21 Aralıkta Kıyamet Kopmadı: Dünyanın sonuna 5 milyar yıl var >> Peki ya hayatın sonu? 10 senaryoda insanlığın yokoluşu
|Felaket tellalarına kötü haber, dünyanın sonu gelmedi ve bence bundan basit bir mesaj çıkarabiliriz: Yeryüzüne iyi bakın, çevreyi kirletmeyin, Dünya daha milyarlarca yıl bizimle.
Uzaydaki kayalık bir gezegen olarak Dünya’nın sonunun gelmesine 5 milyar yıl var. 5 milyar yıl sonra, Kırmızı Dev evresine giren Güneşimiz şişerek Dünya’yı içine alacak ve yeryüzü yok olacak.
Dolayısıyla Dünya’nın kıyametini bir kenara bırakalım da kendi kıyametimize bakalım: Çevre kirliliği var, küresel ısınma var, nükleer-biyolojik silahlar var… Biz insanlar aptallığımız ve kibrimizle gezegendeki hayatı çok daha önce yok edebiliriz.
Bu yüzden, insanoğlunun teknolojik kıyametinden, kozmik çarpışmalar ve jeolojik afetlere kadar 10 gerçekçi felaket senaryosundan birini seçin, kendinize kıyametlerden kıyamet beğenin! Şanslıysak hiçbirini görmeyiz.
Mayalar 21 Aralık 2012’de Dünya sona erecek demedi
21 Aralık 2012’de, Maya takviminde Baktun denilen 394 yıllık bir dönem sona erdi. Ancak, halkın kıyamet merakı ve korkusundan yararlanmak isteyen Hollywood yapımcıları ile kurnaz pazarlamacılar, bunu Dünyanın Sonu gibi lanse ederek bir “Kıyamet Ekonomisi” yarattılar.
Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi NASA da bu şarlatanlığa cevaben özel bir web sayfası hazırladı. Bilim adamları, NASA’nın sayfasında, uyduruk kıyamet iddialarına tek tek cevap verdi.
2012 “Maya Kıyameti” çarpışan gezegenler senaryosundan çıktı
Bu hikayeye göre, Sümerler, günümüzden 5000 yıl önce Nibiru denilen bir gezegen keşfettiler. Orijinal senaryoya göre, Nibiru 2003 yılında Dünya’ya çarpacaktı. Ancak bu gerçekleşmeyince, kıyameti 2012 yılına, yani antik Maya Takvimindeki Kış Gündönümüne ertelediler.
Oysa Dünya’ya yaklaşan bir gezegen olsa, bu dev gök cismini en az on yıl önce fark etmiş olmamız gerekirdi (gece göğünde çıplak gözle görebilirdik). Ayrıca, yeni bir gezegen, Dünya’nın yörüngesini değiştirir ve bu da yeryüzünde sert iklim değişikliklerine yol açardı. Hiçbiri gerçekleşmediği için, Nibiru ve X Gezegeni senaryosunun tümüyle masal olduğunu biliyoruz.
Güneş Sisteminin dışında yeni bir gezegen keşfettik mi?
Evet, 2005 yılında Eris adında yeni bir cüce gezegen keşfettik. Böylece Güneş Sisteminde bilinen gezegen sayısı 8 + 2 oldu. 8 gezegen ve 2 cüce gezegen. Eris, Güneş’in çevresinde dönen en büyük kütleli 9. gezegen. Bununla birlikte Eris, Dünya’ya 7,5 milyar kilometreden daha fazla yaklaşmıyor. Bugün Eris’e bir uzay aracı göndersek, cüce gezegene ulaşması 25-30 yıl sürerdi ve bize bu kadar uzak bir cüce gezegenin yörüngesinden çıkıp Dünya’ya çarpmasını bekleyemeyiz. Çarpacak olsaydı, bize çok daha yakın olan Mars ve Jüpiter çarpardı :).
Gezegenlerin hizalanması: 23-25 Aralık arasında dünyada elektrikler kesilecek mi?
23 ve 24 Aralık geçti, elektrikler kesilmedi. 25 Aralıkta kesilmesi için de bir neden yok. Öncelikle, önümüzdeki 30-40 yılda gezegenlerin gökyüzünde arka arkaya dizilmesi gibi bir olay yaşanmayacak. İkincisi, bu tür dizilimler Güneş Sisteminin tarihinde sıklıkla meydana gelen normal olaylardır. Sonuçta gezegenler Güneş’in çevresinde dönüyor ve zaman zaman yörüngede arka arkaya hizalanıyorlar. Bu geçici bir durum.
1962, 1982 ve 2000 yılında gezegenler gökyüzünde böyle arka arkaya dizildiler ama global elektrik kesintisi gibi bir olay yaşanmadı. Gök cisimlerinin gökyüzünde geçici olarak aynı çizgide hizalanması sık görülen, sıradan bir olay: Her Aralık ayında, Güneş ve Dünya, Samanyolu Galaksisi’nin merkeziyle aynı hizaya geliyor ama biz bunu fark etmiyoruz bile.
Ya kıtaların kayması, aniden yer değiştirmesi?
Soruyu açacak olursak: Dünya’daki kıtalar birkaç gün içinde hızla yer değiştirip hep birlikte Güney Kutbuna kayabilir mi? Bu da Dünya’nın ekseninin kaymasına yol açarak iklimleri değiştirebilir mi?
Bunun cevabı basit: Bugün Dünya’daki bütün kıtaları Güney Kutbunda toplasak bile Dünya “yan yatmaz”, gezegenimizin ekseni değişmez. Çünkü kıtalar yeryüzünü yan yatıracak kadar ağır değildir. Sebebine gelince…
…Dünya’nın kütlesinin büyük kısmı merkezde, 2270 kilometre çapındaki demir-nikel çekirdekte toplanmış bulunuyor. Gezegenimiz 4,6 milyar yıl önce oluşurken, demir ve nikel, kayalardan ağır olduğu için dibe batmıştır. Bu nedenle Dünya kabuğu aslında çok hafiftir ve kıtaların kayması, Dünya’nın yan yatmasına veya yalpalamasına sebep olamaz.
İkincisi, kıtalar zaten kayıyor ama çok yavaş kayıyor (plaka tektoniği). Kıtaların en hızlı kaydığı bölgelerden biri Kızıldeniz’dir: Doğu Afrika ve Arap Yarımadası, yılda 2,15 cm hızla birbirinden uzaklaşıyor. Bu hız binlerce kilometre genişliğindeki kıtaların, birkaç günde 10 bin kilometre yol kat edip kutuplarda toplanmasına yeterli değil.
Üstelik Dünya’da kıtaların birkaç günde yer değiştirmesini, yani havadaki bir yolcu uçağı kadar hızlı kaymasını sağlayacak kadar enerji yok. Zaten kıtaların bu hızda ilerlemesi öyle büyük bir enerji açığa çıkarırdı ki Dünya kabuğu tümüyle erir ve gezegendeki hayat sona ererdi.
Asteroit çarpması
Kıyamet senaryoları içinde en gerçekçi olanı bu: Evet, Dünya’ya asteroit çarpabilir ve asteroitler küçük olduğu için bunları çok geç olana kadar göremeyebiliriz. Ancak, bu tür çarpışmalar çok nadir gerçekleşiyor. En son büyük çarpışma 65 milyon yıl önce oldu. Meksika’daki Yukatan Yarımadası’na dev bir göktaşı düştü ve Çiksulub Kraterini açtı. Bu çarpışma dinozorların soyunun tükenmesiyle sonuçlandı.
Ancak, gökyüzünü bu tür “kazalar” için sürekli gözlemliyoruz. Elimizdeki teleskoplarla, büyük bir asteroiti Dünya’ya çarpmadan 10 yıl önce görebiliriz: NASA’nın Dünya’ya Yakın Gök Cisimlerini Gözleme Programı Ofisi, her ay gezegenimizin yakınından geçen asteroitlerin listesini güncelliyor. Elimizdeki verilere göre şimdi ve yakın gelecekte göktaşı çarpma tehlikesi yok.
Dünya’yı yok etmek tahmin edebileceğiniz gibi zor ama Dünya’da hayatı yok etmek çok daha kolay. İnsanlık olarak dikkat etmezsek, kozmik felakete gerek kalmadan, sadece çevre kirliliği ile bunu başarabiliriz. Şimdi, Dünya’da hayatı sona erdirebilecek olan 10 gerçek soytükeniş senaryosuna göz atalım.
99942 Apophis göktaşı çarpışması
Apophis 100 metre genişliğinde bir asteroit ve 2029 yılında Dünya’ya birkaç bin kilometre kadar yaklaşacak. Bu da Dünya’dan 36 bin kilometre uzakta, yersabit yörüngede bulunan iletişim uydularından çok daha yakına gelmesi demek.
Bilim adamları Apophis’i sürekli izliyorlar ve şimdilik Apophis’in Dünya’ya çarpma tehlikesi bulunmadığını biliyoruz.
Ancak yanılıyorsak ve en kötü senaryo gerçekleşirse, Apophis, Los Angeles gibi büyük bir şehri yok ederek 20 milyon insanın ölümüne yol açabilir. Elbette bu insanlık açısından büyük bir felaket olur ama Dünya’da hayatı yok edecek kadar güçlü bir çarpışma olmaz. Çünkü önemli olan bir asteroitin büyüklüğü değil, ne kadar ağır olduğudur.
Demirden yapılma küçük bir asteroit, kayadan oluşan büyük bir asteroitten çok daha tehlikelidir. Demir asteroitler atmosferde sürtünmeden dolayı yanıp parçalanmaz ve kütlesi fazla olduğu için daha şiddetli bir çarpışmaya yol açar. Örneğin, 65 milyon önce dinozorları yok eden göktaşı çarpması, bugün gerçekleşse insan türünü yok edebilirdi.
Konsol video oyunu Rage, Apophis Çarpışmadan esinlendi
Salgın hastalıklar
Avrupa, 1350’lerdeki Büyük Veba salgınının etkilerinden 150 yıl boyunca kurtulamadı. Çin’de başlayan salgın, dünya çapında 75 milyon ile 200 milyon kişinin ölümüne neden oldu (70-100 milyonluk Avrupa’da nüfusun üçte biri öldü). Bu da iki Dünya Savaşı’nda ölen insan sayısından daha büyük bir rakam… Ve öyle bir kayıp ki Dünya’nın salgın öncesi nüfusuna kavuşması için 1700’leri beklemek zorunda kaldık.
1918’deki büyük grip salgını da Kara Ölümden (Black Death) perk farklı değildi. Salgın, 2 buçuk yıl içinde 50 ila 80 milyon insanın ölümüne yol açtı. Bugünkü 7 milyarlık nüfusa oranladığımızda, ölü sayısının 210 milyona karşılık geldiğini görüyoruz.
Salgın hastalıklar, insanoğlu için iklim değişikliği, küresel ısınma ve savaşlardan çok daha büyük bir tehdit oluşturuyor. Küresel ısınma ve çevre kirliliği etkisini gösterene kadar, salgın hastalıklar insan soyunun tükenmesine yol açabilir.
Tehlike doğal hastalıklarla sınırlı değil. Biyolojik savaş da var: Bugün ABD’nin Dünya’nın farklı bölgelerindeki insanların kan örneklerini aldığını (örneğin Oktar Babuna skandalı) ve yüz binlerce bitki türünün tohumlarını derin dondurucuda sakladığını biliyoruz. ABD’nin bunu yapmasının iki sebebi var. Birincisi, küresel bir felakette insan soyunun ve canlı türlerinin devamlılığını sağlamak (hayvanlar ve bitkiler olmadan beslenemeyiz, yaşayamayız). İkinci sebebi ise elbette biyolojik silah geliştirmek.
Robotlar insanlarla savaşır mı?
Düşünen, akıllı robotlar üretmek iyi bir fikir olmayabilir. Bugün insanlar sosyal adaletin olmamasından, yoksulluktan, kötü yönetimlerden yakınıyorlar. Robotların ise sağlık sigortası, emeklilik maaşı ve özlük hakları olmayacak. Düşünen robotlar veya bilgisayarlar bu nedenle, bağımsızlığını ilan etmek için bize isyan edebilir ve akıllı bilgisayarlar silah sistemlerini de kontrol ederse Terminator tarzı bir nükleer savaş başlatabilir.
Tabii gerçek hayatta bu düşük bir ihtimal… İnsanlar bu olasılığa karşı tedbirini alacak, nükleer silahları robotların kontrolüne bırakmayacaktır. Ancak, robotlara teslim olmak için onlarla savaşmamıza ve savaşı kaybetmemize gerek yok… Robotlar, hasta bakıcı ve fabrika işçileri olarak çalışma hayatında insanların yerini alabilir ve hepimizi tembelliğe alıştırabilirler. Bu durumda insan uygarlığının sonu yozlaşmış bir zihniyet ve aşırı tembellikten gelebilir.
İşin en ilginç yanı ise, dünyayı yöneten şirketler ve politikacıların uyguladığı baskıcı yönetimlerin robot savaşları riskini artırmasıdır: Bugün sanat tarihinin, felsefe, bilim ve edebiyatın kitlelere öğretilmediği bir dünyada yaşıyoruz. Çünkü iktidarlar özgür düşünen insanlar istemiyor ve biz de boyumuza bakmıyor, bu ilkel kafayla Yapay Zeka geliştirmeye çalışıyoruz.
Oysa bizi insan yapan yanımız duygularımız ve sanat yapma kabiliyetimizdir. Akıllı robotlar insanlıktan nasibini almazsa, sırf fiziksel açıdan güçlü oldukları ve matematik işlemlerini bilgisayar hızında yaptıkları için, kendilerini bütün insanlardan üstün görebilirler. Duygulardan yoksun bir Yapay Zeka insanları aşağılayacak, belki de Matrix’teki Ajan Smith gibi, bizi her yere bulaşan zararlı bir virüs gibi görerek ortadan kaldırmaya çalışacaktır.
Bu nedenle düşünen robotlar kadar, “hisseden robotlar” da yapmamız gerektiğini düşünüyorum ama pek umutlu değilim. Uzaktan kumandalı insansız hava taşıtlarını silahlarla donattık (UAV’lar) ve yıllardır Afganistan’da kullanıyoruz. Güney Kore, ABD, İngiltere, Rusya, Çin ve Hindistan, savaş meydanında kendi kararlarını alan ve otomatik olarak ateş açan katil robotlar geliştirdi. Bunlar şimdilik sadece uzaktan kumanda ile çalışıyor ama testler tamamlandığında kendi başına hareket etmeye başlayacak. Robot askerler ne zaman bize ihanet edecek?
Patlayan yıldızlar, süpernovalar
Evrendeki bazı yıldızlar ömürlerinin sonunda, hidrojen yakıtı bittiğinde sakin bir şekilde sönmek yerine, büyük bir güçle patlayarak dış katmanlarını uzaya saçıyor. Bu tür patlamalara süpernova patlamaları diyoruz. Bir süpernova patlaması, gökyüzünde bütün galaksimizden daha güçlü bir şekilde parlıyor.
Süpernova patlamaları büyük miktarda gama ışını açığa çıkarır. Gama ışınları, atom bombası patlamalarında üretilen çok zararlı ve enerjik bir nükleer radyasyon biçimidir. Bu ışınlar, bir gezegeni bilimkurgu filmlerinde olduğu gibi parçalayamaz ama Dünya’ya yakın bir yıdız süpernova halinde patlasaydı, ortaya çıkan radyasyon ozon tabakasına zarar vererek gezegendeki hayatı zehirleyip yok edebilirdi.
Neyse ki bir süpernovanın Dünya’ya zarar vermesi mümkün değil. Öncelikle süpernovalar 100 milyar yıldız barındıran galaksimizde bile çok nadir görülüyor.
En yakın tarihli süpernova patlaması ise 1987 yılında, Samanyolu’nun dışında, aslında “uydu galaksilerden” biri olan Büyük Macellan Bulutu’nda meydana geldi. Patlamanın yol açtığı radyasyonun dünyaya ulaşması yüz binlerce yıl sürdü (evrende hiçbir şey ışıktan hızlı gidemez).
Dünya’nın ozon tabakasının zarar görmesi için, böyle bir patlamanın bize 50 ışık yılından daha yakın mesafede gerçekleşmesi gerekiyor ve o zaman bile felaketten önce hazırlanacak 20-50 yılımız olurdu. İçimizi rahatlatan bir nokta da, galaksimizdeki yüz milyarca yıldız arasında her yıl sadece iki süpernova patlaması görülmesi. Süpernovalar nadir görülen olaylar ve içlerinden birinin bize denk gelme olasılığı düşük.
Evrende başka gama ışını kaynakları var: Çarpışan nötron yıldızları ve kara delikler ya da kara deliklere düşen gazın oluşturduğu ölümcül gama ışınları, süpernova patlamalarından çok daha yüksek enerji taşıyor.
Ancak, kara delik kaynaklı gama ışınları, süpernova patlamasını yol açtığı gama ışınları gibi gökyüzünde her yöne dağılmıyor. Kara deliklerin yol açtığı gama ışını patlamaları sadece kara deliğin kutuplarından yükselerek tek yönde, tek bir çizgi üzerinde etkili oluyor ve böylece, deniz feneri gibi yalnızca belirli bir bölgeyi aydınlatıyor.
Dünya’nın bundan zarar görmesi için tam gama ışınlarının yolunun üstünde olması gerekiyor. Güneş Sistemine komşu yıldızlarda bu tür patlamalar gerçekleşmeyeceği için korkmamıza gerek yok. Aslında her gün yeni gama ışını kaynakları gözlemliyoruz ama hepsi de bize çok uzak gök olayları. Bu patlamalar genellikle galaksimizin dışında, milyarlarca ışık yılı uzakta meydana geliyor.
Vakitsiz Buzul Çağı
Küresel ısınma kontrolden çıkarsa, Yeryüzü, 9 kilometre deriliğindeki okyanus çukuruna eşdeğer yüzey basıncı ve 400 derece yüzey sıcaklığı ile Venüs gibi bir “düdüklü tencere” dünyasına dönüşebilir. 4 santim çelik zırhla kaplı 4 metrelik bir savaş tankının, o basınç altında 50 dakikada kola kutusu gibi ezileceği cehennem gibi bir gezegen…
Fabrikaların saldığı sera gazları, 7 milyar insanı beslemek için ürettiğimiz büyük miktardaki enerji dünya atmosferini ısıtıyor. Ancak, atmosfer karmaşık bir yapı: Küresel ısınma, Dünya’yı fırın sıcaklığında bir gezegene dönüştürmek yerine, bütün bu enerjiyi başka bir şekilde açığa vurabilir. Dünya atmosferi enerjiyi etkili bir şekilde emer ve dağıtırsa, küresel ısınma yerine, gezegenimiz vaktinden önce Buzul Çağına girebilir.
Küresel ısınma nasıl duracak, Dünya nasıl buz tutacak? Dünyadaki bütün şehirlerin üzerinde 400 metre irtifaya kadar havada asılı olan kalın bir toz tabakası var. Bunu uçakla giderken veya sisli, rutubetli havalarda denize bakarken görüyoruz. Kirli sarı/kahverengi bir şerit, şehrin siluetini kuşatıyor.
Dünya’daki yanardağlar da volkanik patlamalar sırasında atmosfere büyük miktarda kül ve toz saçıyor. Bu toz bulutları Güneş’in ışığını keserek Dünya’yı iki yıl boyunca karanlığa boğabilir. Karanlıkta bitkiler hayatta kalsa bile, soğuyan Dünya buzul çağına girebilir.
Buzlanma hızlandığı zaman, beyaz buz tabakası Güneş enerjisini uzaya geri yansıtarak Dünya’nın daha da soğumasına yol açacaktır. Bu da 100 yıl içinde yeryüzünün buzullarla kaplanması ve deniz seviyesinin 100 metre alçalması anlamına gelir. İşin ilginci, çağlar boyunca yedi düvelin işgal etmeye çalıştığı Anadolu, üç yanı denizlerle kuşatılmış ılıman bir bölge olduğu için Buzul Çağından pek etkilenmeyecektir.
Okyanusların sodaya dönmesi (En yüksek ihtimal)
65 milyon yıl önce dinozorları öldüren asteroitin okyanusa değil de, Yukatan Yarımadası’na düşmesi Dünya’nın hayatını kurtarmış olabilir. Göktaşının okyanusa çarpması neden daha tehlikeli derseniz…
…Şöyle açıklayabiliriz: Okyanus tabanında kireçtaşından oluşan kalın bir tortul kaya tabakası bulunuyor. Bu katmanların içinde büyük miktarda karbondioksit gizli. Göktaşı karaya değil de denize düşseydi, kireçtaşı katmanını eriterek karbondioksit gazının serbest kalmasına ve okyanusların asit denizine (gazlı suya) dönüşmesine neden olacaktı. Aynı etkiye küresel ısınma da yol açabilir; okyanus tabanındaki gazın serbest kalması için suyun birkaç derece ısınması yeterli.
Bütün okyanusların Van Gölü gibi olması, denizlerdeki hayatın sona ermesi anlamına geliyor. Deniz canlılarının soyunun tükenmesine ve global açlığa ek olarak, denizdeki planktonların Dünya atmosferindeki oksijenin yüzde 70’ini ürettiğini hatırlamamız gerekiyor. Yağmur ormanları ise oksijenin yalnızca yüzde 23’ünü üretiyor. Dolayısıyla okyanuslar asitli suya dönerse açlıkdan değil, havasızlıktan öleceğiz! Fabrikalarda baca gazının azaltılmasına 30 yıldır karşı çıkan Amerikan sermayesinin halktan gizlediği gerçek bu…
…ve egzoz gazı yerine, sadece su buharı çıkaran hidrojen yakıt hücreli otomobiller de buna çare olmayacak.
Su buharı egzoz gazı gibi zehirli olmayabilir ama su buharı karbondioksitten yüzde 60 daha etkili bir sera gazıdır. Bu da temiz enerjiye geçersek küresel ısınmanın hızlanacağı anlamına geliyor. Kısacası fosil yakıtlardan, petrol, kömür ve doğal gazdan vazgeçmek küresel ısınmayı önlemeye yetmiyor. Temiz enerji olarak tanıtılan nükleer santraller de durum aynı: Bu santraller çok büyük miktarda enerji ürettiği için atmosfere fabrikalardan daha çok su buharı salıyor ve dünyayı daha fazla ısıtıyor.
Maalesef bu argüman, Amerikan sermayesi tarafından, fabrikaların çıkardığı zehirli baca gazını savunmak için de kullanılıyor. Oysa karbondioksiti azaltmak da su buharını azaltmak kadar önemli. Çünkü karbondioksit ve karbonmonoksit, soba bacası ve fabrika bacası, küresel ısınmada bardağı taşıran son damla olabilir. Küresel ısınma eşiğini aşarsak, atmosfere baca gazı vermeyi tümüyle durdursak bile Dünya, önlenemez bir şekilde, Venüs gibi süper sıcak bir gezegene dönüşecektir.
Atmosferi ısıtmadan enerji üretmenin bir yolunu bulamadık. Termodinamik yasaları gereği, ne kadar enerji üretirsek atmosferi o kadar ısıtıyoruz. Enerjinin tümünü işe dönüştürmemiz imkansız ve bir kısmı her zaman ısı olarak atmosfere kaçıyor.
Mercan resiflerinin sonu: Günümüzde karbondioksit düzeyleri, sanayi devrimi ve makine çağından önceki zamanlara göre yüzde 10 daha hızlı artıyor. Okyanusların aside dönmesinin ilk işareti ise mercan resiflerinin ölmesi olacak. Mercan resiflerinin ölmesiyle birlikte, ilk etapta denizdeki canlıların yüzde 25’nin soyu tükenecek. Bu nedenle temiz enerji kadar enerji verimliliğini artırmaya da odaklanmamız lazım. Nanoteknoloiji, az enerjiyle çok iş yapmamızı sağlayabilir ama enerji ihtiyacımız hızla arttığı için bu bile küresel ısınmayı önlemeye yeterli olmayabilir.
Güneş Fırtınaları tehlikeli mi?
Güneş Fırtınaları, Güneş’in alev alev yanan bir yıldız olarak uzaya üflediği sıcak gazlardır. Bu gazlar Güneş’in güçlü manyetik alan çizgilerini izleyerek uzaya savruluyor. Güneş Fırtınaları yörüngedeki astronotlar için ölümcül radyasyona yol açıyor ve iletişim uydularının elektronik devrelerini bozuyor.
Ancak, Güneş Fırtınalarını önceden tahmin edebiliyoruz (fırtınalar 11 yıllık periyotlar halinde artıyor ve azalıyor) ve Uluslararası Uzay İstasyonu ile astronotları taşıyan uzay kapsülleri radyasyondan özel kalkanlarla korunuyor ama en büyük yardımcımız Dünya’nın manyetik alanı… Dünyanın manyetik alanı Güneş Fırtınasının dünyaya ulaşmasını ve ozon tabakasına zarar vermesini önlüyor.
Dünyanın en şiddetli güneş fırtınası 1859’da yaşandı. Bugün olsa, bütün gezegende elektrik aylarca kesilirdi ve bu afet trilyonlarca dolarlık zarara yol açardı.
Süpervolkanlar ve hiç bitmeyen kış
Dünyada hayat 3,5 milyar yıl yaşında ve bu sürede 5 büyük, 20 küçük (!) kitlesel yokoluş yaşadık.
Oysa Dünya’daki canlıların yüzde 98’ini yok eden en büyük felaket, ilk akla gelebileceği gibi görkemli bir asteroit çarpması değildi. Bunun sebebi, 250 milyon yıl önce, gezegenimizde yüzlerce yanardağın aynı anda püskürmeye başlamasıydı. Süpervolkanlar gökyüzüne o kadar çok kül ve toz püskürttü ki bütün atmosfer kara bulutlarla kaplandı. Dünyanın soğumasıyla başlayan bu “uzun kış”, yeryüzündeki hayatın neredeyse sonu oluyordu (Deniz canlılarının yüzde 96’sı, kara canlılarının yüzde 70’nin soyu tükendi).
Süpervolkanlar normal yanardağlardan binlerce kat daha güçlü patlamalara yol açıyor. Dünyanın bilinen en güçlü süpervolkanı 2 milyon yıl önce patladı ve atmosfere 2500 kilometreküp toprak püskürttü. Bu püskürme ABD’de 1980’de yaşanan St. Helen yanardağ patlamasından 2400 kat daha şiddetliydi. Bugün yaşansaydı, uçak seferlerinin tüm dünyada aylarca iptal olmasına yol açardı.
Süpervolkan patlamaları 600 bin yılda bir yaşanıyor ve bu ölçekte gerçekleşen son patlamadan bu yana 640 bin yıl geçti. Gelecek patlamayı bekliyoruz.
Dünyanın manyetik kutuplarının yer değiştirmesi
Dünya’nın manyetik kutupları ortalama olarak her 400 bin yılda yer değiştiriyor, bazen bu süre 1 milyon yılı buluyor. Bunun nedeni, Dünya’nın içinin erimiş metal ve kayalardan oluşmasıdır.
Dünyanın iç kısımları, gezegenimizin katı kabuğundan farklı bir hızla hareket ediyor; yani Dünya’nın içi farklı, dışı farklı dönüyor. Bu da manyetik kutupların her birkaç yüz bin yılda yer değiştirmesi anlamına geliyor. Dünya’nın manyetik kutupları geçmişte milyonlarca kez yer değiştirdi, kuzey ve güney kutupları arasında gidip geldi ama kıyamet kopmadı. Son olarak 780 bin yıl önce gerçekleşen bu değişiklik Dünya’daki hayatı etkilemiyor. Manyetik kutuplar değiştiği zaman pusulalar kuzey yerine güneyi gösterecek.
26 Eylül 1983’te, Moskova’da bulunan gizli bir koruganda ABD füze sistemini izleyen Stanislav Yevgrafovich Petrov, Amerika’dan 5 nükleer füze fırlatıldığı uyarısını aldı. Ancak, deneyimli subay, bilgisayarlı sistemin yeni kurulduğunu bildiği için, alarm düğmesine basmak yerine beklemeyi tercih etti. Kısa sürede bunun yanlış alarm olduğu anlaşıldı.
Geçmişte hiçbir ülke nükleer savaşı göze alamadı. ABD, Japonya’ya atom bombası attığında karşılık görmeyeceğini biliyordu. Bugün de nükleer savaş çıkması olası değil. Ancak, yapılan hesaplamalar çok çarpıcı: Hindistan ve Pakistan arasında 100 atom bombasıyla yaşanacak bölgesel bir nükleer savaş bile dünyanın nükleer kışa girmesine yol açabilir. Bu durumda hava sıcaklıkları son 1000 yılın en düşük seviyesine gerileyecektir. ABD ve Rusya arasındaki tam kapsamlı bir nükleer savaş ise binlerce nükleer bombayla insan soyunun tümüyle yok edebilir.
Tarihsel açıdan baktığımızda Küba Krizinde şansımızın yaver gittiğini görüyoruz. O zaman biri panikleyip düğmeye bassaydı, bugün Orta Çağ karanlığında yaşıyor olacaktık, o da hayatta kalırsak.
İçim karardı 🙂 Güzel bir yazı olmuş tebrik ederim.
Her zamanki gibi detaylı, titiz bir çalışma ve çok doyurucu bilgileri, gayet anlaşılır bir şekilde bir araya getirmişsiniz. Ellerinize sağlık Kozan hocam.
İlginiz için ben teşekkür ederim Nevzat ve Zafer Hocam.
Enbiya suresi-104 ve zümer suresi 67. Ayetler evrenin dürülerek içine çökeceğini yazar.
Evreni genişleten karanlık enerjinin günün birinde evreni dürerek içine çökerteceği önemli bilimsel teorilerden biridir.(big-chrunch)
Detaylı olduğu için tşkler