IBM’den 5 Yılda Hayatımızı Değiştirecek 5 Teknoloji >> 5 duyu sahibi bilgisayarlar
|Peki ya hisseden bilgisayarlar? 60 yıl önce başlayan modern bilgisayar tarihine baktığımda, 1930’ların Flash Gordon çizgi romanlarındaki akıllı robotları şimdiye dek neden göremediğimizi kendime soruyorum.
Bunun temel sebebi elbette ki devletlerin kurulu düzeni korumak için teknolojik ilerlemeyi yavaşlatarak özgürlükçü 64-68 kuşağını baltalaması… IBM’in 5 yılda hayatımızı değiştirecek olan 5 teknoloji öngörüsü, en azından bilgisayar bilimlerinde bu darboğazı aştığımızı gösteriyor.
Teknolojik ilerleme öyle bir noktaya vardı ki ilerlemeyi artık hiçbir güç durduramaz. Ancak, elimizdeki teknolojiyi insanlığın yararına kullanmamız gerek. Yoksa 21 Aralıkta Kıyamet Kopmadı başlıklı yazımda anlattığım gibi, fütursuz teknolojik ilerleme, insan soyunun tükenmesiyle sonuçlanabilir.
İşte bu yüzden girişte “Peki ya hisseden bilgisayarlar?” diye sordum.
Mesajım bütün bilim adamlarına ve BT şirketlerine: Düşünen bilgisayarlar yapmak yetmez. Aynı zamanda hisseden bir Yapay Zeka geliştiremezsek, akıllı robotlar kendilerini insanlardan üstün görüp Battlestar Galactica’da olduğu gibi bizi yok etmek isteyebilirler…
… Ve IBM’in 2013 teknoloji öngörüleri bu yüzden önemli. Hisseden bilgisayarlar yaratmak için önce insan gibi beş duyuya sahip robotlar üretmemiz gerekiyor.
Bu robotlar kadın parfümü koklayacak, yemeklerin tadını alacak, bebek tenine dokunacak… Gözden kulağa, dilden kalbe, beş duyumuz insan olmanın şartı ve beş duyuya sahip Yapay Zekanın da gerçekten “insancıl bir zeka olma” şansı yüksek.
Modern bilgisayar 1940’larda iki koldan ortaya çıktı ve her iki kol da yeni savaş teknolojileriyle ilgiliydi. İlk olarak İngilizler, Almanların askeri şifrelerini kırmak için onların Enigma Şifre Makinesine benzeyen elektro-mekanik cihazlar kullandılar. Bu makine, dedelerimizin 60’lı yıllarda kullandığı Facit mekanik hesap makinelerinin biraz daha gelişmiş bir versiyonuydu.
Modern bilgisayarın ikinci atası ise, ABD’nin Japonlara karşı kullandığı Iowa sınıfı zırhlıların 30 kilometre menzilli ağır toplarının balistik rotalarını hesaplamak için geliştirildi (diğer ülkelerin zırhlıları da buna benzer cihazlar kullanıyordu). Böylece savaş gemileri, Japon kıyılarındaki siperlere nokta atışı yapabileceklerdi. Bu bilgisayarların çocukları ise, kıtalar arası nükleer balistik füzeleri büyükşehirlere fırlatmak için tasarlandı.
Günümüzün bilgisayarları basit birer hesap makinesi değil
Artık bilgisayarları yalnızca gelişmiş birer hesap makinesi olarak kullanmıyoruz. Gelişmiş yazılımlar, programlar bir yana; 25 yıldır bilgisayar simülasyonları ile insan beynini taklit etmeye çalışıyoruz.
IBM’in geliştirdiği Watson bilgisayarı bunda dönüm noktası oldu. ABD’de yayınlanan bir bilgi yarışması programında şampiyon olan Watson, şimdi sağlık sektöründe çalışmak için milyonlarca sayfalık tıp kitabı okuyor.
Ancak, kitap kurdu Watson’ın yeni kardeşlerinin insani duygular kazanmak için uzun bir yol kat etmesi gerek. 30 yıl sonra, Yapay Zekaya sahip kuantum bilgisayarlar bugünün bilgisayarlarından çok farklı olacak. Bu fark sıradan bir laptop ile Facit mekanik hesap makinesi arasındaki farktan çok daha büyük bir fark olacak. Kuantum bilgisayarlar sadece daha hızlı işlem yapmayacak, aynı zamanda insan gibi düşünecek, belki insan gibi hissedecek. Bunun ilk aşaması ise 2013’te başlıyor.
IBM’den 5 bilim adamı, 5 yıl içinde, bilgisayarlara 5 duyu kazandıracak
Dokunma: Titreşimli dokunmatik ekranlar, akıllı telefonlardaki sanal klavyeyi ve internet sayfalarındaki resim düğmeleri kullanmamızı kolaylaştırıyor.
Ultrasonik titreşimli çok yönlü dokunmatik ekranlar ise, sanal klavyedeki tuşları, tıpkı gerçek klavye gibi elimizin altında tek tek hissetmemizi sağlayacak. Böylece sırf parmaklarımız büyük diye ekranda yanlış tuşa basmaktan kurtulmuş olacağız.
Ultrasonik titreşim, telefon ekranının, kulağımızla işitemeyeceğimiz kadar yüksek frekanslarla titremesi demek. Ultrasonik titreşimler, ekrandaki resimlerin, ikonların, widget’ların kenarlarını, gerçek bir eşyayı elimize alır gibi dokunarak “hissetmemizi” sağlayacak.
Buna Haptik Teknoloji diyoruz. Xbox 360 veya Playstation 3 konsollarında video oyunu oynarken elimizin altında titreyen ve böylece, ekrandaki askerin kurşun yediğini bize bildiren gamepad’leri ve joystickleri uzun zamandır kullanıyoruz.
Telefonlar “dokunmatik uzaktan kumanda” olacak
Maç izlerken eşimize kapı açmak istemiyorsak, daire kapısının elektronik kilidini, akıllı telefonumuzu uzaktan kumanda olarak kullanarak açacağız.
Telefon ekranının üzerinde kapı tokmağının 3 boyutlu bir görüntüsü oluşacak. Aynı zamanda, telefon parmak uçlarımıza “ultrasonik titreşimler” gönderecek.
Yüksek frekanslı bu titreşimler, parmak uçlarımızda basınç yaratacak ve dokunma hissi uyandıracak. Böylece, telefon ekranındaki 3 boyutlu tokmak görüntüsüne gerçekten dokunuyor gibi olacak ve ekrandaki tokmağı elimizle çevirip, evimizin kapısını uzaktan açmış olacağız.
Ultrasonik dokunma teknolojisi yakında 3 boyutlu projektörlerde de kullanılacak. Bu sayede web sayfalarındaki resimleri salonumuza yansıtabileceğiz…
Örneğin, Microsoft Xbox 360 video oyunu konsollarında, oyundaki askerleri el-kol hareketleri yaparak yönetmenizi sağlayan Kinect sistemini düşünün… Kinect benzeri teknolojiler, kızılötesi ışınlar kullanarak veya havadaki titreşimleri algılayarak vücut hareketlerinizi tespit ediyor, kolunuzu soldan sağa veya yukarı aşağı salladığınızı anlıyor. Kinect, bilgisayar ekranındaki menüleri veya oyun karakterlerini jest ve mimiklerle kontrol etmenizi sağlıyor.
Bu teknolojiyi “üç boyutlu ultrasonik uzaktan dokunma sistemine” eklediğimiz zaman, tıpkı Tom Cruise’ın Azınlık Raporu filminde olduğu gibi, odamızdaki 3B görüntülere elimizle dokunabilecek, bunları elimizle “sürükleyip bırakabileceğiz”.
Dokunmatik online mağazalar, dokunmatik alışveriş
Benim evimde böyle bir teknoloji olsa, Migros sanal marketten aldığım elmaların çürük veya ezik olup olmadığını, salonumdaki dokunmatik 3B elma görüntüsünü yoklayarak anlayabilirim. Bu da sanal marketten alışveriş yapmanın en büyük dezavantajını ortadan kaldırır: Satın aldığımız şeyi elimizle dokunarak kontrol etmek…
Aynı sistemle, Derimod online mağazadan bir deri ceket de beğenebiliriz. Bu ceketin salonumuzdaki 3B görüntüsüne dokunarak, derinin defolu olup olmadığına bakabiliriz. Hatta ceketin 3B görüntüsünü gerçek ceket gibi üstümüze giyerek, üstümüze oturup oturmadığını görebiliriz. Dokunmatik teknolojinin faydaları sınırsız…
Görmeyi dokunmayla birleştirmek, stok/envanter yönetiminde dokunmatik etiketler
Yukarıdaki örnekte, 3B boyutlu elma görüntüsünü elimizle yoklayarak elmanın ezik olup olmadığını anlayabiliriz dedik. Bu, son kullanıcı için güzel bir çözüm. Ancak, “dokunmatik görüntüleri” perakende zincir mağazalarda stok/envanter yönetiminde de kullanabiliriz.
Elinizde ultrasonik dokunma teknolojisi olan bir akıllı telefon olduğunu düşünün. Bu telefonu aynı zamanda mağazanın deposuna giren malları, kolileri etiketlemek için de kullanabilirsiniz: Kolilerin üzerinde ultrasonik dalgalar yayan etiketler olacak (işitemeyeceğimiz kadar yüksek frekanslı ses dalgaları).
Tekstil sektöründe büyük kolaylık
Bu etiketler, akıllı telefonunuzun ekranında parmaklarınız için “özel hisler uyandıracak”. Kolinin içinde ipek kumaş varsa, telefonun ekranında ipek kumaşın seri ve stok numarasını göreceksiniz. Parmağınızı ekranda gezdirdiğinizde ise ipeksi bir dokunuş hissedeceksiniz. Böylece kumaşın gerçek kalitesini paketi açmaya gerek kalmadan anlayabileceksiniz.
Bu da özellikle yurtdışına üretim yapan fason tekstil fabrikalarında kalite kontrol sürecini kolaylaştıracak. Konfeksiyon giysilerini İtalya’dan sipariş eden şirket, üretimde hangi kumaşı kullanacağınızı size internetten söyleyecek. İtalyan müşteri, elindeki kumaş numunesinin 3B boyutlu dokunmatik görüntüsünü akıllı telefonunuza internetten yollayacak. Siz de telefonun ekranına dokunup, adamların nasıl bir kumaş sipariş ettiğini anlayacaksınız…
Ve test üretimi yaptığınızda, numuneyi adamlara akıllı telefondan yine 3B dokunmatik görüntü olarak göndereceksiniz. Böylece onlar yurtdışından onay verdikten sonra seri üretime geçerek, yanlış üretim nedeniyle ceza yemeyeceksiniz. Tekstil sektöründe çalıştım. Bunun fabrikatörleri nasıl sevindireceğini biliyorum. Postada numune göndermekten kat kat pratiktir :).
Dokunan bilgisayarları ve akıllı telefonları IBM’den dinleyin
Görme engelliler dünyayı “dokunarak görecek”
Biliyorsunuz, yarasalar kör sayılır. Geceleyin yollarını ultrasonik dalgalar yollayarak, yani ses dalgalarından oluşan bir tür “doğal radar” kullanarak bulurlar. Yarasaların yaydığı ama insanların işitemediği ses dalgaları duvarlardan yansıyarak, hayvanların eşyalarla dolu bir evde bile duvara çarpmadan uçmasını sağlar.
Bu ultrasonik radar sisteminin görme engelliler için kullanıldığını düşünün. Tek yapacağınız ses radarı verilerini gerçek eşyalarla eşleştirmek…
Görme engellilerin optik sinirlerine veya beyinlerine öyle bir çip yerleştirelim ki engelliler ses dalgalarını 3B görüntüye çevirebilsinler. Görme engelli bir kişinin akıllı telefonu, evi ses dalgalarıyla tarayabilir ve odadaki eşyalardan seken ses dalgalarını bilgisayar görüntülerine dönüştürebilir. Sonra bu görüntüleri, görme engellinin beynindeki çipe yerleştirebilir. Böylece, hayatlarında hiç ışık ve renk görmemiş insanlar, dünyayı bilgisayar grafikleri yardımıyla görebilirler.
Üstelik Hollywood filmlerinde, Yıldız Savaşları ve Yüzüklerin Efendisi’nde gerçeğinden ayırt edilemeyen bilgisayar canavarları ve uzay gemileri var. Görme engelliler de dünyayı işte bu şekilde, gerçekçi grafiklerle “görebilir”.
Uzay Yolu’nda, Atılgan D uzay gemisinin baş makinisti Geordi de görme engelliydi ve dünyayı özel bir gözlük, vizör sayesinde görüyordu. Geordi La Forge, bu vizör sayesinde sadece görünür ışığı değil, radyo dalgalarını, morötesini ve kızılötesi ışınları da görebiliyordu.
Hatta bu yüzden, etrafını normal bir insandan çok daha gerçek ve net olarak gördüğünü düşünüyordu. Gerçekten de geleceğin en iyi filozofları, dünyaya işte böyle farklı bir “gözden” bakan görme engellilerden çıkabilir. Radyo dalgalarını ve kızılötesi ışınları normal ışık gibi gördüğümüz bir evren, bizim için sıradan gözlerimizden çok daha derin bir anlam kazanacaktır. Tam 14 yıl çevirdiğim çizgi roman kahramanı Barbar Conan da benimle aynı fikirde! 🙂
Barbar Conan: Duyamadığımız sesler varsa, göremediğimiz renkler de olabilir
Conan, gençliğinde Nemedya Ormanlarından geçerken iki avcının görünmez bir canavarın saldırısına uğradığına tanık olur. Adamları kurtarmak için baltasıyla saldıran Conan önce bir güzel dayak yer. Ardından, görünmez iblisi nehre atarak, suda debelenen yaratığı hayal meyal seçmeyi başarır ve sıkı bir mücadeleden sonra canavarı öldürür…
Conan, “O neydi?” diye soran avcılara şu cevabı verir: “Köpeğin yaşasaydı sana söylerdi dostum. Duyamadığımız sesler var. Bu iblis de göremediğimiz renktendi!”
Sadece Barbar Conan mı? Doktor robotlar, online dokunmatik muayene var!
Havayı elimizin altındaki sert plastik gibi hissetmemizi sağlayan ultrasonik dokunma sistemi ve 3 boyutlu görüntüler sağlık sektöründe de devrim yaratacak.
Bugün hastanelerde uzman doktor ve yatak sıkıntısı çekiyoruz. Oysa doktorlar bizi online olarak ama evimizde yatarken muayene edebilse büyük zaman kazanırdık.
Bu şimdilik mümkün değil, çünkü doktorlar hastaları eliyle dokunarak muayene eder, vücutta bir şişkinlik olup olmadığına bakar. Ancak, evimizde ultrasonik bir laptop ve internet bağlantısı olsa, uzman doktorumuz bizi hastanedeki odasından, vücudumuza uzaktan dokunarak muayene edebilir. Bunun için doktorun bilgisayarının da uzaktan dokunma özelliğini desteklemesi yeterli. Hastane ve sağlık ocağı olmayan köylerde, yoksul bölgelerde bu sistem hayat kurtaracaktır.
Bebekleri uzaktan okşamak… Tarlada kımıl zararlıları
Ultrasonik dokunmatik sistemlerin faydaları anlatmakla bitmez ama ben “gören bilgisayarlara” geçmeden önce iki kısa örnek vermek istiyorum:
1) Çalışan annelerin evdeki bebeklerini işyerinden kamerayla izlediğini biliyoruz. Böylelikle bebek ağladığında evdeki bakıcıya haber verebiliyor ve bebek ters döndüğünde boğulma tehlikesini önlüyorlar.
Oysa anneler bebeklerinin neden ağladığını onlara dokumadan anlamakta zorluk çekiyorlar. Gazı mı var? Karnı mı aç? Hasta mı? Ultrasonik uzaktan dokunma teknolojisi, bir gün annelerin çocuklarını işyerinden okşamasını, yenidoğanın gazını almak için ekrandaki bebek görüntüsünün “sırtına vurmasını” sağlayacak.
2) Ve çiftçiler tarladaki buğdayın hastalıklı olup olmadığını bu tür uzaktan dokunma cihazlarıyla tespit ederek önlem alabilecek. Özel eldivenler takan çiftçiler, tarlanın 3B kamera görüntüsünü inceleyerek, tarladaki başakların arasında saatlerce dolaşmadan, hangi bitkilerin hastalandığını görüntüye dokunup anlayabilecekler.
Dünyayı insan gibi gören bilgisayarlar
Yapay Zekanın, akıllı robotların, onları yaratan biz insanları anlaması için dünyayı bizim gözümüzle görmesi gerekiyor. Gerçekten de insan gibi renkleri görebilen bir bilgisayar, trafik kontrol sisteminden güvenlik sistemlerine kadar her alanda daha hızlı ve verimli çalışır.
Atalarımız bir resim bin kelimeye bedeldir demişler ama bilgisayarlar için resimler piksellerden, yani resmi oluşturan noktalardan ibaret. Bu yüzden de bilgisayarların dünyayı yalnızca kameraya almak yerine, aynı zamanda baktığını görmesini sağlamak çok zor ama IBM gelecekten umutlu:
IBM’e göre bilgisayarlar pek yakında insan yüzünü tanımayı öğrenecek ve her yıl çektiğimiz 500 milyar fotoğrafı tıpkı bir adli suç dedektifi inceleyebilecek (bu sayıdan kişi başına yılda 78 fotoğraf düşüyor).
Bilgisayara görmeyi öğretmek zor
Zor çünkü biz insanlar, dünyayı bilgisayarlar gibi pikseller halinde görmüyoruz. Gözün ağtabakasındaki görme hücrelerimizin her biri, tek bir piksele karşılık gelmiyor, bir “görme sinyaline” karşılık geriyor. Bu sinyal anlık olarak değişiyor. Görme sinyali bir an 3 piksellik bir sinyal olabilir, bir an 10 piksellik bir sinyal olabilir.
Üstelik biz insanlar dünyayı gözümüzle değil, beynimizle görüyoruz. Beynimiz Dijitürk dekoderi ise, gözlerimiz uydu sinyalini alan bir çanak gibidir…
Beynimiz gözümüzden gelen sinyalleri yorumluyor ve içlerinden beğendiğini seçerek, tatilde gördüğümüz o kır manzarasına dönüştürüyor. Dolayısıyla, gördüğümüz dünya, insan beyninin farklı görüntüler arasından kesip biçerek yapıştırdığı bir kolaj, bir tür mozaiktir.
Midpoint’te yemek yerken masadaki sevgilinizin size gülümsediğini düşünün. Beyniniz, erkek arkadaşınızın resmini, profesyonel bir fotoğrafçı gibi belki 10 kez çekiyor. Her resim binlerce görüntü parçasından oluşuyor. Beyin, arkadaşınızın burnunu 8. resimden, dudaklarını ise 5. resimden alabilir. Gerçek hayat dediğimiz şey, beynimizin oluşturduğu birleşik sanal görüntüdür!
Oysa bilgisayarlar için sadece pikseller var ve bu piksellerin de dijital kameranın her pozu için tek bir sürümü var dedik.
Bilgisayarın insan gibi görmesini sağlamak için, önce profesyonel fotoğrafçılar gibi, aynı manzaranın art arda çok sayıda resmini çekmesi gerekiyor. Sonra da bilgisayarın işlemcisi (beyni!), her resmin en güzel parçasını alıp bunları birleştirmeli ve tek bir mükemmel fotoğraf oluşturmalı.
Ancak, bilgisayarın ne gördüğünü anlamadan bunu yapması imkansız. Bilgisayara (tıpkı bebeklerin öğrendiği gibi) renkleri, şekilleri, ışığı, karanlığı seçmesini, bunları ayırt etmesini öğretmek gerek. Bilgisayarlar bunun için de bağlamlı düşünmeyi öğrenmeli. Örneğin salondaki bir masayı diğer eşyalarla karşılaştırmalı, böylece nasıl bir masa olduğunu anlamalı (yuvarlak masa, ahşap masa).
Kısacası odayı tanımayan bir bilgisayarın odadaki mobilyaları fark etmesi de imkansız olacıktır. Bu bizim için de geçerli… Geceleyin karanlıkta ışığı açmadan yolumuzu bilmek istiyorsak, evimizdeki eşyaların, odaların ve kapıların yerini hatırlamaya, zihnimizde canlandırmaya çalışırız. Bilgisayarların insan gibi görmesini sağlamak için önce bunu öğretmek lazım.
Facebook yüz tanıma teknolojisi
Facebook yüz tanıma teknolojisi bu noktada devreye giriyor. Yüz tanımada kullanılan yazılım, özel bir formül yardımıyla, yan yana resim çektiren iki kişinin görüntüsünü oluşturan pikselleri, desenlere, aydınlık ve karanlık noktalara göre gruplandırıyor. Böylece hangi pikselin hangi yüze ait olduğunu anlıyor. Ardından da yüzleri örneğin çaydanlıktan ayırt edebiliyor, hangi yüzün kime ait olduğunu öğrenebiliyor.
Dikkat edersiniz, burada insan beyni gibi davranıyoruz. Yüzleri, eşyaları, nesneleri çevreye, bağlamına, içinde bulunduğu duruma göre yorumlayarak tespit ediyoruz. Benzer bir teknoloji Crysis II video oyunundaki özel efektler için kullanıldı.
“Temaslı gölgeler” (contact shadows) denilen bu özel efekt, oyun dünyasındaki eşyaların sadece siyah ve gri gölgelerle değil, aynı zamanda renkli gölgelerle “gölgelenmesini” sağlıyordu. Florasan ışığında olduğu gibi renkli gölgeler, video oyunlarına gerçeklik kazandırıyor, oyuncuyu kendine bağlayan bir tür gerilim filmi atmosferi yaratıyor.
Robotların gelecekte insan gibi nasıl göreceğini merak ediyorsanız, bu efektin nasıl yapıldığını aşağıda size biraz açıklamam gerekiyor.
Önce oyundaki resimleri oluşturan piksellerin kimliği tespit ediliyor; hangi pikselin hangi eşyaya ait olduğu tespit ediliyor. Böylece piksellerin aydınlık ve karanlık değerleri, komşu piksellere göre hesaplanıyor; yani hangi eşyanın hangi eşyaya “ne renk gölge düşüreceği” belirleniyor. Sonuçta gölgelerin renk tonları, ışığın şiddetine ve aydınlatma açısına göre hesaplanmış oluyor.
Sağlık sektöründen sınır güvenliğine
Amerika’da, insan yüzlerini ayırt etmeyi öğrenen akıllı kameralar askeri yasak bölgeler veya sınır boylarının güvenliğinin sağlanmasında kullanılmaya başladı.
Facebook da yüz tanıma teknolojisini arkadaşlarımızın çektiği resimleri analiz etmekte kullanacak. Örneğin biz nerede yemek yediğimizi söylemesek de resme bakıp hangi restorana gittiğimiz ne yediğimizi anlayacaklar. Böylece Facebook’ta pazarlama yapan şirketler ve reklamverenler, web sayfalarında, arama motoru sayfalarında bize özel reklamlar gösterebilecekler.
Yüz tanıma teknolojisinin bir benzeri, hastanelerde MR ve tomografi görüntülerini inceleyerek kanseri tespit eden akıllı robotlar tarafından da kullanılacak: İnsan hatasının büyük ölçüde önlenmesinden söz ediyoruz. Böylece “Doktor ilk röntgende görmemiş; kolunuzdaki kireçlenme değil, aslında lenf bezi iltihabı” gibi kötü sürprizlerle karşılaşmayacaksınız.
IBM ve insan gibi gören, resim yapabilen robotlar
Sanatçılar konserde kulaklık takmak zorunda kalmayacak…
1960’larda elektrogitar ve sahne hoparlörlerinin (monitör deniyor) yaygınlaşmasıyla birlikte, akustik konser verme imkanı da pek kalmadı. Oda müziği, Klasik Batı Müziği gibi bir iki istisna dışında, bir konser salonuna ya da stat konserine gittiğimizde, sahnedeki grubu binlerce watlık hoparlörlerle dinlemek zorunda kalıyoruz.
Ben de hayatımın ilk stat konseri olan, 1993 İnönü Stadı Metallica konserine gittiğimde sağır olacağımı sanmıştım. Metallica o zamanlar soundunu yumuşatmamıştı. Konsere kafadan Creeping Death ile girdiler ve ben de basların sesini karnıma inen darbelerle, tizleri ise titreyen gözlüklerimle hissetmeye başladım.
Oysa konser verenlerin sahnedeki durumu daha kötü olabilir. Koca statta müziğin sesinin bize ulaşması için sahneye büyük hoparlörler kurulması gerekir… Ve sahnedeki gürültü yüzünden kendi gitar sesini, kendi vokalini duyamayan grup üyeleri kulaklık takmak zorunda kalabilirler.
Bu sorun bütün gruplar için ortaktır. Barış Manço ve Kurtalan Ekspreste sanatını icra eden İtalyan Lisesi’nden arkadaşım Eser Taşkıran’ın dediği gibi, yüksek ses sanatçıların işitme kaybına uğramasıyla sonuçlanmaktadır. İşitme kaybına uğrayan müzisyenler notaları yakalamakta zorlanabilirler.
Ancak, bunun bir dezavantajı daha var: O da stat konserlerinde kulaklık takan grup üyelerinin, arkadaşlarının nasıl gitar çaldığını duymaması. Sadece kendi seslerine odaklandıkları için, metal grupları bazı konserlerde senkronizasyonu kaçırıp detone olabiliyor. Biz de CD’de bu kadar güzel şarkı söyleyen bir grubun konserde nasıl böyle berbat çaldığına şaşırıyoruz.
Bilim adamları, insan gibi işiten robotlar üzerinde çalışırken bunun bir çaresini geliştirdiler: Tek yönlü hoparlörler… Bir şirket de stat konserleri için tek yönlü hoparlörleri satışa sundu. 2005 yılında çeviri bürosunda çalışırken, bu hoparlörlerin tanıtım videosunun altyazılarını Türkçeye çevirmiştim.
Bunun duyduğu sesleri, ne konuşulduğunu anlayan bilgisayarlarla ne ilgisi var derseniz, hemen ona geliyorum:
Birkaç yıl önce bana bir belediye otobüsü çarpıyordu. Eğer trafik polisi aracı uyarmasaydı ölecektim. Bunun sebebi, müzik dinlemek için “kulak içi” kulaklık takmamdı. Sağa sola bakmadan karşıya geçmiş ve otobüsün kornasını duymamıştım.
Tek yönlü hoparlör ve kulaklıklar olsaydı asla böyle bir tehlikeyle karşılaşmayacaktım. Tek yönlü hoparlörler sesi sadece belirli bir yönde iletiyor. Tıpkı el fenerinin sadece tuttuğunuz yeri aydınlatması gibi. Evdeki lambalar ise bildiğiniz gibi her yeri aydınlatır, klasik hoparlörler siz metal dinlerken bütün evi inletir. Babanız veya komşular size kızabilir.
Sadece belli sesleri duyan, gürültüyü işitmeyen “seçici kulaklar”
Bu hoparlörleri stat konserinde kullansalar, stattaki seyirciler şarkıcıları duyar ama şarkıcılar sahnedeki büyük hoparlörleri değil, sadece kendi seslerini duyarlar. Böylece kulaklık takmadan, yüksek seste sağır olma tehlikesiyle karşılaşmadan ve aynı zamanda, arkadaşlarının nasıl çaldığına da dikkat ederek güzel bir konser verebilirler.
Tek yönlü kulaklıklar, yolda benim gibi dalgın dalgın telefondan müzik dinleyenlerin trafik gürültüsünden korunmasını sağlar. Tek yönlü kulaklıkları belirli frekanslara ayarlayabiliriz ve örneğin yakındaki arabaların kornalarını işiterek ama sokak satıcılarının seslerini duymadan, yolda güvenle, keyifle müzik dinleyebiliriz.
IBM’e göre 5 yıl içinde akıllı telefonlar bu teknolojiyi destekleyecek. Bir gece kulübüne gittiğinizde arkadaşınızla bağırarak konuşmak zorunda kalmayacaksınız.
Akıllı telefonlar, sohbet eden iki kişi arasındaki mesafeyi ölçecek. Daha sonra sesinizi uzaktaki bardan bira alan arkadaşınıza ultrasonik olarak, yani partideki diğer insanların işitemeyeceği bir frekansta yollayacak. Yalnız dediğim gibi, aranızdaki mesafeyi ölçtüğü için, ultrasonik dalgalarla aktarılan sesiniz tam arkadaşınızın kulağına ulaştığında, normal sese dönüşecek. Böylece hem siz bağırmadan konuşacaksınız hem de özel bir şey söylediğinizde, arkadaşınız ve sadece arkadaşınız, ne kadar uzakta olursa olsun sizi duyacak.
O gün hayatımı kurtaran trafik polisinde böyle bir megafon veya akıllı telefon olsaydı, belki onu çok daha kolay duyacaktım, tehlikenin daha önce farkına varacaktım. Sadece belirli seslere duyarlı bu sistemi evinizi korumak için harika bir hırsız alarmı olarak da kullanabilirsiniz… Yani evcil kediniz yanlışlıkla alarmı çalıştırmaz, polisler boşuna evinize gelmez.
Depremi dinleyen ve önceden haber veren bilgisayarlar
İnsan kulağı belirli bir eşikteki sesleri duyabiliyor ama bilgisayarlar çok tiz veya bas sesleri, ultrasonik ya da infrasonik sesleri de duyabilirler.
Böylece Trabzon yollarında yağmurdan zarar görmüş dağlık yolun ne zaman çökeceğini, bir köprünün ne zaman yıkılacağını, bir ağacın yola ne zaman düşeceğini anlayabiliriz. Bu sistem, yakın gelecekte dünyanın her yerini kaplayacak olan kum tanesi büyüklüğündeki sensörlere, yani “akıllı toza” eklenirse; toprak kaymasını, depremleri önceden haber vermek mümkün olacak. Balıkçılar da bu teknoloji ile balık sürülerinin rotasını ve derinliğini saptayabilecek.
IBM ne yiyeceğimizi bizden iyi bilen gurme bilgisayarları anlatıyor
Robot gurmeler, şarap tadan akıllı telefonlar
Yemeklerin tadını alan akıllı diyet uzmanı bilgisayar çipleri, siz rejim yaparken ve kilo verirken sağlıklı gıdalar almanıza yardım edecek. Akıllı telefonunuz, havadaki birkaç molekülü koklayarak, markette satılan peynirde veya yemek mamasında kanserojen madde ya da bebeğinize zararlı bakteri olup olmadığına bakacak. Robot gurmeler şarap tadıcıların yerine geçecek.
Öyleyse gurmelerin ve şarap tadıcıların sonu geliyor mu? İspanya’da geliştirilen yeni “elektronik dil”, meyvelerin ve meyve sularının antioksidan değerlerini ölçüyor. İspanya Valencia Teknik Üniversitesi’ndeki (UPV) araştırmacılar, bunun için dünyanın en hassas elektronik dilini geliştirdi. Araştırmacılar, yeni elektronik dili, insan tadıcılarının yerine geçecek ekonomik bir çözüm olarak pazarlamayı düşünüyor!
Yemeklerin tadına bakan gurme robotlarda kullanılan teknoloji, tadını beğenmediğimiz için yemediğimiz sağlıklı yemeklerin, örneğin haşlanmış brokolinin kızarmış et veya patates gibi tat vermesini sağlayacak. Böylece sağlıklı beslenme bambaşka bir anlam kazanacak. Aslında, gurme bilgisayarlar, aşçı robotlar, annelerimize veya yemek yapmayı bilmeyen yeni evlendiğiniz eşinize en lezzetli tarifleri verecek.
Koku alan ve yemeklerin tadına bakan bilgisayarlar, uyuşturucu kaçakçılarının eroin torbalarını veya teröristlerin koyduğu bombaları bulmak için kullandığımız köpeklerin yerini alacak.
Havanın ne kadar temiz olduğunu ölçen robotlar, sağlık durumunuzu ter kokunuzdan ve hormonlarınızdan anlayacak. Biz daha hapşırmadan, “Dostum sen hastalanıyorsun” diyecek.
Bu sistem doktorların ayakta hasta muayene etmesini, doğru teşhis koymasını kolaylaştıracak. Bazı durumlarda kan tahlili yapmaya bile gerek kalmayacak. Check-up yaptırmaya gittiğinizde, doktor robotların sizi koklaması yeterli olacak.
Ne dersiniz? İnsan gibi 5 duyusu olan ve tecrübeli yaşlı çiftçiler gibi yağmurun gelişini kokusundan anlayan bakıcı robotlara hazır mısınız?