramsal dili oluşturuyoruz. Bilgi budur ve bilginin enformasyondan farkı budur. Felsefe bu noktada devreye giriyor. Düşündüklerimizin doğru olup olmadığını ise bilimle sınıyoruz, test ediyoruz. Ancak testlerimizin bir sınırı olduğu için, henüz test edemediğimiz şeyleri yok sayarak da bir yere varamayız.
Örneğin beynimizin elektrokimyasal süreçlerle işlediğini biliyoruz. Beynimiz fizik yasalarına tabidir ama kırmızı rengi sevmemin, turuncu rengi beğenmememin hiçbir bilimsel sebebi yoktur. Bu tamamıyla benim tercihime kalmış bir şeydir.
İşin içinde bilinçaltımdan gelen dürtüler varsa eğer, kırmızıyı sevmenin bilimsel bilgi olmadığını yine kabul etmemiz gerekiyor. Bilinçaltımı deneye tabii tutamam çünkü. Bir gün turuncu rengi sevebilirim, ertesi gün fikir değiştirebilirim… Bunu açıklayan bir formül yok.
Kısacası fizik yasaları beynimde sevmek ve sevmemek gibi etkileşimlere hangi fiziksel süreçlerin yol açtığını açıklayabilir ama “sevip sevmemek” tercihinin kendisi, yine de fiziğin dışında, metafizik bir kabuldür. Bu sebeple bilginin bilimin dışında bir kavram olduğunu, bilmenin bilimsel bir süreç olmadığını, bilimsel gerçekler dışında başka gerçekler olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Bunu söylerken ruhlar dünyasını kast etmiyorum. Dinsel inançların hangisi doğrudur gibi bir soru da sormuyorum…
…Ama örneğin sanatı kast ediyorum. Bir resmin, bir müziğin bende uyandırdığı duyguları bilimsel olarak ölçebiliriz. Beynimize elektrotlar takıp kızgınken beyinde hangi sinir hücrelerinin çalıştığına bakmamız yeterli.
Ancak bu tür duyguların bende uyandırdığı izlenimler rakamlarla, formüllerle değil, ancak hislerle ifade edilebilir. Bunu kabul etmek, bilimsel gerçekleri inkar etmek anlamına gelir mi? Bunu kabul etmek hurafelere inanmak anlamına gelir mi? Bunu kabul etmek dünya 6 günde yaratıldı anlamına gelir mi? Hiç sanmıyorum!
Maalesef bazı bilim adamlarının felsefeyi, bilgi felsefesini (epistemoloji) safsata olarak değerlendirdiği görüyoruz, Oysa kavramların terazisi şaşınca, işte çok saygın bir teorik fizikçi olan Lawrence Krauss’un “Evren yoktan var oldu” önermesinde olduğu gibi yanlış sonuçlara varıyorlar. Krauss bu hataya bilimsel bir hata yaptığı için düşmüyor. Mantıksal bir hata yaptığı, metafizik bir hata yaptığı için düşüyor. Boşlukla yokluğu birbirine karıştırıyor. Felsefeyi inkar ettiği sürece de karıştıracak.
Keşke daha çok bilim adamı sanat yapsa!
SEN VARYA SEN TÜRKİYENİN EN DEĞERLİ İNSANSINISIN
SENİN ALLAHINA KURBAN OLAYIM BE KARDEŞİM
ŞU YAZILARI OKUYUNCA İNSAN
O KADAR MUTLU OLUYORKİ
HİÇ BİR YERDE BU BİLGİLER YOK
TELEVİZYONLARDAN NEFRET EDİYORUM
SENİN SAYENDE TÜM UZAYI ANLAYABİLİYORUM
İNŞALLAH BİLİM ADAMLARI DAHA ÇOK KEŞİF YAPAR
SEN BÜYÜKSÜN BE DOSTUM
SONUNA KADAR GİDELİM SONSUZUN DURMAK YOK
MADEM SONSUZ BİZ DE SONSUZ OLALIM VARMISIN KARDEŞİM
SONSUZA YAKIN BİR ÖLÜMSÜZ GÜCE ULAŞMAYA
YOK OLMAMAYA VARMISIN
ÖLÜMSÜZLÜK HAKKINDA YAZI YAZARMISIN
MÜMKÜNMÜ ÖLÜMSÜZLÜK
BEYNİMİZİ 10 BİN SENE KORUYABİLİRMİYİZ
ÖLMEDEN BİLİNCİMİZİ KORUMAYI BİZE YAZARMISIN
BÖYLECE UZAYA AÇILIRIZ
ÖLÜME ÇARE BULSUNLAR ARTIK
UZAYDA SEYAHAT EDELİM
İSTEDİĞİMİZ BEDENLERE GİRELİM
TEKNOLOJİ VAR
HER BEDENE GİREBİLİRİZ
SEN HANGİ DİNE İNANIYORSUN BİLMEK İSTERİM
BENDE SENİN GİBİ AYNI DİNE İNANIRIM BELKİ
Teşekkür ederim ERTÜRKS. Ölümsüzlükle ilgili son yazım: Dijital avatarlar insanın yerini alıyor. Listeden bulabilirsiniz.
Enam suresi-101, ayeti, evrenin yoktan yaratıldığını(büyük patlama) yazar.Zümer suresi-67, ayet ise, evrenin dürülerek içine çökeceğini(büyük çöküş) yazar
Fakat burda anladığım kadarıyla evrenim bürülerek değil aksine genişleyerek dağılacağı savunuluyor
Doğrudur. Bu eski bir yazı ve çok güncellemek istedim; ama baktım olmayacak yenisini yazdım. 3 paradoksla evren boşluktan nasıl oluştu?
Makalende hem bilimsel hemde fiziksel yanlis var..belirsizlik ilkesine göre sanal parcaciklar evrenin heryerinde sonsuz ise bunlarin sonsuzda birbirinden ayrı dusme ihtimali olamaz.eger ayri dusuyorsa sonsuz olamaz… birbirine bir şekilde denk gelmesi sonsuz +1 yapmak demektir. ..buda sonsuzun sonlu anlamina gelir…bu kadar kapsamli makalenin kucucuk bir felsefi hatayla çöp olması üzücü. ..
Sonsuz + 1 = Sonsuz. Sonsuzluk sonsuza kadar artabilir ve azalabilir. Bu yüzden sonsuzluğa bir şey eklemek veya çıkarmak bir şeyi değiştirmez. Dolayısıyla hata yok. Infinity yazarak Google’dan arayabilirsiniz. Bu bir matematik konusu, felsefe değil. Lisede öğretilen türev ve integral kavramı ile sonsuz küçükler hesabı buna örnek olabilir.
Termometre çember olduğunda sıcaklığın sonsuza kadar azalması aslında sonsuza kadar artması anlamına gelir.
Konuya güzel bir başlangıç yapmak için Max Planck Enstitüsü’nde yayınlanan şu makaleyi okuyabilirsiniz:
A temperature below absolute zero
Atoms at negative absolute temperature are the hottest systems in the world
January 04, 2013 http://www.mpg.de/6776082/negative_absolute_temperature
(Negatif mutlak sıfırdaki atomlar dünyadaki en sıcak sistemlerdir)
Sanal parçacıklarla ilgili olarak şu wikipedia makalesi güzel bir giriş yapmış. Detaylar içn 1 numaralı dipnottaki kaynağı okumanızı öneririm: http://en.wikipedia.org/wiki/Virtual_particles
Zamanla, 15-100 milyar yıl sonra galaksiler birbirinden kopacak. Ardından galaksiler dağılacak ve yıldız sistemleri uzaya savrulacak.
Bu sırada evrenin genişlemesi hızlanmaya devam edecek. Yıldızlar gezegenlerden kopacak. Atomların arasındaki uzay bile genişlediği için, Güneş ve Dünya bir gün parçalanacak, gezegenimizi meydana getiren moleküller birbirinden kopacak. Ardından atomlar ve atomaltı parçacıklar parçalanacak.
Her şey yok olacak…
demişsin ama var olan bişey yok edilemez olmayan bişide var edilemez kuralı ne olucak orası kafama takıldıda
Madde ve enerji tümüyle randomize olacak, rastlantısal kuantum salınımlarına dönüşecek. Eski evren tümüyle yok olmayacak ama çok uzakta, çok seyrek ve kesinlikle okuyup anlam verilemeyecek, madde ve enerji olarak tanımlanamayacak bir belirsizliğe dönüşecek. Bu anlamda evren yok olacak. Ancak madde ve enerji “yok olmayacak” sadece tanımlanabilir hiçbir yapı (atomaltı parçacık veya enerji alanı) oluşturmayacak. Eski evren tümüyle kuantum salınımları arka planına karışarak silinip gidecek. Bu anlamda her şey yok olacak. Dünya, yıldızlar, galaksiler.
Evren kesinlikle sınırlıdır.Evren genişledikçe aralarındaki çekimde azalacak ve denge bozulacak.Bizim evrenimizden başka evrenler olduğunada eminim.Dinimizde 7 kat gökten bahsediliyor.kıyamet koptuğunda; kuranda yer başka bir yer ile değiştirildiğinde diye ayet var galiba.Belkide madde bizim bilmediğimiz başka bir forma dönüşüyordur.Ama bu enerji değil başka bişey.
O zaman biz başka canlıların yapılarından meydana geldik ve yediğimiz şeylerde onların bir parçası
Evet, ham madde aynı.
Yazınızda Lawranse Krauss ‘un felsefik açıdan bi hataya düştüğünüzü açıklamışsınız ama bilgi felsefesi insanın bir yorumudur gerçekte evreninde bizim görüşlerimiz paylaşmak zorunda olmayabilir?(Bu gün Hegel diyalektiğini nasıl bilimsel olmadığını biliyorsak bu durum bu konuda da geçerli olamaz mı ?)
Ulaş bey haklısınız. Yazıdaki amacım da zaten bilimin bilim dışı konularda kullanılmasının yanlışlığına dikkat çekmekti ve bunu ileride ayrı bir yazıda ele alacağım ama kısaca ifade edersek;
Bilimsel olarak yanlış bir görüş olabilir elbette. Felsefe için de geçerli bu. Yanlışta ısrar edemeyeceğimize göre bilimi esas almak gerekir. Ancak bilimsel yöntem nedir?
Örneğin, Krauss bilimi kullanarak felsefi bir görüş ortaya koyup bunu bilimsel olarak kanıtlanmış bir görüş şeklinde sunuyor.
Bu yaklaşım bilimsel yönteme aykırıdır.
Örnek: Tanrı’nın varlığı veya yokluğu bilimsel olarak kanıtlanamaz. Çünkü bilim yalnızca yanlışlanabilen önermeler üzerinde çalışır. Felsefe de öyle. Bilim ayrıca deney ve gözlemlerle bu önermelerin geçerliliğini denetler. Felsefe sadece tutarlılığı denetleyebilir.
Tanrı’nın varlığı veya yokluğu ister ateist olun ister teist bir inanç meselesidir. İnanırsınız veya Tanrı’nın varlığına inanmamayı seçersiniz ki bu da bir inanç formudur.
Krauss ise açıkça amacının Evren’in kendi kendine oluştuğunu ortaya koymak olduğunu ve böylece Tanrı’nın olmadığını kanıtladığını söylüyor. Bu sözlerin benzerini konferanslarında defalarca kullanmıştır.
Bu yöntemsel yanlışa dikkat çekmek istiyorum. Ateist olanların da dikkat çekmesi gereken teknik bir hata bu. Dinsel yobazlığın yerine seküler bağnazlığı koymak istemiyorsak, yani bilimi ideolojik fikirlere veya dinsel görüşlere alet etmek istemiyorsak eğer; Wittgenstein’ın Tractatus eserinde belirttiği gibi, bilimin dilini dinin diliyle karıştırmamalıyız.
Nasıl ki Büyük Patlama Tanrı’nın varlığını kanıtlar demek bilimsel bir önerme değilse,
Evren yoktan var oldu ve ben kanıtladım, öyleyse Tanrı yok demek de o kadar bilim dışı bir önermedir (özellikle de sanal parçacıklar ile boşluktan Evren’i var eden “negatif enerjinin” yok değil, BİR ŞEY olduğunu hatırlayacak olursak).
Kısa not: Amacım Tanrı tartışması yapmak değil ama bir bilim adamının bilimsel otoritesini bilim dışı argümanlar için kullanmasını tehlikeli buluyorum.
Krauss bir ateist olarak görüşlerini bilim adamı kimliğini kullanmadan ifade etmekte özgürdür. Ancak bir bilim adamı bilimsel araştırmaları ateizmi, teizmi, deizmi veya herhangi bir siyasi görüşü kanıtlamak için kullanıyorsa hata yapar. Çünkü bu bilim değil, ideoloji olur.
Bunun örneğini Darwin’in Evrim Teorisi’nin Sosyal Darwincilik denilen sahte bilime alet edilmesinde gördük. Bu yol bizi Hitler’e ve soykırıma götürdü. Bir bilim adamı dikkatli ve sorumluluk sahibi olmalı.
Son not: Kısacası, Krauss’un Evren’in nasıl meydana geldiği konusunda haklı olması, Tanrı’nın varlığı veya yokluğu konusunda hiçbir argüman oluşturmaz. Yalnızca Evren’in nasıl oluştuğu kanıtlanmış olur.
Krauss dawkins vb gibiler bilimi halka tanıtırken dediğiniz şekilde hata yapıyorlar ama Amerika da bilim karşıtı söyleme karşı savaşmaya çalışırken taraf oluşturmadan da sesini duyurma imkanı pek bulunamıyor. keşke dediğiniz gibi ateis teist farketmez herkesin sorgulayıcı bilimin mantığını kavramış bireyler olabilsek, cevabınız için
teşekkürler, yazılarınızı zevkle takip ediyorum, saygılar, hürmetler. 😀
Evet problematik şu: BİLİMİ NEREYE KOYACAĞIZ ? 1. sıraya mı 2. sıraya mı veya İNANCIN ÖNÜNE Mİ ARKASINA MI ? yada uyuştuğu noktalara mı bakacağız veya birini görmezden mi geleceğiz ? Sahtekar din görünümlüler ve saplantılı bilimciler konumuz dışındadır ELBETTE BİR DİNE İNANAN KİŞİ BİR ARAŞTIRMA YAPACAĞI ZAMAN EFENDİM BENİM İNANCIM BÖYLE DİYOR O ZAMAN KESİN ŞU SONUÇ ÇIKACAKTIR DİYEREK YOLA ÇIKIYORSA ZATEN YANLIŞ YAPIYOR DEMEKTİR . ÇÜNKÜ İŞİN SONUNU BELKİ TAHMİN EDERSİN BELKİ YAKIN SONUÇ BULURSUN BELKİ BAMBAŞKA BİRŞEYLE KARŞILAŞIRSIN BELKİDE BİRİ GELİR SENİN YANLIŞINI DÜZELTİR 🙂 ancak bir püf noktası var o da kanun veya teori düzeyindeki kabuller işte Orada yan çizemezsin HELE İNANCIN BİRŞEY BİLİM ADAMLARI BAŞKA BİRŞEY SÖYLÜYORSA .. evet kuramlar değişir yanlışlanabilir .. ÖRNEĞİN HİÇBİR ATEİSTTEN ŞUNUN CEVABINI ALAMADIM 1400 SENE ÖNCE MODERN BİLİM DİYE BİRŞEYİN OLMADIĞI BİR ORTAMDA EVRENİN GENİŞLEMESİNİ AYIN VE ĞÜNEŞİN BELLİ BİR YÖRÜNGEDE HAREKET ETTİĞİNİ EMBRYONUN RAHİMDEKİ EVRELERİNİ .. VE BİLİMİN SON ASIRDA KEŞFETTİĞİ DAHA BİRÇOK ŞEYİN BİR KİTAPTA YAZILI OLMASINI NASIL AÇIKLIYORSUNUZ ? Tabiatmı tesadüf mü matrixmi hologram evren mi simülasyonmu çoklu evrenmi 🙂 tutarlı birşey olsun lütfen..
her ne algılıyorsak…algıların sonsuzluğunda..hiç birşey yok gibiyken her şey varmış gibi……;)
Hocam yazilarinizi yeni takip etmeye basladim ve vakit buldukca eski yazilarinizida okuyorum. Gercekten hicbir yerde bulamayacagim bilgiler mevcut aslinda hicbir turkce kaynakta bulunmayan bilgiler dersek daha dogru olacaktir. Bilim adami diye gecinenlerin kendi teorileriyle tanrinin var yada yok oldugu gorusunu bizlere bilim isiginda ispatliyormus gibi gostermesine karsin soyledikleriniz oldukca mantikli geldi. Yeni bir bakis acisi kazandim diyebilirim sayenizde.
Yazilarinizin devamini merakla bekliyoru. Kolayliklar diliyorum.
Hiç şüphesiz ki, bu değerli açıklamaları duru berrak bir anlatım üslubuyla kaleme almakla, biz okuyucuya, tadına doyum olmayan alışılmadık bir okuma keyfi armağan etmişsiniz adeta. Elinize, kaleminize ve beyninize sağlık. Naçizane arzetmek istediğim husus şöyledir… Zamanın hep ileriye aktığından bahisle, termodinamiğin entropisi gereği, evrensel yolculuğun yaşlılığa doğru aktığından sözediyorsunuz. Bu, zaten pratik hayatta yaşayarak algıladığımız ve bilincinde olduğumuz bir durum. Bununla birlikte, ya seri atımlarla peşpeşe ya da aynı anda komplike şekilde boşluktan genç evrenler doğduğundan ve kendi haleflerine malzeme mirası bırakmaksızın, yaşlılık yönünde yokoluşa doğru sürüklendiklerinden de sözediyorsunuz. Yani akışkanlık, hiçbir şekilde tersine dönmeksizin, hep aynı yönde ileriye ve meçhule gidiyor. Oysa literatürde bazı bilim insanlarının, ötedenberi kritik yoğunluktan sözettiklerine rastlıyoruz. Onlara göre şimdiki evrenin kütlesi kritik yoğunluktan büyükse, büyük ölçeklerde egemen olan gravitasyon sebebiyle, bir süre sonra açınım duracak ve geri sayım başlayacak. Yani evren, kendi üstüne çökerek başladığı noktaya geri dönecek. Bu durum, tıpkı bir sarkacın göstergesi gibi gitgeller yaparak sonsuza kadar devam eder mi orası bilinmez. Yok eğer, şimdike evrenin kütlesi, kritik yoğunluktan küçükse geri sayım olmayacak, buna karşılık açınım sonsuza kadar devam edecek. İşte, sizin ‘bebeklikten yaşlılığa’ doğru tek yönde akan bir evrenler kompleksi ya da evrenler zinciri modeliniz, bu ikinci varsayımda geçerli olabilmekte. Kimi bilim insanlarınca kabul gören gerisayım savı, sizin tasvir ettiğiniz tek yön modeliyle birazcık çelişiyor gibi. Ne dersiniz efendim? Madem ki belirsizlik ilkesi, atomaltı sanal dünya parçacıklarının hız ve konumlarını aynı anda anlamamızı engelliyor, boştulktan varoluş ya da gene boşlukta yokoluşun zaman bakımından eşyönlü de olabileceği, formel mantık ilkeleri içinde varsayılamaz mı? Bu yöndeki öngörülerinizi lütfeder de, e-mail adresime de gönderirseniz, sevinirim. Şimdiden teşekkürler ve saygılar. Fahri Gürbüz
Fahri Bey merhaba. Beğeniniz için teşekkür ederim. Yoğun iş hayatında görüşlerimi e-posta ile ayrı ayrı iletmeye vaktim olmuyor ama bu sayfalardaki yeni yazılarda sözünü ettiğiniz konularla ilgili yeni yazılar yayınlayacağım. Söylediklerinize de genel olarak katılıyorum. Sevgiler.
Cok guzel, cok bilgilendirici ve dusundurucu gercekten.. Bu ulke ve hatta dunya icin iyiki varsin…
Keşke zamanında fizik bölümünü yarım bırakmasaydım diyorum..
BENCE TEMEL HATA MATEMATİKSEL DENKLEMLER İLE FİZİK DÜNYA (KAİNATTAKİ ) ARASINDAKİ GERÇEKLİK FARKINDAN KAYNAKLANIYOR .. BENCE EVRENDE SONSUZLUK SINIRSIZLIK VE SIFIR (YOKLUK) KAVRAMLARI YOKTUR..OLAMAZDA .. ÇÜNKÜ FİZİKTE BİR NESNENİN DEVAM EDİP GİTMESİ YANİ SONSUZA DOĞRU BÜYÜMESİ UZAMASI İÇİN BİR KUVVET GEREKİR HEMDE SONSUZ BİR KUVVET .. OYSA İNANMADIĞIM TERMODİNAMİK YASALARINA GÖRE SONSUZ BİR KUVVET YOKTUR SIFIR DA YOKTUR ÇÜNKÜ VAR OLAN BİRŞEY YOK EDİLEMEZ.. MATEMATİKTEKİ SIFIR SAYISI İSE KOORDİNAT SİSTEMİNDE VEYA SAYI DOĞRUSUNDA BİR NOKTADIR YANİ DİĞER RAKAMLARDAN MATEMATİKSEL OLARAK FARKI YOKTUR ANCAK BİZ GÜNLÜK HAYATTA SIFIRI YOKLUKLA TANIMLARIZ.. AYRICA MATEMATİK DERSLERİNDEN ÇOKLUKLA GÖRDÜĞÜM SONSUZLUKLA İLGİLİ FORMÜLLERİN HEPSİ GÜYA İSPATINI DA GÖSTERİYORLAR İSPATIN BAŞINDA ORTASINDA YADA SONUNDA GELE GELE BİR KABÜLE VEYA TANIMA DAYANIYOR bir defa sonsuzun ne olduğu belli değil ki sonsuz+1 tanımlı olsun SONSUZ VEYA SONSUZLUK FELSEFİ BİR KAVRAM OLABİLİR ANCAK BANA GÖRE SONSUZLUK KAVRAMI MATEMATİKLE ÖLÇEBELECEĞİMİZ YADA FORMÜLE EDEBİLECEĞİMİZ BİR KAVRAM DEĞİLDİR ÇÜNKÜ MATEMATİĞİN TÜM İŞLEMLERİ SAYILARLADIR SONSUZ SEMBOLÜNÜ KULLANMAKLA ASLINDA ANLADIĞIMIZ MANADA SONSUZLUĞU İFADE ETMİYORSUNUZ YANİ ASLINDA ÇOK BÜYÜK BİR SAYI EFENDİM RÜYANIZDA GÖRSENİZ KORKUDAN ALTINIZA KAÇIRIRSINIZ O KADAR BÜYÜK BİŞİY YANİ 🙂 AMA SONSUZ DEĞİL
Bu bloğu iyiki yapmışsınız yoksa dünya dan bir haberimiz olmayacak televizyonda böyle bilgiler yok gerçi televizyonda izlemiyorum böyle bloglar sayesinde
İYİ Kİ VARSINIZ 🙂
Beğeniniz için teşekkür ederim.
(0,0) = sonsuzluk
Ama buradaki sonsuzluk sonsuzluk degil buradaki aciklamaya çalıştığım sey bosluk da degil
Burada ben uzay boslugunu yani uzaydaki sonsuz bosluga bir formul getirmeye calistim
Manasi
Uzay boslugunun sonsuz oldugunu varsayiyoruz ve boslugu yokluk olarak tanımlarsak. O zaman 0 ile 0 in arasi bos degil ve oraya sonsuz uzay boslugu sigiyor…
Öncelikle yazınızı merakla okuduğumu bilmenizi isterim herzaman yaratılışımı var oluşumu sorgulamayı sevmişimdir.Bunun yanında ben teorilerinizde ve derlediğiniz teorilerde yanlış ve hata aramak maksadı ile değil tamamen yıllardır kendi düşüncelerim ve ulaştığım noktalarla ilgili bu yorumuyazdığımı bilmenizi isterim.İlk olarak büyük patlama teorisinin nasıl meydana geldiği hep ilgimi çekmiştir herşeyi bir patlama ile açıklamak herzaman yanlış gelmiştir peki ya patlamanın enerjisi nereden geldi? Asıl soru herzaman buydu buradaki teorilerle ilgili de bir açık kapı olduğuna inanıyorum umarım bu tartışmada bana eşlik edersiniz ve bir sonuca yaklaşırız evrenin var oluşunu sonsuz bir evren döngüsü olarak göstermişsiniz sürekli var olan ve yok olan ve madde ve anti maddenin ne şekilde dengede olduğunu bu dengenin bozularak evrenin nasıl var olduğunu açıklamışsınız ama benim asıl ilgimi cezbeden bu sonsuz evrenler zinciri evet teorinize göre bir başlangıcı ve sonu olmayan bu zincirin kendisini oluşturan ilk madde nerden geldi peki? Ben kendi kuyruğunu yutan bir yılan olan bu evren teorisinin başlangıcını değil o yılanın kendisinin oraya nasıl geldiğini merak ediyorum.Masanın üzerindeki tabloya sonsuz sayıda tekrarla dökülen yoların oraya nasıl döküldüklerini ve kendiliğinden mona lisayı oluşturduklarını açıklamışsınız ama o boyalar ve tablonun nereden geldiğinin cevabını teori olarak bile göremedim.
Bilim kurgu tarzı bişeyler yazmak için araştırma yapıyodum beynimi mıncıkladınız. Burası gerçekten de ilgi çekici elinize sağlık.
Aslında , kısaca bunca şey evren , galaksi , güneş , ay, gezegenler vs vs nasıl oluştu ? Çeşitli teoriler var fakat hiçbiri aklımdaki soruları cevaplayamıyor. Tesadüfen mi ? Bir yaratıcıya ve bilime eşit uzaklıkta biri olarak bazen her şey nasıl oluştu sorusu aklımı kemiriyor.
İnsan aklı her şeyi sorabilir ama şu anda tüm sorulara yanıt veremiyoruz.
Merhaba,
Eğer gerçekten onun sözüyse Einstein “bir konuyu 6 yaşındakine anlatamıyorsanız, o konuyu kendinizde anlamamışsınız demektir.”demiş. Eksiklerini, fazlalarını tartışacak kadar be fizikçi ne felsefeciyim şayet ben gerçekten anlatımınıza hayran kaldım… Çok teşekkürler… Sayenizde çok daha iyi anladım mevzuları.
Boşluktan doğması mevzusunda tek bir boşluk varlığına işaret ediyorsunuz. Boşluğu çoğulda olsa tekil bir ifadede yer ediyorsunuz. Bu mevzuya göre farklı konumlardaki boşluklarda sonsuz evrenlerin oluşması muhtemel (Yazınıza istinaden,fakat siz boşluk boşluktur tekil çoğul olmaz gibi yaklaşımlarla boşluğu cisimleştiriyorsunuz ,cisimleşebiliyorsa bir çok farklı noktada oluşması muhtemel ,cisimleşemiyorsa yokluktur ,varolamaz) . Eksik çok parça var ,kendi kendini yöneten bir iradededen bahseder gibi bütünlüğe çıkıyor her paragraf. Boşluğa irade vermişsiniz (Sanal parçacıklar).Soğuyarak yok oluyor ve yokoluşun eşiğinde sonsuz soğuma sonsuz ısıya dönüşüp yeni bir oluşum içine giriyor. Mantığın çöktüğü her noktaya kaş göz çizip buradan bakıncada böyle deniliyor. Dini anlam yükleyerek bu makaleyi zehirlemek istemiyorum ,ama bilimsel anlamdada çok doyurucu olmadığı düşüncesindeyim. Henüz düşünce gelişimimizin çok başlarındayız. Zamanla anlam kazanmaya başlayacak ve Bob Ross’un tablolarındaki mutlu ağaçlarla süslenmiş makalelerden kurtulacağımızı umut ediyorum. Bu yeniden varoluş döngüsüne şu anki bilim çerçevesinde inanmak beyne hakaret olur. Nedensiz bir boşluk oluşumu veya varlığı ; ne zaman oluştu ,nerede oluştu ,boşluğu taşıyan ne ,sanal parçacıkları boşluk taşıyorsa boşluğun katmanlarıda olmalı ,nereye kadar gidiyor ,son suza kadarsa sonsuzluk kavramının oluşmasına bir sebep ne. Yaratıcı kavramına değindiğimizde bile cevapsız kalacağız ,kulp takacağız ; yaratıcı ne zaman varoldu ,nasıl varoldu ,neden varoldu. En az Yazınız kadar belirsiz. Boşluğa Yaratıcı diyebiliriz ,enerji diyebiliriz ama yine başa dönüyor ya öncesi.. Bu konuda yazılacak her kelime ağacı ilk kez gören birinin ağaç yoktan varoldu demesi kadar saçma olacak. Ama bu yolda irdelenen araştırmalar insanlığa ışık tutacak. Pozitif düşündüğüm tek olumlu ve net ifade budur ,saçmaladıkça gerçeğe daha çok yaklaşıyoruz ,ulaşamasakta
Selamlar ellerinize sağlık çok güzel anlatmışsınız merak ettiğim bir hısus oldu yazınızda mavi puntolarla yazmışsınız Ya konumları hakkında hiçbir fikrimiz olmadığı için, sanal parçacıklar sonsuz boşluğun herhangi bir yerinde aniden ve rastlantısal olarak ortaya çıkabilir diyeceğiz (belirsizlik ilkesi)…
…ya da sonsuz boşluktaki sonsuz sayıdaki sanal parçacık ve anti parçacıklar, aslında sonsuz hızda gittiği için “evrenin her noktasında aynı anda bulunan tek bir parçacık ve anti parçacığın sonsuz sayıdaki tezahürüdür” diyeceğiz. Bu ikincinin fizikte bir adı varmıdır yoksa spritüel bir söylemmidir diye soracaktım
Öncelikle bahsettiğim konu bir varsayımdı. Ancak bilimsel bir varsayım. Manevi olarak kullanmadım, bilimsel olarak kullandım bunu. Ancak aradan geçen zamanda yeni gelişmeler oldu. İlk fırsatta bu yazıyı yeniden düzenleyeceğim. Yanlış anlaşılmalara müsait yerlere bakmam ve daha anlaşılır hale getirmem gerekiyor.
Kozan Bey merhaba,
Sizi keyifle takip ediyorum. Yeni gelişmelerin ışığında bu yazının revize edilmiş halini paylaşmanızın uzun sürmemesini diliyorum.
Saygılar,
merhaba;
bir sorum var. sonsuzluk var mı, yok mu, yoksa bilinmiyor mu?
felsefe bölümü kafa karıştırıcı olmuş.
Sonsuzluk var mı bilinmiyor. Ancak içinde yaşadığımız evrenin sonlu; ama sınırsız olduğunu biliyoruz. İlgili yazılarımda okuyabilirsiniz. Paniklemeyin ama evren küçüldü ve Bize en yakın komşu evren nerede?
Evren sonluysa ve içinde varolduğu boşluk ta evrenin kendisiyse birşey nasıl oluyorda hem sonlu hem sınırsız olabiliyorlar,burada sizcede bir mantık hatası yokmu? örnek verecek olursam şuan içinde bulunduğum odayı boşluk (farzı misal odanın sınırsız olduğunu kabul edelim) ama aynı boşluk içerisinde sisirmeye çalıştığım balonu evren kabul edersek ortaya aslında tek ama iki farklı anlam çıkmış olmuyormu, yani sizin idda ettiğiniz gibi balonu yani evreni patlayana kadar içinde bulunduğum oda içerisinde sınırsızca sisirebilirim hem mutlak bir sonu olan evren hemde aynı evreninde içerisinde var olan sınırsız kavramlari bana göre birbiriyle çelişiyor sonlu evren sınırsızlik terimi içinde yaşadığımız evrenin de bir parçası degilmi yoksa evrenin dışında farklı bambaşka bir fizik terimimi, evren sonlu ama bir sonu olan evren nasıl sınırsız olabiliyor, ozaman sonlu evreninde içinde bulunduğu bambaşka sınırsız başka bir !!! durum söz konusu yani sonlu evren sınırsız bir boşluk içerisinde diyebilirmiyiz
Dünya gezegeninden örnek verebilirim: Dünya’nın yüzey alanı, çapı ve hacmi sonludur. Ancak, yuvarlak olduğu için doğuya giderseniz sonunda batıya varıp başladığınız yere arkadan geri dönersiniz; yani Dünya sınırsızdır, kenarı yoktur. Evren için de öyle.
Evrenimiz eski evrenin sogumasiyla ortaya çıktıysa ilk evren nasıl oluştu? Herşeyi başlatan neydi?
Bazılarına göre ezeli bir kainatta farklı bebek evrenler oluşuyor. Bu yüzden ilk veren diye bir şey yok. Evrenler ezelden beri oluşuyor. Sonsuz şişme teorisi, zar kozmolojisi, büyük sekme ve kara delik evrenler (hepsi alternatif teoriler) hep bunu söylüyor.
o zaman sorumuz yanıtsız kalmış oluyor
insanlar evren kelimesinden olan şeylerin mekanını anlıyor
yani boşlukta bişeydir (burda anlatılana göre boşluğun manası biraz cismin manasına kaymış) boşluk vardır dersek burdada olan bişey vardır
Gerçekten de büyük patlama teorisi ne patladı, neden patladı ve patlamadan ne önce vardı sorularını yanıtlamıyor. Bunun için kuantum kütleçekim kuramı gerek. Bize bir kuantum kütleçekim kuramı lazım. Yerçekiminin atom ölçeğinde nasıl işlediğini bilmeliyiz. Einstein’ın görelilik teorisiyle #kuantum fiziğini birleştirmeliyiz. Peki #SicimTeorisi ile tüm evreni E=mc2 gibi tek bir denklemle açıklayabilir miyiz? Burada yazdığım gibi Sicim Teorisi bunu başarmaya aday ama kendi sorunları var.
Sanal parcacigin soğuk olduğunu nereden bilecegiz
Soğuk olmak diğer parçacıklara göre belirlenir. Sanal parçacığın ısısı ancak gerçek parçacığa dönüşürse (evrenimize göre) ölçülebilir. Sanal parçacık uzayında ısı sonsuzdur. Bu uzay gerçek değil, matematikseldir ama gerçekliği tanımlamakta kullandığımızdan hayal ürünü de diyemeyiz.
Soğuk ve sıcak, bizim öznel bir algımız olsa da, biz yokken de vardı, biz yokolup gittikten sonra da olacak. Ancak! Bu, bizim evrenimizle ilgili bir durum. Çünkü, sıcağı, enerji taşıyıcıları olan foton mekaniğiyle açıklayabiliyoruz ama halihazırda soğuğun öznel varlığına ilişkin bir yorum yapamıyoruz. Sanal alemde sıcak ya da soğuğu ölçemiyorsak, bu bizim hayal dünyamızla yani bir başka ifadeyle termometre ya da derecelerimizin gücünü zorlamamızla ilgili bir durumdur. Ancak! Mantık gözöyle zihnimizin sınırlarını göremediğimize göre, buna matematiğin de aklı ermez. Çünkü matematik, fiziğin dilidir. Yani, bizim de bir parçası olduğumuz fiziğin. Halihazırda Planck mesafesinin ötesini bilemiyorsak, bu konuda yorum yapmak, fanteziden öte bir şey değildir. Ben, şahsen, Kelvin ölçeğiyle mutlak sıfırın son durak olduğunu düşünmüyorum. Bu, belki, bizim evrenimizide entropinin son durağı olabilir [termodinamik yasaları bizim evrenimiz için geçerli] ama soğuğun dibi olamaz. Şayet her şeyi, bizim evrenimizde arıyorsak, son durak belki keşfedilebilir ama soğuğun uzantılarını başka yerlerde aramak gerek. Mesele, bizim evrenimize bakmak olunca, soğuğu karanlık ve boşluğun kendi öznel dokularında aramak gerekir. Boşluk, bizim evrenimiz henüz ortalarda yokken de işe yarıyordu belki. Saygılarımla. F.Gürbüz
Maalesef fantezi deyip geçemiyoruz. Öncelikle bu yazıda güncellemem gereken çok nokta var. Vakit bulup yazamıyorum (yeni yazılara odaklanıyorum). Ancak Planck sabiti kunatum alan kuramının evrenden önce geçerli olması gerektiğini gösteriyor. Kuantum fiziğini sanal parçacık uzayından türetilen formüller ifade ediyoruz. İşimiz zor.
Efendim,
Fantezi dediysem, ihtiyaç ötesi bir konfordan ya da züğürt tesellisinden falan bahsetmedim. Hayal dünyasının, tıpkı bir tercih hıkkı kullanılmasının verdiği keyif gibi, insan yaşamındaki en yüce özgürlüklerden biri olduğunu kastediyorum. Lütfen, yanlış anlaşılmasın efendim. Planck sabiti, her şeyi açıklamaya yetmez. Çünkü o, meseleye içeriden bakıyor. Planck sabiti, bizim evrenimizin hem varolması, hem de varlığını koruması için gerekli olan, koruyucu çerçevenin kenarlarından biridir. Zira ışık hızı da, evrenin sabitlerinden biridir. Özetle bunlar, literatürde evrenin sabitleri olarak itibar görüyorlar. Bu sabitler, evrenin geometrik değil, matematiksel sınırlarıyla açıklanabilir. Nasıl ki kuantum ilkeleri maddenin sıfıra kaçmasını engelliyorsa, görelilik esasları da konseptin dağılmasını engelliyor. Bu da, bunun gibi bir şey. Bunların hepsine matemadiğin aklı erer ama bütün endişe, zamanın yaşamasına çelme takacak türden kötü rüyalar görmemekte. Çünkü bizler, doğamız gerği, daha beter rüyalar hatta kabuslar görmememek adına, ölümsüzlükten ürken varlıklarız.
Görerilik esaslırı, uzayı eğip bükerek, konsepti içeride tutuyor ama zaman, yaydan fırlayan ok gibi.. Max Planck da, bizim evrenimize içeriden bakan ve geleceğe yeni ufuklar açan, değerli bilim insanlarından biriydi. Zamana içeriden bakmak zorundaysak, hayallerimizin de içinde yaşamak zorundayız demektir. Yegane fantezimiz, sınırları zorlamak galiba. Bu kas gücümüz, iş dünyamız, ekmek kapımız, hasılı tüm yaşantımızla ilgili bir durum. Gene belirtmeliyim ki, matematik formüllerine sonsuzluk kavramını yerleştirmemizin muhtemel sebebi, mantık gözüyle zihnimizin sınırlarını göremeyişimizdir. Bu, onluk sayı sistemini kullanmamızın, muhtemelen iki elimizde toplam on parmak olmasından kaynaklanıyor olması gibi falan bir şey değil. Bu, subjektif bir durm.
Fotonlar, yalnızca ışımayı [ısı, ışık, alfa-beta-gama-x vb ışınımlar] açıklayabilir, soğuğun dokusunu değil. Yani soğuğu anlatmak için, maddenin üşemesi gerekmiyor. Atom varsa, zaten doğasında varolan bir enerjisi vardır. Bu, ayrıca onun varlığının doğal bir sebebidir. Üşümek de neymiş. Öyleyse bir atom, yalnızca Kelvin ölçeğiyle mutlak sıfıra kadar üşür. Ama soğuk, böyle bir şey değil ki! Evren genişledikçe soğuduğunu biliyor, üstelik bunu hayatın pratik gidişatından da anlıyoruz. Ayrıca kozmik fon ışınımının yani evrenin emekleme dönemlerinden günümüze yansıyan ve halihazırda ayakaltında dolaşmakta olan fosil ışınların entropi tarihi ve konjonktür haritası da bize böyle söylüyor. Hasılı, soğumaya genişleme yolaçıyor. Maddeyi, sırf boşlukta dağılıp seyrelmesi soğutur mu? Boşluğun darası yani fon ısısı sabitse, madde termik denge çizgisinden daha öte soğumamalıdır. Pozitif enerjiyle ucundan kıyısından azbuçuk ısıtılmakta olan uzay boşluğu, sırf genişliyor diye durupdururken soğur mu? Bilinen fizik kanunları safsatadan ibaret değillerse, bu da mümkün değil. Termodinamik yasaları, entropi ilkeleri dışında soğuma ya da ısınma öngörmüyor. Eğer madde seyreldikçe soğuyorsa, ya boşluğun kendi zemin dokusu soğuk olmalı, ya da evren genişledikçe oluşan boşlukları soğuk birtakım egzotik enerji yahut maddeler dolduruyor olmalı. Her ikisi de aynı kapıya çıkar. Yani soğuğu asla ısıtamayız. Belki de kabahat, karanlık enerjide!?
Her ne kadar ‘sonsuz’ sıcaklık ve yoğunluktan geliyor olduğu kabul görse de, bence evrenimiz karanlık, soğuk ve boşluğun zemini üzerinde sivrilip suyüzüne çıkmış olmalı. Hani sizin üçyüzaltmış derecelik bir termometreniz vardı. Yani madde, haddinden fazla soğutulursa, yeniden ısınmaya başlıyor diye bir önermeniz. Bu da, onun gibi bir şey olmalı. Hepimiz, yalnızca aydınlık, sıcaklık ve doluluk yani varlık üzerine konuşuyoruz. Gelmiş geçmiş tüm fizikçiler de öyle. Hiç kimse, meseleye dışarıda bakmayı düşünmemiş. Çünkü, oraları bilemiyoruz. Bilim dünyası, evrenimizle ilgili iğneden ipliğe her konuda konuşuyor ama mesele, boşluğun öncesinde ne vardı ya da boşluk yerini neye bıracak sorularına gelince, kimsenin ağzını bıçak açmıyor. En basitinden, evrenin fiziksel sınırları nedir yada sınırların ötesinde ne vardır gibi sorular da öyle. Yeniliklere karşı çıkmak ya da temkinli yaklaşmak, insanın tabiatında vardır diyerek sonlandırmak düşüncesindeyim ama ondan önce, bir iki çift söz etmek isterim. Varlığın öznel ruhu yani sokak kültürüyle eşyanın tabiatı, herzaman yaşamdan yana düşünür. Çünkü bir kaza, salgın hastalık, savaş, devprem ya da başka bir afet veyahut felaket olduğunda, ölü sayısı yaralı sayısından daima daha az olur. Bunun istisnası, bir yolcu minibüsünün keskin bir uçurumdan aşağı yuvarlanması gibi falandır. Öyleyse evrenin temel ruhu, etik üzrine oluşmuştur. Yani bir yaşama kıymanın doğru olmadığı ilkesi üzerine. “Bırakın da yaşayalım” esgisi, her şeyi anlatıyor sanki. Bırakalım da, hayallerimiz özgür kalsın. Yeni yazılarını beklediğimi belirtmekle birlikte, hoşçakalınız efendim. F.Gürbüz
Merhaba, Öncelikle blogunuzu severek takip ettiğimi belirtmek isterim. Değerli paylaşımlar yapıyorsunuz.
Evrenin Yalnızlıktan Ölümü bölümünde “Her şey yok olduğu için uzayda ne enerji ne de madde bulunacak. Uzay mutlak sıfırdan daha soğuk olacak…” şeklinde bir ifade mevcut. Serinin ilk yazısında sizin de belirtmiş olduğunuz gibi, uzayda, dış bir müdahale olmadan hiçbir şey mutlak sıfırdan daha soğuk olamaz. Zira mutlak sıfır atomun titreşmediği durumdaki ısısıdır. Buna göre burada belirtilen ifade geçersiz oluyor.
Ek olarak, boşluktan ısı(enerji) elde etmek nasıl mümkün olabilir. Boşluk, maddenin ve enerjinin olmadığı, dolayısıyla hiçliğin olduğu bir alan değil midir?
verilen tercih örneklerinde herkes için anlık değişen ve artı olarak birikim yoluyla elde edilen sonsuz sayıdaki değişkeni hesaplanamadığı için tercih net kesi bilinemez ve değişkendir. yani esasında hepsi bilimseldir. felsefe düşünmeye sevk eder ama o kadar.
Felsefe bilimin yerini tutmaz. Ancak bilimsel kavramların oluşturulması ve bilimsel teorilerin matematik modellerinden ayırt edilmesinde işe yarar. Evren bir simülasyon mu yazısında bunu detaylarıyla anlatıyorum.
anlaşılana göre bu sanal parçacıkların oluşabilmesi için ilk başta gerçek bir parçaçık olması gerek bu ilk gerçek parçacık nasıl oluştu yok öyle değil diyosan bu boşluk neyden oluştu ?
Zaten vardı veya bir tanrı tarafından yaratıldı. Zaten vardi dersek yoktan var olmuş diyebiliriz sadece.Ama yoktan var olmus olamaz . Diğer bir seçenek tanrı yarattı dersek bu sefer onu kim yarattı gibisinden sorular meydana gelir . Tanri zaten vardi dersek o zaman evrende zaten vardi diyebiliriz . Şuanki zaman için kesin bir şekilde cevaplanamayacak bir soru bu .
bu sonsuz parçacıklar sonsuz mekanda ise evren oluştuğunda bu boşluğa ne oluyor ? bu boşluk o evren oluştuğundada varlığını devam ettiriyorsa o zaman o boşluktaki sanal parçacıklar bir şeyden meydana gelmemiş oluyor çünkü uzay sonsuz değildir aynı şekilde diğer evrenlerde sonsuz değildir bir sınırı vardır ve yok olduğu zaman daha önce kapladığı mekan boşluk olur ama boşluk sınırsızdı ve evrende sınırlıydı yani gerçek parçacıklar boşluğun sadece bir kısmını oluşturur ve geri kalan boşlukta birşeyden oluşmamış olur ama bu parçacıkların oluşması için önce gerçek parçacıkların oluşması gerekirdi ama gerçek parçacıklar boşluk gibi sınırsız değildi sınırlı olan bişeydende sınırsız olan bişey oluşamaz
Sanal parçacık uzayı bir matematik uzayı. Sanal olduğu için sanal parçacıkların sayısının artması veya azalması bu sonsuz uzayda hiçbir şeyi değiştirmez. Bilim insanları evrenin bu tür bir sanal parçacık uzayından büyük patlama ile oluştuğunu düşünüyorlar. Ancak, bu evrenin nasıl oluştuğunu kolaylaştıran bir matematiksel araç mıdır, yoksa sanal parçacık uzayı gerçekten var mıdır, ayrı bir konu. Fizik kadar bilim felsefesi alanına giren bu konuyu ayrıca yazdım: 3 Paradoksla Evren Boşluktan Nasıl Oluştu?
Ben olsam evreni şöyle tanımlardım. En baştan başlayalım uzayı yıldız boşluk ve birkaç canlı organizması olarak düşünelim bence bunun var oluşunu açıklayacak hiçbir şey yok fakat bundan sonraki gelişim öngörülebilir. Yıldızların patlaması sonucu enerji açığa çıkıyor ve bu enerjiler bir güneşe veya gezegenin çekirdeği haline geliyor eğer güneşe dönüşürse evreni kendi kütlesine göre şekillendiriyor. Bu şekillendirmeyi şöyle düşünebiliriz bir çarşafı gerip ortasına ekmek koyalım elimize bir elma alalım ve bu elmayı çarşafın kenarından düz bir şekilde gitmesi için itelim elma ne kadar düz gitmeye çalışsada ekmeğin ağırlığı yüzünden onun yörüngesine oluşturmaya mahkum olur. Eğer Bi gezegene dönüşürse de kendisine bir eğri bulana kadar(güneş gibi evrende kütlesi çok büyük ve enerji kaynağı güçlü olan cisimler) Düz bir şekilde devam eder. Bu şekilde çok büyük alana yayılarak gelişir ve galaksiler oluşur galaksiler birleşince evren oluşur. Bununla kısıtlı kalmayıp daha da büyük düşünenler içinde çoklu evren teoremi var evrenlerin birleşmesinden oluşan everenler topluluğu. Peki karadelik ve solucan deliği nasıl oluşmuştur sorusunu merak edenler içinde yine kendimce bir açıklama yapmak istiyorum. Bence solucan deliği şöyle açıklanmalı: evreni gökdelen olarak düşünelim. Aynı düzlemde bir çok galaksi ve onun altında da bir çok galaksi ortası geçiş yani solucan deliği in bulunduğu yer. Bu geçiş büyük bir enerji patlaması sonucu oluşan kısa süreli aktarım noktası gibidir. Farklı bir galaksi belkide farklı bir evrene geçişi sağlar. Kara deliği ise şöyle tanımlarım: Bu boşluklarda, geçiş noktalarında bulunan bir sayı olarak düşünelim matamatikte çarpma işlemindeki sıfır sayısı her şeyi yutar değil mi? Yuttuğu diğer sayıların nereye gittiği bilinmiyor. Kendimce bir açıklama yapacak olursam: 5.Boyut derim. İnsanların görmeye alışık olduğu ve fiziği buna göre tanımladığı 3. boyutun tanınamaz hale getirilmiş farklı fizik kurallarının işlendiği bölme. Bana göre evren en kısa şekilde böyle tanımlanır. Anlatamadığım bir çok cisim teorem ve kanun var. Ben uzaya ilgilenen biriyim sadece herhangi biri zihnimde ve gördüğüm bazı şeylere dayanarak ancak bu kadarını anlatabildim. Bildiğim ve gözden kaçırdığım şeyler de olabilir tabi ki de. Eğer bana başka sorular sorarsanız araştırıp kendi zihnimde nasıl canlandığını ve bilim adamlarının araştırdığı şekilde size iletmekten memnuniyet duyarım.
İletişim: [email protected]
Merhaba Halim Bey, bilimsel teoriler bilimsel olarak test edilebilen, aynı zamanda kendi sınırlarının dışında olan öngörülerde bulunmak zorundadır. Ayrıca bilimsel teoriler bu şekilde yanlışlanabilir olmalıdır. Söylediklerinizi okudum, ancak bunlar bilimsel kanıtlara, deneş ve gözlemlere dayanmamaktadır. Yorumunuzu onaylamamın tek sebebi bu mesajı size iletebilmektir. Kendimize hep şu soruyu sormak lazım: İyi fikir de kanıtın nerede? Bu teoriyi yanlışlamak için bir deney yapmak mümkün mü?
Merhabalar efendim…
Sıfır, adeta cin çarpar gibi, çarptığı sayıları yutyor. Peki, niçin? Ancak bölen sıfır olursa, zihinlerimizde sonsuzluk algısı oluşuyor. Her iki sonuç da, bizim yabancı olduğumuz fenomenlerdir. Yani düşüncelerimizin sınırlarını göremiyoruz. Zaten sonsuzluk algısı, formüllerin arasına, muhtemelen bu yüzden sokuşturulmuş olmalı. İçinde yaşadığımız evreni yöneten fizik kanunları, bizim beyinlerimizi de yönetiyor. Yani bizler, taş gibi toprak gibi, bu evrenin sıradan parçalarıyız. O yüzden zihinsel sınırlarımızın dışına çıkamıyoruz. Bunun, bir anlamı daha var… Gelmiş geçmiş bütün bilim insanları, yeni bir şey üretmemiş; yalnızca, ötedenberi varolan pozitif dünyayı zincirleme keşfetmiş. Havuzda oluşan dairesel su dalgalarının, sıfırdan önceki simetrik uzantılarını gören ya da anlayabilen var mı? Einstein, Newton gibi bir basamak bulmasaydı, izafiyet teorisini nasıl tasavvur edebilirdi?. Bugün her birimizin birer Einstein olmasının sebebi, işte budur.
Sıfırın, tosladığı sayıları yutmasına gelince… Bunu düşünmekle, aslında fizik öncesi simetriden bahsediyoruz. Cisimlerin, terazinin kefelerini azçok kıpırdatmaya bakmaları, kozmolojinin, mütekabil rekabet dengeleri esasıüzerine oluşmuş olmasındandır. Eğer, büyük patlama diye bilinen bigbang sırasında simetri azbuçuk (tamamen diyemiyorum çünkü simetri tamamen kırılsaydı madde oluşamazdı) kırılmasaydı, pozitif ve negatif sayılar asla oluşamayacaklardı. Sfır, bize fizik öncesi simetriyi işaret ediyor ve aslında olağanüstü de bir kopya veriyor. Ama biz, elektromanyetizmanın çalışma prensipleriyle düşündüğümüz için, hep içerde kalıyoruz. Yani, dışarıdan bakma gibi bir lüksümüz yok.
Termodinamik yasalarının bir gereği, kapalı sistem sınırlarından kütle geçişi olamayacağına göre, ancak taşı toprağı yöneten olağan kanunların elverdiği ölçülerde düşünebiliyoruz. Bunun başka bir anlamı daha var. Evrenin dışına çıkmak için, başka kanunlar gerekli! Aynı fotoğraf karesinde yeralmak, yalnızca selfie çekimlerle mümkün. Bana göre varoluşu, şöyle açıklamak daha makul olur (mantıklı diyemiyorum çünkü sıfır cin gibi çarptığı sayıları yutuyor)… Kozmolojide her şey, ‘su testisi su yolunda kırılır’misali, kendi zemininden yükselir. Sözgelimi bizler, yeryüzünde varız. Evrenin kendi zemini ise, uzay-zaman dokusunun doldurduğu boşluktur. Yani simetri sandığımız aynanın karşısına geçmiş, kışımızdan gözümüzden bahsediyoruz. Özetle varlık oldukça, boşluk da olmak zorunda. Sanal parçacık çiftlerinin boşluktan sivrilmiş olmalarının realitesi budur. Yani madde yokluktan değil, boşluktan gelmiştir. Ancak boşluğun nasıl oluştuğunu henüz bilemiyoruz. Karanlık ve soğuk, boşluğun zemin bileşenlerinden olmalı. Boşluğun büyük bir kısmını, karanlık madde ve karanlık enerjinin oluşturduğu sanılıyor. Bu gidişle, daha çok fırın ekmek yiyeceğiz galiba. Saygılarımla efendim. Fahri Gürbüz
Zemin varsa mekan vardır. Zemin olan yerde boşluk düşünülemez. Zaten burada anlatılan boşluk boşluk değil içi sanal madde anti madde dolu. E zemin de var?. Döndük başa onlar oraya nereden geldi?
Abi dinciler bu makaleye niye doluştu bi bırakın arkadaşlar komik oluyorsunuz! Yok evren genişliyomuş 7 kat gök varmış kuranda yazıyormuş arkadaşlar siz kafayımı yediniz ya! Cidden saçmalıyorsunuz şu ayetleri bi eğip bükmeyi bırakırsanız çabucak deist ya da ateist olursunuz! Ama nerdee beyninize işlemişler bebekken.. kurtulamıyorsunuz zincirlerinizden!
Bence evren boşluktan değil kara deliğin tersi olan bir akdelikten püskürtüldü karadeliğin çekim gücünün kesri gücünde bir itim meydana gelmiş olabilir bu muazzam bir hız olacaktır uzay bence yırtılabilir ve evrenler başka bir evreni meydana getirebilir.şöyle düşünebiliriz Karadeliğe düşen her ne olursa olsun Karadelikte tekilliğe yani tek birşeye dönüşür.evrende tek bir şeyden oluştuğuna göre büyük patlama böyle olabilir.
bilim adamı yerine bilim insanı derseniz çok daha güzel bir yazı olur.
onun dışında bence güzel bir yazı…
Haklısınız. Eski yazı. Uzun süredir bilim insanı diyorum.